Gündem

Turhan Günay: Kadri Gürsel'i bırakıp çıkmak çok zordu; kızımı yeniden tanıdım...

"Cezaevindeyken bazı şeyleri özlüyorsunuz. Makarnayı çok özledim"

07 Ağustos 2017 12:25

Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla cezaevinde 9 ay tutuklu kalan Cumhuriyet Kitap'ın yayın yönetmeni Turhan Günay, tutuklandığı günden tahliye olan güne kadar yaşadıklarını anlattı. Cezaevinde 9 ay tutuklu kaldıktan sonra özgür olmanın nasıl olduğunu anlatan Gürsel "Kendinizi çok özgür hissetmiyorsunuz. Kadri Gürsel, ben ve Musa Kart aynı koğuştaydık. Dokuz ay birlikte kalmış, birlikte yemek yemiş, sohbet etmişsiniz. Şimdi ikinizi bırakmışlar, birisi içeride kalıyor. Kadri’yi orada yalnız bırakıp çıkmak çok zor oldu..." dedi.

Habertürk gazetesinden Kübra Par'a konuşan Turhan Günay'ın röportajının tamamı şöyle:

Turhan Bey çok geçmiş olsun. Özgürlüğünüze kavuştunuz. Bunca yıllık gazetecilik hayatından sonra 72 yaşında tutuklanmak ne hissettirdi?

Daha önce gözaltına alınmıştım ama hiç tutuklanmamıştım. Benden çok daha yaşlı olup tutuklananlar olmuş, kendimi ayrı görmüyorum. İçeri girmeden iki ay önce Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay için Cumhuriyet Kitap Eki’nde özel bir sayı yaptık. Türkiye’de tutuklanmış, öldürülmüş, mahkûmiyet cezası almış gazetecilere bir saygı niteliğindeydi. 1877’den bu yana 500’e yakın gazeteci tutuklanmış ve bunların çok sudan gerekçeleri var.

“Beni de tutuklarlar” diye hiç aklınızdan geçiyor muydu?

Hayır, gazeteyle ilgili herhangi bir şeyden tutuklayacaklarını düşünmüyordum, çünkü biz sadece kitap tanıtıyoruz. Herhangi bir siyasi eylemde bulunmuyoruz. Ama o özel sayıdan dolayı alındığımı düşündüm.

9 ay tutuklu kaldıktan sonra özgür kalmak nasıl?

Kendinizi çok özgür hissetmiyorsunuz. Kadri Gürsel, ben ve Musa Kart aynı koğuştaydık. Dokuz ay birlikte kalmış, birlikte yemek yemiş, sohbet etmişsiniz. Şimdi ikinizi bırakmışlar, birisi içeride kalıyor. Kadri’yi orada yalnız bırakıp çıkmak çok zor oldu...

Koğuştan çıkarken nasıl bir vedalaşma oldu?

Sessiz sakin kucaklaştık. “Geçer” falan gibi saçma sapan laflar söylemenin de anlamı yok. Eşyaların bir kısmını bıraktım, toplamak gelmedi içimden. Tüm eşyalarımı alırsam Kadri’ye “Oh senden kurtuldum” demek gibi olacaktı sanki...

Neleri bıraktınız?

Pijamalarımı bıraktım, orada askıda duruyorlardı. Alırsam kendime hainlik edecekmişim gibi bir duyguya kapıldım. Biz çıktıktan sonra Kadri aynı odada kalmaktan rahatsız olmuş. “Masanın üstüne baktım, Musa’nın imzasını gördüm. Başımı çevirince Turhan Abi’nin pijamasını gördüm. Burası artık bir hayaletler odası” demiş. Biz çıkar çıkmaz dilekçe vermiş, orada kalamayacağını söylemiş. Son derece doğru bir duygu. Ben de kalsam aynı şeyi düşünürdüm. Ertesi gün Ahmet’in (Şık) koğuşuna almışlar.

'Makarnayı çok özledim'

Kadri Gürsel ve Musa Kart ile rutinleriniz var mıydı? Onlar neler yapıyorlardı?

Çok uyumlu bir üçlü olmuştuk. İçerideki en uyumlu hücre bizimkisiydi. Eşlerimiz aracılığıyla arkadaşlarımızın bize gıpta ettiğini öğrendik. Gerektiğinde kitap okuyorduk, gerektiğinde konuşuyorduk. Kurallara bağlanmış değildi ama sabah kahvaltıda haber izliyorduk. Akşamları bir sinema kanalı vardı, berbat filmler oynuyordu. Bazen makaslanmış ama yine de seyredilebilir klasikler oluyordu, onları izliyorduk. Sonra da yukarıya sohbete çıkıyorduk. Çok keyifli anlarımız oldu. Gözaltına alındığımızda içimizde beş avukat arkadaş vardı. Bana, “Abi seni bırakırlar, merak etme” dediler. Tutuklandık, Silivri’ye gittik. Orada geçici bir hücreye aldılar. “Abi seni ilk tensip kararıyla bırakırlar” dediler. Bir ay geçti, ikinci tensipte hâlâ tutukluydum. Her seferinde bana “Abi seni bırakırlar, tutmazlar burada” diyorlardı. Galiba altıncı ay falandı, gece kitap okuyordum. Musa ve Kadir de konuşuyorlardı. Arkadaşlarımız Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmişler. Tesadüfen benim davamı örnek dava olarak almışlar ve ona cevap bekliyorlarmış. Onlar da, “Tamam, Turhan abiyi bırakırlar zaten, onu tutamazlar” falan dediler. “Yahu 6 aydır bunu söylüyorsunuz, hâlâ beraberiz” dedim. “Tamam abi, bir daha söylemeyeceğiz” dediler. (Gülüyor)

Çıktıktan sonra “İlk şunu yapmak istiyorum” dediğiniz bir şey oldu mu?

Bazı şeyleri özlüyorsunuz. Makarnayı çok özledim. Gazeteciler olarak kolay olduğu için gece eve geç geldiğimizde makarna haşlarız. Üstüne biraz yağ, yanına da ceviz, salatalık, domates falan bir şey katar yersiniz, lezzetlidir. Ben hayatımda bu kadar kötü makarna yapan bir yer daha görmedim. Hep, “Çıkar çıkmaz ilk iş makarna yapacağım” dedim. Daha fırsat olmadı... (Gülüyor)

'Çıkacağımızı biliyorduk'

Cumhuriyet davasında siz neyle suçlandınız?

Gazetenin mallarını satarak zarara uğratmaktan suçlanıyordum. Halbuki sayılan eylemlerin hepsi ben yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldıktan sonra gerçekleşmiş eylemlerdi. Sonuçta bir vakıf bir şirket kurup onun aracılığıyla gazete yayınlıyor. Bina alınmış bina satılmış. Bunları yapmak zorunda, çünkü bütün gazetelerde olduğu gibi tirajlar düşüyor.

Birtakım telefon görüşmelerini de gerekçe göstermişler?

O da çok saçma. İçimizde en çok Kadri için bunu söylediler. “89 ByLock’çu ile görüşmüş” dendi. Bunların çoğu Kadri’ye küfür için gönderilmiş tweet’ler ya da mesajlardı, çünkü hükümeti eleştiriyor ya da durum değerlendirmesi yapıyordu.

Sizin özelinizde suçlamalar neydi?

Benimki vakıf üyesi olmaktı. Halbuki ben vakıf üyesi hiç olmadım. Ama bunu savcıya da, mahkemelere de, bakanlığa da anlatamadık. Hatta Cumhuriyet’e de anlatamamışım, duruşmaya çıkmadan önce gazetede, “Cumhuriyet Vakfı üyesi Turhan Günay” diye başlayan bir cümle gördüm! (Gülüyor) Neyse ki hâkim olmadığımı anladı.

“Hiç çıkamayacağım, burada çürüyüp gideceğim” diye düşündüğünüz oldu mu?

Yok, çıkacağımızı biliyorduk, çünkü hiçbirimizin suçu yok. Sadece isnat edilmiş suçlar var. Zaten ilk duruşmada da bu yapı çöktü ve bir kısmımızı bıraktılar. Birdenbire hepimizi bıraksalar toplumsal bir tepki oluşacak ve “Öyleyse neden 9 ay tuttunuz?” sorusu gelecekti. Yavaş yavaş bırakacaklar...

'Şartlar fena değildi'

Cezaevinin şartları nasıldı?

Kötü değildi, çünkü orası özel bir bölüm. Üç kişilik bir koğuşta kalıyorsunuz. Dubleks bir daireydi. Alt katta mutfak, banyo, oturup televizyon seyredeceğiniz sandalyeler, üst katta da yataklarımız vardı. Bir de 35 metrekare civarında bir havalandırma vardı, orada da sporumuzu, yürüyüşümüzü yapıyorduk.

Sağlığınız nasıl etkilendi?

Eski bir atletim, 10 bin metre koşucusuydum. Hazır böyle bir fırsat doğmuşken havalandırmada biraz koşayım dedim. 1 kilometreden başlayıp artıra artıra gidecektim. İçeri gireli iki buçuk ay olmuştu, gecenin bir saatinde kalbime kazık sokulmuş gibi yataktan fırladım. Yatağa oturup, “Sakin ol, kalp krizi geçiriyorsun. Bunu atlatacaksın” diye kendimi sakinleştirdim. Ertesi gün dilekçe verip doktora gitmek istediğimi söyledim. Götürdüler. Berbat bir yolculuktu; mahkûm arabasında elleriniz kelepçeli gidiyorsunuz. Doktor ultrasona bakıp, “Bir şey yok” deyince, “Kalbe böyle bakamazsınız, efor testi yapmanız gerekiyor” dedim. 15 gün sonra testin yapılacağını söyledi. Testi yaptıktan sonra da kâğıdın üzerine, “Acil anjiyo” yazdı. İki damar tıkalı, bir tanesine stent taktılar. Ama şimdi iyiyim...

'Bu sayede kızımı yeniden tanıdım' 

-Aileniz bu süreçten nasıl etkilendi?

Yıllardır yalnız yaşıyorum. Bir kızım, bir oğlum var. Ben içerideyken her işi kızım Elif üstlendi. Bu dokuz aylık süreçte kızımı daha yakından tanıma şerefine eriştim. Aynı apartmanda oturuyorduk ama altı ayda bir görüyordum. Eve giriş çıkış saatlerimiz uyuşmuyordu. Denk gelemiyorduk. Bundan sonra zamanımı daha çok çocuklarımla geçireceğim gibi gözüküyor. Birlikte hiç tatile gitmemiştik; şimdi tatil planları yapıyoruz.

Duygusal bir hikâye de yaşamışsınız. 2 yaşındayken kaybettiğiniz annenizin ölüm tarihini iddianameden öğrenmişsiniz.

Evet, annemin ölüm tarihini hiçbir zaman öğrenememiştim. Çok mutlu oldum. Savcıya da çok teşekkür ettim.

'Cumhuriyet bir parti gazetesi değil'

1985 yılından beri Cumhuriyet’te çalışan isimlerdensiniz. Yunus Nadi’den Uğur Mumcu’lara, İlhan Selçuklara gelen çizgiyle, Can Dündar’lara uzanan çizgi aynı mı?

Bir gazetenin değişmemesi mümkün değil, çünkü çağınız değişiyor. Cumhuriyet ilk kurulduğu andan itibaren bazı ilkeler üzerine kurulmuş. Mustafa Kemal’in, “Madem demokrasiyi savunacaksınız adı Cumhuriyet olsun” demesi üzerine 1923’te çıkan Yenigün Gazetesi’nin adı değiştirilerek Cumhuriyet olmuş. 1927’de birden kapatılmış. Tahminimce o dönem kurulan Serbest Fırka’yı desteklediği için kapatılmış. Bu bir çizgi değişikliği değildir. Gazete hükümetin uygulamalarını eleştirdiği için 1950’lere kadar neredeyse 30 kez kapatılmış. 1950 yılında gazete Nadir Nadi’nin yönetiminde çıkıyordu. Nadir Bey Demokrat Parti milletvekili olmuş, ona rağmen gazete DP’nin bütün yanlış politikalarını eleştirmiş, yine kapatılmış.

Cumhuriyet’in yayın dilini ötekileştirici bulanlar da var. Gazetenizin politik bir misyon üstlendiğini ve Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın bir tarafı gibi göründüğünü söyleyebilir miyiz?

Hayır, Cumhuriyet bir parti gazetesi değil. Çocukluğumda babam CHP’nin yayın organı olan Ulus gazetesi alırdı. Bugün, ‘yandaş medya’ dediğimiz yayın organları gibi onlar da hükümeti destekliyordu. O gün de yanlış politikaları eleştiren yine Cumhuriyet’ti. Bu da gayet doğal. Gazetecinin yapması gereken şey budur.

Cumhuriyet’e FETÖ ve diğer terör örgütleriyle işbirliği yaptığı yönünde suçlamalar var. Erdoğan ve hükümet karşıtlığı belli noktalarda belli kesimlerle işbirliğine dönüşmüş olabilir mi?

Cumhuriyet her zaman hükümetlerin yanlış politikalarını eleştirmiş. Bunun için FETÖ ile işbirliği yapmanıza gerek yok. FETÖ’nün zaten kendi gazetesi vardı, bize neden ihtiyaç duysun? Zaman Gazetesi 1 milyon 200 bin satan bir gazeteydi. 50 bin tirajlı bir gazeteye mi bel bağlayacak?

MİT tır’ları haberlerini nasıl karşılamıştınız?

O haberler Aydınlık’ta da çıkmış ama o fotoğraflarda eylem görülmüyormuş. Savcı Bey, bu fotoğraflarda eylem görmüş. Nasıl bir eylemse bu, herhalde bombalar ayağa kalkıp yürüyordu. Hükümet aleyhine propaganda yapıyormuşuz diye saçma sapan bir gerekçeyle 9 ay içeride tutulduk.

Haberin tamamı için tıklayın: