Gündem

'Türkiye gibi 7-8 gazetenin aynı manşetle çıktığı başka ülkeye rastlamadım'

Avrupa Birliği'nde medyada çoğulculuk üzerine çalışan akademisyen: İnternet sansürü konusu gerçekten endişe verici

30 Nisan 2015 19:27

Avrupa Birliği'nde medyada çoğulculuk üzerine çalışan akademisyen Elda Brogi, Gezi olayları sırasında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın "Demokratik taleplere can feda" sözlerinin ertesi gün yedi gazetede manşet olmasına dikkat çekerek, "Güncel araştırmalarımda böyle tek bir örneğe rastlamadığımı söyleyebilirim. Bazen iki gazetenin aynı manşetle çıktığı, bir meseleyi aynı yerden ele aldığı olur ama sekiz gazetenin aynı siyasetçinin aynı sözlerini tırnak içine bile almadan propaganda yapmak için manşetine taşıdığını hiç görmedim. Bu dehşet verici" dedi.

Birgün'den Onur Erem'in sorularını yanıtlayan (30 Nisan 2015) Brogi'nin açıklamalarından satır başları şöyle:

Medyada çoğulculuk neden önemli? Çoğulculuğun olmadığı ülkelerde nasıl riskler vardır?

Medyada çoğulculuğun sağlanması halkın farklı fikirlere ve düşüncelere ulaşabilmesi, bireylerin hakikati öğrenebilmesi, kendi kararlarını verebilmesi ve toplumun farklı kesimlerinin seslerini duyurabilmesi için çok önemlidir. Eğer medya bir grup insanın elinde toplanmışsa, yayınlarda yalnızca onların görüşleri hâkim olur.

Çoğulculuğun ölçütleri nedir?

Araştırmalarımızda kullandığımız belirli ölçütler var. Bunlar arasında medya sahipliğinin dağılımı ve bunu düzenleyen yasalar, farklı coğrafi, siyasi ve kültürel grupların medyada temsili ve medyaya erişimi, bunu düzenleyen yasaların varlığı, internet erişiminin yaygınlığı ve hızı, gazetecilerin çalışma koşulları, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü düzenleyen yasalar, basın alanındaki düzenleyici kurumların bağımsızlığı, belli konular üzerinde sansürün yaygınlığı, kamusal yayınlarda farklı görüşlerin temsiliyeti ve kamusal yayıncılığı düzenleyen yasalar, siyasetin ve hükümetin medya üzerindeki etkisi ve baskısı, "iftira" gibi suçlardan ceza alan gazetecilerin sayısı, bilgi edinme hakkının işlevi, farklı medya türlerinin varlığı ve daha pek çok ölçütten bahsedebiliriz.

Bu ölçütlerle yaptığınız araştırmalara göre Avrupa'da medyada çoğulculuk anlamında en başarılı ülkeler hangileri?

Avrupa'da bir ülkeye “en başarılı” dememiz mümkün değil. Bu kadar çok ölçütle yaptığımız değerlendirmeler ile her ülkede bazı ciddi sorunların olduğunu, hiçbir ülkenin kusursuz bir düzenlemeye sahip olmadığını bulduk. Kıtadaki her ülkede gazetecilerin sürekli elektronik gözetim altında tutulması çok büyük bir sorun.

Araştırmalarınızda Avrupa'da medyada tekelleşme konusunda bir eğilim olduğunu söylüyorsunuz. Bu eğilimin temel nedenleri nedir?

Bu eğilimin arkasında yapısal bir neden var. Çoğu basın kuruluşu ulusal çapta yayın yapıyor ve hedef kitleleri bu nedenle diğer şirketlere göre daha küçük. Kaynaklar az sayıda olduğunda bir süre sonra tekelleşme kaçınılmaz oluyor. Ayrıca siyaset ve medya arasında da her zaman bir tür ilişki olduğunu görüyoruz. Çoğu ülkede bunu engellemek için yasalar var, fakat bu yasaların bir şekilde uygulanmadığını da görebiliyoruz. Kendine yakın iş insanları veya başka akrabalar aracılığıyla medya patronları ve siyasetçiler bu yasaları aşıyorlar. Örneğin İtalya ve Macaristan bu konuda kötü örnekler. İtalya'da neredeyse tüm özel yayıncılığı kontrol eden Berlusconi, iktidara gelmesiyle hem özel yayıncılığı hem de kamu yayıncılığını kontrol eden bir pozisyona sahip oldu. Bu pozisyonunu da kullandı, kamusal yayın kuruluna kendi tercih ettiği kişileri atadı. Böylece Berlusconi İtalya'da bir tekel haline geldi. Macaristan’da ise 2010’da basın yasası değiştirilerek Ulusal Düzenleyici Kurul'a atanan üyeler hükümetin kontrolüne verilmek istendi. Buna büyük bir itiraz geldi Avrupa Birliği'nden ve sonunda Macaristan geri adım attı.

Daha önce Türkiye üzerine araştırma yapma imkânınız oldu mu? Türkiye basınındaki çoğulculuğu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye üzerine akademik bir çalışma yapmadım fakat pek çok makale okudum. Özellikle internet sansürü konusu gerçekten endişe verici. Pek çok site kolayca yasaklanabiliyor ve bu korkutucu bir durum. Söyleşiden önce mulksuzlestirme.org üzerinden gösterdiğiniz medya-enerji-inşaat sahiplikleri haritası da Türkiye'deki medya tekelleşmesinin ve bu tekellerin ihaleler aracılığıyla hükümetle kurduğu ilişkinin boyutlarını anlamama yardımcı oldu. Dürüst olmak gerekirse Türkiye'deki durum hiç parlak değil. Ticari çıkarlarla basın iç içe geçmiş durumda. Biz AB ülkelerinde basına dair pek çok sorundan bahsediyoruz fakat Türkiye'deki sorunlar tüm bunların da ötesinde, daha büyük sorunlar. AB standartlarından çok uzak bir durumda Türkiye.

Türkiye'de sık sık birden çok gazetenin hükümet lehine aynı propaganda manşetiyle çıktığına tanık oluyoruz. Erdoğan'ın  "Demokratik taleplere can feda" sözlerini yedi, “Bir Musa gelir” sözlerini dokuz gazete aynı şekilde kullunmıştı. AB'de en son ne zaman böyle bir örnek gördünüz?

Güncel araştırmalarımda böyle tek bir örneğe rastlamadığımı söyleyebilirim. Bazen iki gazetenin aynı manşetle çıktığı, bir meseleyi aynı yerden ele aldığı olur ama sekiz gazetenin aynı siyasetçinin aynı sözlerini tırnak içine bile almadan propaganda yapmak için manşetine taşıdığını hiç görmedim. Bu dehşet verici.

Basında çoğulculuğun yok edildiği ve tekelleşmenin gerçekleştiği bir ülkede süreci tersine çevirmek için neler yapılabilir?

Bu konuda yasalar çıkarılması için mücadele etmek bir çözüm ancak pek çok ülkede bu yasaların da bir şekilde etrafından dolaşıldığını gördük. Bu yüzden en etkili yöntem yurttaşların sürekli bilinçli bir şekilde medyayı takip edip çoğulcuğun eksikliğini hissettikleri anda bunun için kampanyalar başlatmaları. Ayrıca basında farklı, bağımsız sesler yaratmaları veya böyle çabalara destek vermeleri de önemli. İnternetteki alternatifler de insanlara yeni imkânlar sunuyor. Tabii ki doygunluğa ulaşmış bir medya pazarında bunu yapmak zor olacaktır ama yurttaşların bunun için mücadele etmesi şart.

AB müktesebatında basında çoğulculuğun yeterince yer almamasını eleştirmiştiniz. Bu alandaki mevcut müktesebattan bahsedebilir misiniz?

 Avrupa Anlaşmaları'nda bu konuda bir spesifik yasa olmadığı için Avrupa Birliği'nin basın özgürlüğü veya çoğulculuk konusunda ulusal yasalara müdahale etme imkânı yok. Bu durumu biraz da olsa düzeltmek için komisyon, bizden bu gözlem projemize başlamamızı istemişti.

Avrupa Birliği'nde doğrudan medyada çoğulcuğu güvence altına almak için çıkarılmış bir yasa olmaması önemli bir sorun. Bunun yerine Rekabet Yasası, İşitsel Görsel Medya Yönergesi gibi yönergeler mevcut. Bunlar televizyonda Avrupa filmlerine daha fazla yer verilmesi, reklam sürelerinin kısıtlanması gibi işler için etkili ancak çoğulcuğun özünü oluşturan sahiplik ilişkileri gibi konulara değinmekten çok uzak. Bu konuda özgün bir yasa çıkması için çabalar oldu fakat gerçekleşmedi. Avrupa Parlamentosundaki tüm gruplardan bu yönde talepte bulunan temsilciler var, ancak yeterli sayıda değiller. Bir milyon AB yurttaşından imza toplayarak komisyonun bir çalışma başlatması adına düzenlenen “Medyada Çoğulculuk için Avrupa İnisiyatifi” adlı imza kampanyası da bir milyon imzaya ulaşamadığı için sonuçsuz kaldı. Bu konuda bir yasa çıkması için baskı uygulanmaya devam edilecek fakat yakın gelecekte böyle bir yasanın çıkacağını sanmıyorum.

Tehlikeli söylemin nefret söyleminden farkı

HRANT Dink Vakfı’ndaki panelin diğer konuşmacısı olan Susan Benesch, tehlikeli söylem kavramını anlattı. Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Tehlikeli Söylem Projesi Direktörü olan Benesch şunları söyledi:

“Nefret söylemi ile tehlikeli söylem arasında bir ayrım yapmamın nedeni, nefret söyleminin tanımının net olmaması, her gün daha geniş bir anlamda kullanılması ve hatta hükümetler için bir baskı aracına dönüşebilmesi. Tehlikeli söylemin tanımı ise net: Bir grup insanı bir hedefe yönelik kitlesel şiddet işlemeye yönlendirecek bir söylem. Bu söylemle toplumun bir kısmı doğrudan katliam gibi suçlar işlemeye, geri kalan büyük kısmı da bu katliama ses çıkarmamaya itilir. Tehlikeli söylemin beş faktörü vardır: Kitlesi üzerinde etkili olan bir konuşmacı tarafından söylenmesi, söylemin etkilerine açık bir dinleyici kitlesi olması, söylemin içeriği, söylemin toplumsal ve tarihsel bağları, söylemin yayıldığı iletişim araçlarının etkinliği. Tehlikeli söyleme nasıl karşı çıkılabilir? Öncelikle bu söylemin tehlikesinin erkenden farkına varmak önemli. Ondan sonra da ‘aşılama’ tekniğiyle, yani kitlelere bu söylemin esas amacını ifşa ederek karşı çıkılabilir. Bir daha bir siyasi lider tehlikeli söylemde bulunduğunda kitlesi, o liderin neden öyle bir söylemde bulunduğunu, neyi amaçladığını anlayabilir.”