Çevre

Türkiye’de biyolojik çeşitlilik krizde!

Geçtiğimiz eylül ayında, Hükümetin TÜBA’nın niteliğini temelden değiştirecek...

28 Aralık 2011 02:00




IŞIL ÖZ/T24

Geçtiğimiz eylül ayında, Hükümetin TÜBA’nın niteliğini temelden değiştirecek kararları sonrasında, saygın bilim dergisi Science’ın editörü ve Amerikan Bilimler Akademisi’nin Eski Başkanı Bruce Alberts, bu kararın yanlışlığını vurgulayan bir başyazı kaleme almıştı. Hükümetin bu gelişigüzel ve tartışma yapılmaksızın alınmış kararları uluslararası bilim toplumunun da gündemine girdi. Doçent Dr. Çağan H. Şekercioğlu, Doçent Dr. Sean Anderson, Dr. Erol Akçay ve Yard. Doçent Dr. Raşit Bilgin yeni bir makaleye imza attılar. Science’da yayımlanan bu makalede bu sorunlardan sadece akademisyenlerin değil, Türkiye’nin bütün doğal varlığının ve yaşamı bu doğal varlıklara bağlı bütün vatandaşların zarar gördüğü vurgulanıyor.



Yazı, Türkiye’nin yüksek derecede çeşitlilik içeren doğasını kısa da olsa tanıtarak başlıyor. Makaleye imza atan Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu ve Dr. Erol Akçay ile T24 için görüşme şansı yakaladım. Özellikle batıdaki araştırmacıların önemli bir kısmının Türkiye’nin evsahipliği yaptığı çeşitlilikten haberdar olmadığını söyleyen Dr. Akçay, bu ay, Biological Conservation dergisinde çıkan, bu çeşitliliği tanıtan detaylı makaleleri ile bu eksikliğin giderilmesi için adım attıklarını belirtti. 


'Türkiye’de maddi kazanç her şeyin üstünde'
 
Son birkaç yıldır durum ne?

Şekercioğlu:
Maalesef çevre bilinci halen çok düşük ve özellikle biyoçeşitliğin ve doğal alanların korunmasında halkımızın çok eğitime ihtiyacı var. Kurucu başkanı olduğum KuzeyDoğa Derneği’nin Kars, Iğdır, Ardahan ve Ağrı illerinde gerçekleştirdiği doğa koruma ve ekolojik araştırma çalışmalarında da bu sorunları görüyoruz. Örneğin; Türkiye’de orman örtüsü artmış olsa da, Sarıkamış-Allahuekber Milli Parkı’nda bir yandan halk tarafından kaçak ağaç kesimi devam ediyor, öte yandan bölgedeki yaşlı ormanın çoğu yasal olarak kesiliyor. Bölgedeki yaşlı ormanın yüzde 20’sinden azı korunuyor. Gerisi halen kereste olarak görülüyor. Ülkemizde maddi kazanç her şeyin üstünde görülüyor ve ufak kazançlar için bile milyonlarca yıllık geçmişe doğal mirasımız hemen feda ediliyor. Tabii bu doğaya bağlı olarak binlerce yıldır yaşayan Anadolu halkı da, kültürümüzün en önemli parçalarından olan doğal mirasın yok olmasından en çok zararı görüyor. Ama çoğu zaman onların görüşlerine, tepkilerine, karşı çıkmalarına önem verilmiyor. Öyle ki artık doğayı koruyan kanunlar da yapılaşmaya engel olmasınlar diye hızla değiştiriliyor, doğayı korumak için alınan mahkeme kararları umursanmadan inşaatlar devam ediyor. Dünya medeniyetleri her gün doğaya ve doğanın insanlara sağladığı faydalara daha önem verirken, biz doğayı koruyan yasalarımızı kaldırıyoruz, doğayı daha hızla yok ediyoruz. Yani medeni ülkeler ileri giderken, biz geriye gidiyoruz.

Akçay:
Bu büyük çeşitlilik, özellikle son bir kaç senedir giderek artmakta olan yapılaşma ve enerji üretimi planları tarafından tehdit edilmekte. Hükümetin son senelerde aldığı bir dizi karar, Türkiye’de doğa korumasının -zaten halihazırda da çok güçlü olmayan- yasal ve pratik altyapısını büyük ölçüde erozyona uğrattı.

Bu kararların bazılarını belirtebilir misiniz?

Akçay:
Tabii ki…

Haziran 2010'dan beri, yaban hayati koruma sahalarında madencilik yapılmasının önü açıldı. 2010 Ağustos’unda nehirler ve kıyı alanları sulak alanları koruma kapsamından çıkarıldı, böylece korunması gereken alanlarda baraj ve turistik tesis yapılmasının önü açıldı. Sivil toplumun katılımı engellenerek hazırlanan tabiatı ve biyoçeşitliliği koruma kanunu taslağında “koruma-kullanma dengesi”, “sürdürülebilir kullanım”, “ortak fayda” gibi kavramların yeniden tanımlanarak korunan alanlar yapılaşmaya daha açık hale getirildi. Temmuz 2011’de, 475 bin hektarlık 2-B orman arazilerinin şu anda ev sahipliği yaptıkları önemli ekolojik toplulukları korumak yerine, satılıp yapılaşmaya açılmaları sağlandı. Ağustos 2011’de 1923’ten beri ilan edilmiş bütün Doğal SİT alanları (1261 adet), yeniden değerlendirilmeye alındı. Çoğu SİT alanının bu sürecin sonunda koruma statüsünü kaybedip yapılaşmaya ve baraj inşaatlarına açılacağı bekleniyor.



Hükümetin önceliklerinin bir göstergesi, eski Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ikiye ayrılıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Şu İşleri Bakanlığı’nın kurulması ve bunların başına sırasıyla eski TOKİ Genel Müdürü ve eski DSİ Genel Müdürü’nün getirilmesi. Belli ki doğa koruma bu iki bakanlıkta da geri planda kalacak.

Türkiye, Yale Üniversitesi’nin Çevre Performansı endeksinde yaşam alanı ve biyoçeşitlilik koruma kategorisinde 163 ülke arasında 140. sırada seçilmiş. Bu duruma şaşırmalı mıyız?

Akçay:
Sizce? Ülkemiz alanının sadece yüzde 1,2’si sıkı koruma altında (milli parklar gibi), ama zaten yetersiz olan bu alanlar bile artık tehdit altında. Aynı zamanda ülkemizin sera gazı salınımları giderek artan bir hızla yükseliyor. Bu eğilimlere karşı önlem almaktansa, hükümet, ülkemizin zengin doğasını ve bu doğadan geçinen insanlarımızı hiçe sayıyor. Yazımızın Türkiye’nin zengin doğal mirasının içinde bulunduğu tehlikeye uluslararası bilim camiasının dikkatini çekecek ve bu zararlı politikalardan vazgeçilmesi için baskıya yol açacağını umuyoruz.




'Mutluluğun tüketimde olmadığını anlamalıyız'

Peki siz bilim insanları dışında, Türkiye’nin doğal zenginliklerini korumak adına bizlere düşen görev nedir?

Şekercioğlu: Tabii ki her birey doğaya zarar vermemek için dikkat etmeli. Bunun yanında, aşırı tüketimin önüne geçmeli, ihtiyacımız olmayan şeyleri tüketmemeli, mutluluğun tüketimde olmadığını anlamalıyız. Esasında, Türkiye kişi başına tüketimde ABD’ye göre doğaya çok daha az zarar veriyor. Kişi başına tüketimin az olması iyi bir şey. Ne kadar tüketirsek, o kadar doğal kaynak kullanıyoruz ve doğaya o kadar zarar veriyoruz. Örneğin; ben doğduğumdan beri Türkiye’nin enerji tüketimi tam 10 misli artmış. Bu da daha fazla baraj, daha fazla termik santral, daha fazla küresel ısınma ve daha fazla nehrin yok olması demek. Nasıl birlikten kuvvet doğarsa, her bireyin tüketimini artması da toplu olarak doğaya verdiğimiz zararı arttırıyor. Ayrıca doğa koruma ve araştırma çalışmalarına gönüllü olarak, maddi olarak ya da bizzat kendi derneğinizi kurarak destek olmanız ve doğa koruma için sivil topluma destek vermeniz çok önemli. Ben bunun için 2007 yılında Kuzeydoğu Anadolu’nun doğasını araştırmak ve korumak için KuzeyDoğa Derneği’ni kurdum. Türkiye’nin ilk yaban hayatı koridoru, ilk kuş üreme adası, ilk akbaba lokantası, vericilerle ilk kurt takibi, Doğu Anadolu’nun ilk Ramsar alanı gibi önemli projeler gerçekleştirdik. İlgilenenler çalışmalarımızı www.kuzeydoga.org adresinden takip edebilir, gönüllü olabilir ve destek verebilir. Bunun yanında, demokrasinin gereği olarak vatandaşlarımız doğaya verilen bu zarara tepkilerini mektupla, e-posta ile, şahsen ve protestolara katılarak göstermeli. Elle yazılan bir mektup çok etkili olabilir. Örneğin geçen sene derneğimizin Sabah gazetesinde çıkan bir haberi üzerine, bir emekli kaymakam, Kars Kuyucuk Gölü’nün içinden geçen bir yolun kuzeye alınması için sayın cumhurbaşkanımıza elle bir mektup yazmış. Cumhurbaşkanımız da bu mektubu görüp, Çevre ve Orman Bakanlığı’na gerekenin yapılması için talimat vermiş. Biz de herkese örnek olması gereken bu davranıştan dolayı 5 Haziran 2011 Dünya Çevre Günü'nde ikisini "Yılın Çevrecisi" seçtik: Yani Bursa’da bir vatandaşın bir mektubu ile ülkenin cumhurbaşkanı Kars’ta doğanın korunması için harekete geçebiliyor. O yüzden doğanın korunması için bir şeyin yapılmasını ya da yapılmamasını istediğinizde, mutlaka yöneticilerinize mektup yazın. İnternet çağında elle yazılan bir mektup çok kıymetli ve çok etkili olabiliyor.


Science’da yayımlanan makaleye ulaşmak için tıklayın...