Söyleşi

Türkiye ekonomisinde neler oluyor, cari açık sorunu nasıl çözülür?

Dr. Bader Arslan, Türkiye ekonomisinin en zayıf noktalarından cari açığın dört ana sebebini değerlendirdi ve Ekonomi Bakanlığı'nın çözüm olarak “Girdi Tedarik Stratejisi” hazırladığını açıkladı.

18 Eylül 2012 03:00

Hazal Özvarış

[email protected]

Ekonomi Bakanlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Dr. Bader Arslan ile dünya ekonomisine odaklanan söyleşinin ilk bölümü dün T24'te  yayımlandı.

2008’deki küresel ekonomik krizin üzerinden geçen yaklaşık beş seneyi değerlendiren Arslan, ABD’nin “Üçüncü Parasal Genişleme” adımıyla “doların diğer paralara karşı değer kaybedeceğini; petrol, altın ve diğer metal fiyatlarında yükselişler görüleceğini” söyledi ve ekledi:

“Türkiye gibi petrol ithal eden ülkeler için bu yükselişler, maliyet dezavantajı yaratacak. İthalatta, cari açıkta ve enflasyonda baskı yaratacak.”

Söyleşinin ikinci bölümünde Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerini paylaşan Arslan’a göre “Türkiye, belki de tarihinde ilk defa yüksek büyümeden normal büyümeye krize girmeden geçiş yapıyor.” 

Arslan, Türkiye ekonomisinin zayıf noktası olan cari açığın, “girdi maliyetleri, düşük tasarruf eğilimi, ithal mallara düşkünlük ve üretimde düşük katma değer”den kaynaklandığının altını çiziyor ve Ekonomi Bakanlığı'nın “Girdi Tedarik Stratejisi” hazırladığını haber veriyor.

Dr. Bader Arslan’ın T24’e verdiği söyleşinin ikinci bölümü şöyle: 

 

‘Başbakan ‘teğet geçti’ diyerek piyasaya iyimserlik yansıttı’

 

- Türkiye’nin küresel ekonomik krizin etkilerinden en hızlı sıyrılan ülkelerden biri olduğu öne sürülüyor, katılıyor musunuz?

Önce şunu söylemek lazım; krizden etkilenmemiş bir ülke yok. Olamaz zaten. Dışa kapalı ekonomilere sahip bazı küçük ülkeler daha hafif etkilendi, ama onlar zaten başka kulvarda ilerliyorlar. Bunları hariç tuttuğumuzda kalan ülkelerin bir kısmının çok ağır etkilendiğini, bazılarının da “ayakta atlattıklarını” gördük. Bir kısım ülkeler çabucak kendini toplayıp yoluna devam etti, bazıları ise hâlâ kriz öncesinin çok gerisindeler.

Türkiye özelinde ise “teğet geçme” üzerine yapılan eleştiriler bana biraz zorlama gibi geliyor. Gereksiz yere uzatıldı. Sayın Başbakan “Hiç etkilenmeyecek” demek isteseydi, öyle derdi. Teğet geçecek ifadesi az etkileneceğini, ama yönünün değişmeyeceğini kastetmek için kullanılan bir ifadeydi. Bir ülkenin lideri iş âlemine ve halkına yön gösterir. Böyle bir dönemde de yapmanız gereken şey piyasaya iyimserlik yansıtmaktır. Yapılan da buydu.

 

‘Küresel kriz Türkiye’yi üç boyutta etkiledi’

 

- Peki, küresel kriz Türkiye’ye nasıl dokundu? Hangi alanlarda eksiler yarattı?  

Türkiye, birkaç kanaldan etkilendi krizden. Birincisi, şüphesiz ihracat kanalıydı. Kriz etkisini göstermeye başlayıp küresel talep gerileyince ihracatımız hızla düştü. 2008’de 132 milyar dolar olan ihracat 2009’da yüzde 22.6 düşüşle 102 milyar dolara indi. Örneğin Asya ülkelerinin ihracatı bizden çok daha sert düştü.

İkinci etki, iç talep kanalında yaşandı. Bütün dünya krizle sarsılınca iç piyasanın bundan etkilenmesi kaçınılmaz. Bizde de insanlar haklı olarak reaksiyon göstermeye başladılar. Dışarıda yangın varken, vatandaşın hiçbir şey olmamış gibi davranmasını bekleyemezsiniz.

Üçüncü boyutu oluşturan döviz kurlarındaki yükseliş de, iç talepteki daralmanın şiddetini artırdı. Krizin ilk aylarını hatırlayın, dolar (birkaç ülke hariç) bütün dünyada hızla değer kazandı. Türkiye’de de hızlı bir yükseliş gördük. Ama dikkat edin, bu özellikle dolarda yaşandı. Euro'daki ya da sepet bazındaki yükseliş daha düşüktü. İşte bu artış kriz algısını besleyen gelişmeydi. Türkiye’de kriz göstergesi döviz kurundaki, ama özellikle dolardaki yükseliştir. Bu, doğru bir algı sayılmaz, ama ne yazık ki bizde öyle.

 

‘2008’i baz alırsak, 2012 sonunda büyümede yüzde 17’ye çıkacağız’

 

Sonuçta 2009 yılında ekonomi yüzde 4.8 daraldı. Bu orana iki açıdan bakmak gerekir. 1- Diğer ülkelere kıyasla performansımız nasıldı? 2- Sonraki yıllarda neler oldu?

2009’da bizden daha az küçülen, hatta büyümeye devam eden ülkeler oldu. Ama Almanya, İngiltere, İtalya ve bazı Asya ülkeleri gibi en az bizim kadar küçülen ülkeler de vardı. Daha önemlisi, Türkiye 2010-2011 döneminde çok ciddi büyüdü. Yani 2009’daki daralmanın etkisini fazlasıyla attı. Basitçe şöyle özetleyebilirim; 2008’de büyüklüğümüze 100 dersek, bu 2009’da 95.2’ye indi; fakat 2011 sonunda 113’e çıktı. Bu yıl sonunda da 117 civarına çıkacağız. Bunu başarabilen başka ülkeler var mı? Elbette var, ama bir elin parmaklarının sayısını geçmez. Dolayısıyla, evet, Türkiye krizin etkilerinden büyük oranda sıyrılmış, bunu da en çabuk yapmış ülkelerden biri. Bu söylediklerim Türkiye ekonomisinde her şeyin çok iyi olduğu anlamına gelmiyor. Tabii ki; hâlâ yapılacak çok şey var.

 

‘İlk defa yüksek büyümeden normale krizsiz geçiliyor’

 

- Bu yıl büyüme hızının yüzde 4’ün altında kalması bekleniyor. “Hızlı büyüme dönemi bitti” yorumları sizce yanlış mı?

Türkiye’nin kronik sorunlarından biri dengesiz-istikrarsız büyümedir. Geçmiş yılların verilerine bakınca 3-4 yıl büyümenin ardından sert bir küçülme, sonra yine hızlı büyüme dönemi görürsünüz. Performans bu olunca ne enflasyonu, ne işsizliği, ne gelir dağılımını düzeltebilirsiniz. Türkiye’nin ekonomik sorunlarının çözümünde bir numaralı adım istikrarlı büyümedir. Önceki yıllarda bu gerçekleşemediği için büyüme dönemlerinin sonu hep krizle bitti. Peki neden? Çünkü Türkiye ekonomisini büyüme dönemlerinde zayıflatan iki sorun vardı. Biri yüksek bütçe açığı, diğeri yüksek cari açık.

Bu yıl büyümede “Orta Vadeli Program” hedefi yüzde 4. Muhtemelen yıl sonunda, buna yakın ama belki biraz altında bir büyüme göreceğiz. Önceki iki yıl yüzde 9.2 ve yüzde 8.5’ten sonra büyüme yüzde 4’e gerileyince, bazılarına hemen bir karamsarlık çöküyor. Hâlbuki Türkiye belki de tarihinde ilk defa krize girmeden yüksek büyümeden normal büyümeye dönüyor. Az önce söylediğim gibi 3-4 yıl hızlı büyüme, sonra kriz, ardından yine hızla büyüme yerine daha ılımlı bir büyüme dönemine girdik. Yani meşhur ifadeyle yumuşak iniş gerçekleşti.

 

‘2013’ten sonra büyüme yeniden hızlanacak’

 

Buna iki sebeple ihtiyacımız vardı. Birinci sebep, bizim cari açığımız yükselmişti. İkinci sebep, dışarıda, özellikle de Avrupa’da işler sarpa sarmaya başlamıştı. Yani, 2011’in yaz aylarında küresel krizde ikinci bir şok dalgası gelme olasılığı artmıştı. İşte bu iki nedenle Türkiye planlı olarak büyüme hızını aşağı çekmeye başladı. Bu yıl karşılaşacağımız yüzde 4 civarındaki büyümenin nedeni budur. 2013’ten sonra büyüme yeniden hızlanacaktır. Ama mevcut koşullarda ihtiyacımız olan şey orta vadede ortalama yüzde 5.5- 6 civarında bir büyüme trendi yakalamak.

 

‘Bütçe açığı asla endişe edecek seviyeye yükselmeyecek’

 

- Büyüme dönemlerinde Türkiye ekonomisini zayıflatan iki sorun olarak bütçe açığı ve cari açığı saydınız. Cari açık problemi, bütçe açıklarını gölgeliyor. Sizce, 1- Türkiye’nin bütçe açığı nasıl bir risk taşıyor? 2- Türkiye kronik cari açık sorununu ne kadar çözebildi?

Türkiye mali disipline bağlı bir ülke. Artık eskisi gibi yüksek açıklar vermiyoruz. 2009 yılında konjonktürel bir yükseliş oldu. Bu da, azalan özel sektör katkısını telafi edebilmek için pek çok ülkenin seçtiği bir yoldu. Bildiğiniz gibi 2010 ve 2011’de açık iyice geriledi. Bu yıl bütçe açığı artıyor, ama asla endişe edecek seviyeye yükselmeyecektir. Böyle bir risk yok.

Sorunuzun cari açık kısmına “Evet, bu sorun çözüldü” diyemem. Bunu kimse söyleyemez. Bu yıl yaşadığımız iyileşme kısa vadede alınan önlemlerin bir sonucu. Bu sorun ancak orta ve uzun vadede birkaç farklı politika bileşeni ile çözülebilir.

 

'Girdi Tedarik Stratejisi hazırlanıyor'

 

- Türkiye neden cari açık veriyor?

Bunun birkaç nedeni var. Birincisi üretim yapımızın bir sonucu bu. Sanayide kullandığımız bazı hammadde ve ara malların Türkiye’de üretimi ya hiç yok ya da çok sınırlı. Yani, Türkiye’de talebi karşılayacak kadar üretim yapılamıyor; petrol, demir, çelik, alüminyum ve diğer metaller bunun önemli örnekleri. Bir de bunlara bağlı ürünler var; plastik ve gübreler gibi. Türkiye’de iç talep artınca ya da bu ürünlerin ihracatı artmaya başlayınca ithalatları da yükseliyor. Bu da cari açığı artırıyor. Bunun çözümü için Ekonomi Bakanlığı, “Girdi Tedarik Stratejisi” isimli bir çalışma yapıyor. Bütün hazırlıkları tamamlandı. EKK’da (Ekonomik Koordinasyon Kurulu) görüşüldü, Yüksek Planlama Kurulu’nda görüşülüp onaylanmasının ardından eylem planları uygulamaya geçecek. Cari açık sorununun çözümü için bu önemli bir aşama.

 

‘Toplumda tasarruf bilincinin yeniden oluşturulması gerek’

 

İkincisi, Türkiye’deki harcama alışkanlığı. Açıkçası biz tutumlu bir millet değiliz. Bireysel harcamalarımızı gelirimizle orantılı yapmıyoruz. Bunun için ev elektroniği, cep telefonları, otomobil, konut, hazır giyim gibi çok sayıda örnek verebilirim. Ülke olarak gelirimizin çok az bir kısmını tasarruf ediyoruz. Oran yüzde 13 civarında; bu da oldukça düşük bir oran. Bu nedenle, özellikle hızlı büyüme dönemlerinde ciddi artış oluyor. Ben toplumda tasarruf bilincinin yeniden oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bireysel emeklilik ile ilgili bir düzenleme var biliyorsunuz. Bu önemli bir adım ama daha fazlasına ihtiyacımız var.

 

‘Daha iyisi Türkiye’de üretildiği halde ithal malları tercih edenler var’

 

Buna bağlı üçüncü bir faktör de ithal mal alma eğilimi. Bizde yabancı markalara karşı, ithal mallara karşı ciddi bir eğilim var. Bu, ne yazık ki yılların getirdiği bir alışkanlık, bize ithal ikameci dönemin bir mirası. Türkiye’de daha iyisi, daha kalitelisi üretildiği halde aynı malın ithal olanını tercih edenler var. Bu algıyı yıkmakta esas görev iş dünyasının diye düşünüyorum.

Son olarak Türkiye’deki üretimin katma değerini yükseltmemiz gerekiyor. Gerek iç piyasa, gerek dış piyasa için ürettiğimiz ürünlerdeki katma değerin yükselmesi bir zorunluluk. Neden başka bir ülkede üretilen ürün, Türkiye’deki işletmenin ihraç fiyatından daha yüksek bir fiyata satılmasına rağmen daha fazla talep görsün ki? İş âleminin artık ucuza üretip düşük fiyatla satmaya çalışmak yerine farklılaştırılmış, özellikli ürünleri satma aşamasına geçmesi gerekiyor. Bunun için ise iki anahtar var elimizde; biri daha fazla ar-ge yatırımı yapmak, diğeri de markalamaya ağırlık vermek.

Birinci ve dördüncü konuda Ekonomi Bakanlığı’nın ciddi çalışma ve destekleri var. Tasarrufları arttırma konusunda Hazine’nin ve Maliye’nin bir çalışması var; fakat bu konuda ve ithal mal tercihi konusunda iş dünyasının ve halkın da bilinçli olması gerekiyor. Cari açık ancak bu alanlarda iyileşme gerçekleşmesi durumunda çözülme yoluna girer.

- Geçen hafta Ekonomi Bakanlığı, pazar çeşitlendirme çalışmasına yönelik bir basın açıklaması yaptı. Türkiye’deki pazarlar ne kadar çeşitlendi?

Oldukça çeşitlendi. 2008 krizi ile birlikte Avrupa’da talep hızla geriledi. Bakın, bizim 2009 ihracatımız yüzde 22.6 geriledi. O yıl Avrupa’ya ihracatımız yüzde 26 düşerken, diğer ülkelere ihracatımız yüzde 19 düştü. Sonraki aylarda Avrupa’daki talep zayıflığı nedeniyle diğer bölgelere ihracata daha fazla odaklandı Türkiye. Bunu da üç kanaldan yaptık. Birincisi,   yurtdışındaki ticaret müşavirlerinin sayısı artırıldı. İşadamlarının faaliyetlerini kolaylaştırmak amacıyla, yeni ülkelere ve merkezlere ofisler açıldı, İkincisi, Ekonomi Bakanlığı ticaret heyetlerini yeni pazarlara yoğunlaştırdı. Daha yüksek büyüme gösterecek, talebin daha fazla artacağı ülkelere gidildi ve bu ülkelere ihracat yapan firmalara daha fazla mali destek verildi. Üçüncüsü, sivil toplum örgütleri de bu süreci benimsedi ve onlar da faaliyetlerini yeni pazarlarda yoğunlaştırdı. Belki henüz olmamız gereken noktada değiliz, ancak, kriz öncesine göre çok daha iyi bir portföyümüz var. Son üç yılda AB dışındaki bölgelerde ihracatımızı bu kadar artırmamış olsaydık, ihracatımız ve büyümemiz bundan daha düşük, işsizliğimiz bugünkünden daha yüksek olurdu. Geçtiğimiz günlerde büyüme verisi açıklandığında gördük ki net ihracatın büyümeye katkısı 5.66 puan oldu. Bu katkı büyük oranda pazar çeşitlendirmenin bir sonucu. Tabii ki sadece o değil, ama önemli bir payı var.

 

‘Kamu borçlarımız yüzde 74’ten yüzde 39.4’e indi’

 

- Yaklaşık bir ay önce Sibel Yerdeniz, Prof. Dr. Vefa Tarhan ile Türkiye ekonomisi üzerine konuştu. Tarhan, AKP’nin ekonomi politikalarını “illüzyon gösterisi” olarak değerlendirdi. Kişi başına gelirin 2002-2010 döneminde aslında 3 katına çıkmadığını, sabit fiyatlarla artışın sadece yüzde 32 olduğunu söyledi. Tarhan’ın bir başka eleştirisi de dış ticarete yönelikti; “ihracattaki artışın yanıltıcı olduğunu, çünkü ithalattan hiç bahsedilmediğini” belirtti. Bu eleştirilerde hiç mi haklılık payı yok? 

Bütün dünyada GSYİH ve kişi başına gelir nominal rakamlarla dolar cinsinden açıklanır. Buna göre 2002’de 3 bin 500 dolar civarında olan gelir, 2011’de 10 bin 500 dolara yaklaştı. Bunda bir yanlış yok. Herkes bu artışın reel artış olmadığını bilir. Şunu da söyleyeyim; tabii ki reel artışa da bakmak gerekir, o da çok önemlidir. Ancak reel artış yüzde 32 değil, nüfus artışı etkisi düşüldüğünde yüzde 50 civarında ve bu da diğer ülkelerle kıyaslayınca ciddi bir artış. Sayın Tarhan mutlaka Türkiye ekonomisini ve medyasını yakından izliyor olmalı. Son bir yıl içinde ekonomi medyası ile iki kez sadece ithalat konulu basın toplantısı gerçekleştirildi. Ayrıca ithalattan bahsedilmiyor olsaydı, cari açıktan da bahsedilmezdi.

- Prof. Tarhan'ın kamu borcu konusunda da bir eleştirisi var; “yüzde 40 civarında olan kamu borcunun gelişmiş ülke borç oranları ile kıyaslandığında düşük gibi dursa da, yüksek gelirli gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında düşük olmadığını” söylüyor. Bu konuda da mı farklı düşünüyorsunuz?

Buna iki açıdan bakmak gerekir. Bugün yüzde 40’ın da altına inmiş olan kamu borcu eskiden hangi düzeydeydi? Diğer ülkelerde durum ne? Türkiye’de kamunun iç ve dış borçları giderek azalıyor. 2002’de kamu borcunun gelirlere oranı yüzde 74’tü. 2008’de yüzde 40’a kadar düştü. Sonra krizle hafif yükseldiyse de, 2011 sonunda yüzde 39.4’e indi. Dolayısıyla eskiye kıyasla ciddi bir iyileşme var.

Diğer ülkelere kıyasla bakınca da buna aykırı bir resim yok önümüzde. Vefa Beyin’in söylediği gibi gelişmiş ülkelere kıyasla çok iyi durumdayız. Ancak gelişmekte olan ülkeler arasında da iyi bir konumdayız.  Çin ve Rusya’nın durumu bizden daha iyi; ancak Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’dan daha iyi bir borç oranımız var.