Özel Dosya

'Allah'ın bugün peygamber yapacağı biri nasıl giyinirdi?'

Antikapitalist Müslümanlar'ın düzenlediği sempozyumda İslami kesim ve Kürt hareketinin önde gelen isimleri 'Müslümanların Kürt sorununu' anlattı

22 Ocak 2013 02:03

 

Hazal Özvarış

 

“Antikapitalist Müslümanlar” grubu, Fatih’teki Renk Düğün Salonu’nda "Müslümanların Kürt Sorunu, Ortadoğu ve Suriye” başlıklı bir konferans düzenledi. Katılımcılardan İslamcı yazar Yıldız Ramazanoğlu, Kürt meselesiyle tanışma sürecini kendi deneyimlerinden yola çıkarak anlattı. “MHP’li bir ailede yetiştim, zamanla aklım başıma geldi, anlamaya çalıştım” diyen Ramazanoğlu, İslamcıların Kürt meselesinde devletle özdeşleştiği eleştirilerine karşı “Aynı Müslümanlar başörtüsü meselesinde ne yaptı” diye sordu. Konuşmacılardan Taraf yazarı ilahiyatçı Hidayet Şefkatli Tuksal, “Müslümanların ürettikleri Müslümanlığın, insanlığın kadın meselesi, yoksulluk gibi bütün meseleleri ile ilgili sınıfta kaldığı pek çok dönem olmuştur” dedi. Öğrencilerine bazen “Allahu Teala bugün birini peygamber yapsaydı, peygamber ne giyerdi” diye sorduğunu söyleyen Tuksal, aldığı yanıtın “Aynı şekilde giyinirdi” olduğunu belirtti. Öğrenileni sorgulamayan anlayışın Kuran-ı Kerim’in esaslarını örttüğünü belirten Tuksal, “Önünüze konan din yemeği nasıl pişiriliyor öğrenin, öğrenmeden yemeyin” dedi.

Tuksal, şiddete kategorik olarak karşı olmak dışında ne yapıldığını da sorguladı ve “Suriyeli olsam, çekilen bu kadar eziyet ve kan yerine Esad’ın 10 sene daha kalmasını tercih ederdim” dedi. Tuksal, katılımcılardan yazar Yavuz Delal’in “Kürtler, ‘Oğlum barış sürecinde ölürse feda olsun’ diyor” sözüne de “Gelin İstanbul’u alın, umurumda bile değil. 3 kuruşluk toprak için bir sürü canı, kendi hikâyesini yaşayamadan öbür dünyaya gönderiyorsunuz” diyerek karşı çıktı.

Yazar Hüda Kaya, geçen sene Ramazan ayında “Roboski’ye adalet” için yapılacak yürüyüş öncesinde Fatih Camii’nin avlusunda iftar açılırken yapılan saldırıyı hatırlattı ve isim vermeden “İslami camianın en popüler abisinin ‘Onları tanıyorum, iyi çocuklardır’ diyerek soruşturma açılmasını engellediğini” söyledi.

Antikapitalist Müslümanlar, Fatih’teki Renk Düğün Salonu’nda "Müslümanların Kürt Sorunu, Ortadoğu ve Suriye" başlığı altında sempozyum düzenledi. Üç oturumun yapıldığı sempozyuma İslamcı yazar Yıldız Ramazanoğlu, ilahiyatçı Taraf yazarı Hidayet Şefkatli Tuksal, yazar Hüda Kaya, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, edebiyat öğretmeni Ahmet Örs, Özgür Gündem yazarı Ayhan Bilgen, yönetmen-yazar Metin Yeğin, yazar Yavuz Delal konuşmacı olarak katıldı. 

Yaklaşık 400 kişinin izlediği belirtilen sempozyumun ilk oturumunda Hüda Kaya moderatörlüğünde Örs, Bilgen ve Yeğin konuştu. 

 

‘‘Analar ağlamasın’ söylemi korkunç bir manipülasyon’

 

Ahmet Örs, eskiden yapılan bazı değerlendirmelerin anlamını yitirdiğini savundu ve “Analar ağlamasın” örneğini vererek şunları söyledi:

“Bu savaş genellikle devlet, bazen de muhalif çevreler tarafından ‘Analar ağlamasın’ söylemiyle değerlendirilen bir süreç. Ben bunu sağlıklı bulmuyorum. Annelerin saygın konumlarını dışarıda tutuyorum, ama bazı şeylerin manipüle edilebilmesi kutsal değerlerden yararlanılması gerekiyor. Sanki ortada ciddi bir şey yokmuş da ‘İnsanlar birbirlerini durduk yerde boğazlıyor, anneler de bu sürece üzülüyor’ gibi gösteriliyor. Devlet ve çevreleri bu söylemi üretirken korkunç bir manipülasyon yapılıyor, gerçekleri gizlemiş oluyorlar.”

Örs, konuşmasının devamında, "Kürt sorunundan özelleştirme politikalarına kadar tüm saldırılara karşı muhalifler de kendi aralarında dayanışma içine girip kendi içinde entegre olmalıdır" ifadelerini kullandı.

 

’28 Şubat’ta tecavüzden şikâyetçi İslamcılık şimdi tecavüzcülükten haz duyuyor’

 

Örs’ten sonra konuşan Özgür Gündem yazarı Ayhan Bilgen, “Ölmüş ama farkında olmayan bir İslamcılık var” dedi. “İçinde bulunduğumuz fotoğraf utanç verici” diyen Bilgen, şöyle devam etti:

“Türkiye İslamcılığı için söyleyeyim, 28 Şubat’ta bu ülkenin rejimi, resmi kurucuları tarafından tecavüze uğramaktan şikâyetçi olan ama şimdi tecavüzü ortadan kaldırmak yerine tecavüz eden pozisyonuna gelmekten haz duyabilen İslamcılık algısıyla yönetiliyoruz. İsterseniz ‘Bunlar muhafazakâr, bizi bağlamaz’ deyin, isterseniz, onlar arkadaşlarınızsa, onlara sesinizi duyurun.” 

 

‘Anadolu’da gençler toplanıp cihat için Suriye’ye götürülüyor’

 

Bilgen, “Son dönemde sıkça duyduğum için paylaşmak istiyorum” diyerek şunları söyledi:

“Anadolu’da, Konya’da, Kayseri’de, muhafazakâr kimliği ağır basan şehirlerde gençler toplanıyorlar ve cihat yapmak üzere Suriye’ye götürülüyorlar. Peki, nerede, kime karşı cihat ediyorlar? Türkiye’nin sınırlarında, yakın yerlerde 10-15 günlük eğitime tabi tutuluyorlar. Sonra da Suriye ordusuyla Nusayri olduğu için,’ sapkın’ olduğu için, ya da onlara destek verdiği iddia edilen Şiilerle savaşıyorlar.”

“Dışişleri Bakanı’yla sabahlara kadar oturup, ağzını açıp iki laf etmeyip Beyazıt’ta tekbir sesleriyle İslamcılık numarası çekenlerle kıble tartışması yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Aynı kıbleye döndüğümüzü kabul etmek istemiyorum.”

 

‘İyi sözle uyarılabilir bir sultan tarafından yönetilmiyoruz’

 

“Önümüzde iki yol var; biri yumuşak sözle çağırmak. Bunun artık geçerli olduğunu düşünmüyorum. İyi sözle uyarılabilir bir sultan tarafından yönetilmiyoruz. Tam tersine, yüzüne karşı hakikati söylediğinizde hışmına uğrayacağınız, aforoz edileceğiniz bir sultan tarafından yönetiliyoruz. Geriye tek yol kalıyor; dönüp halkla konuşmak. (…) Kürt- Türk İslamcıların işbirliği içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Türk kamuoyunu etkilemek için İslamcılık işimize yarayacaksa araç olarak kullanalım ama kredisi bitmişse aracı değil, amacı konuşalım. Çünkü Kürt sorununa İslamcı kaygılarla müdahale imkânı Türkiye iç politikası açısından bitmiştir. Artık çok net biçimde Ortadoğu sorunudur.”

 

‘Allah tüm devletlere zeval versin’

 

İlk oturumun son konuşmacısı Metin Yeğin de, “Ben antikapitalist kontenjanındanım” diyerek Kürt meselesinin sınıfsal yönüne değindi. “Neyle yönetiliyorsunuz” sorusuna “teo-liberalizm” yanıtı verdiğini söyleyen Yeğin, “Kürtleri vurup ‘Filistinler için yüreğimiz ağlıyor’ deme ikiyüzlülüğü başka kimde var” diye sordu ve konuşmasını “Allah bütün devletlere zeval versin” diyerek noktaladı.

Moderatörlüğünü Mehmet Emin Büyükşahin’in yaptığı ikinci oturumda ilk konuşmayı İslamcı yazar Yıldız Ramazanoğlu yaptı.

 

Ramazanoğlu: MHP’li bir ailede yetiştim, zamanla aklım başıma geldi

 

Konuşmasına “Artık barış sürecine girildiği için böyle toplantılara gerek kalmadığını düşünenler olabilir. Ama ben her şeyin yeni başladığını düşünüyorum. ‘İslamcılık öldü mü’ konusunda da her şeyin yeni başladığını düşünüyorum” ifadeleriyle başlayan Ramazanoğlu, “Bugün kendi tecrübemden yola çıkarak konuşmak istiyorum” dedi ve özetle şöyle konuştu:

“MHP’li bir aileden geliyorum. Tabii ki hepimizin Türk olduğunu, Türkün Türkten başka dostu olmadığına, Türklerin de üstün bir ırk olduğuna inanarak büyüdüm. Susan Sontag, Irak işgali sırasında yayımladığı makalede ‘Lütfen ABD’den nefret etmeyin. Amerikan halkı yaşanan trajediyi, yok olan şehirleri, hapishaneleri, halkın katledildiğini bilmiyor’ diye yazmıştı. Zaman’da da yazdığım yazıda, ‘Peki bilmek istiyorlar mı’ diye sordum. Bunu neden anlatıyorum, çünkü verilenlerin arkasını araştırmakla da mükellefiz. MHP’li bir ailede yetiştim ama zamanla aklım başıma geldi ve anlamaya çalıştım. Ülkücü hareket içinde aramızda çok sayıda Kürt arkadaşlar da vardı. Onlar da bir şekilde ikna edilmiş insanlardı.”

“Ayhan Bilgen’in konuşmasını dinlerken çok keskin ayrımlara gidildiğini görüyorum. Kürt Müslümanlar - Türk Müslümanlar.... Acaba böyle bir ayrıma gidebilir miyiz? Buna bakmak istiyorum. Ankara’dan kıymetli bir ağabeyim gelmişti. Kuran ve Arapça dersleri veriyordu. Hocamızın küçük çocuğu bir dil konuştu, annesi de ağzına bir tokat vurdu. Ben o zaman onun Kürtçe olduğunu bilmiyordum. O çocuğun benim hakkımdaki düşüncelerini düşünebiliyor musunuz? Eve genç kızlar gelmiş, ders alıyorlar ve onlar nasıl genç kızlar ki onların yanında Kürtçe konuştuğu zaman ağzına tokat vurulabiliyor. Şimdi kendi içimden diyorum ki, siz bize İslam’ı anlatıyordunuz ama İslam’ın en temel parçalarından bir tanesini atladınız: Üstünlük olarak iddia edilen her şeyi yerle bir etmek.”

 

‘Kürt meselesinde statükocu Müslümanlar başörtüsünde ne yaptı?’

 

“Suçlamak istemiyorum, onların da hikâyeleri var ama o zamanki gençlere bunları anlatabilirlerdi. Bugün Türkler ve Kürtler derken nelerden bahsediyoruz? Kendimizi suçlayalım. Bunu yapa yapa bugünlere geldiğimizi düşünüyorum. Kürt meselesinde yol açmayan, statükoyla, devletle özdeşleşen Müslümanlardan bahsediyoruz da, aynı Müslümanlar başörtüsü meselesinde ne yaptılar?”

“Hacettepe Üniversitesi’nde Eczacılık Fakültesi’nde öğrenciyken 1981 yılında ilk defa yasaklar kapılara asıldığında ne oldu? Manisa’daki baba da, Urfa’daki baba da geldi; bütün arkadaşlarımı okuldan aldılar, yurtlardan kayıtlarını sildiler. ‘Zaten biz kerhen yollamıştık. Ulu’l emre itaat etmek lazım’ dediler. Köşe yazarları o dönem şunları yazdı: Başörtülü kızların direniş göstermesi kadınlığına yakışmaz. Kadınlar evde oturmalı, eşini beklemeli. Bu yasaklar kapılara asıldıktan sonra ilk kitlesel eylem ne zaman yapıldı; 1998’de! 17 yıl sonra...”

 

Tan: Rica ettiysek de bazı cemaatler devletçilikten vazgeçmiyor

 

Konuşmasının devamında “New York’ta katıldığı bir konferansta Filistinli kadınların erkeklerden gördüğü şiddeti anlattığını ve esas olan İsrail şiddetinin yok sayılmasını” eleştiren Ramazanoğlu, Kürt meselesinde de esas şiddetin kaçırılmaması gerektiğini belirterek, “Kendi aramızdaki duyarsızlıklarımızı çoğaltmamamız, derin ayrılıklara varacak boyutlara taşımamamız lazım” dedi.  

Ramazanoğlu’nun ardından konuşan BDP milletvekili Altan Tan ise sempozyuma gösterilen ilgilinin azlığına sitem etti. “20 şarkıcı bir gazino dolduramıyorsa bir sorun var” diyen Tan, toplantı Van’da yapılsaydı iki-üç bin kişinin geleceğini ileri sürdü.

Tan, “Türkiye’de Türk İslamcılığı diye bir şey üretildi. Bu milletin başına bela oldu. Devleti kutsayan, milliyetçi, güçten yana bir din anlayışı. Bu Hıristiyanlıkta da, Yahudilikte de var. Ne yaparsak yapalım, ne kadar rica edip diyalog kursak da bazı arkadaşlar ve cemaatler bu anlayışlarından vazgeçmiyorlar” dedi.

“Türkiye’de İslamcılık denen yükü Kürtler çekti” diyen Tan, “Kürtlere İslam diye faşizmi sunarsan kendi ayağına sıkarsın” uyarısında bulundu.

Konuşmacı BDP milletvekili Sırrı Süreya Önder de hayat hikâyesinden kesitler anlattı. Babasının sosyalist ve müezzin, dayısının Nurcu olduğunu söyleyen Önder, “Ya babam, ya dayım, ya da ikisi birden tutuklanırdı. İkisinin serbest olduğu çok az zaman oldu” dedi.

“Kardeşiz” sözünden tiksindiğini belirten Önder, BDP’nin verdiği “başörtüsü teklifi” için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “Onlar Zerdüşt” açıklamasını hatırlattı. “O zamana kadar Kürt ve Müslüman ayrı şeyler değildi” diyen Önder, “İslamcılığın Türkiye’de sabıkalı” olduğunu belirterek 6. filo olaylarına değindi. Önder, İslam’ı referans alanlar için iki kriter önderdi: “1- Tüketimle kurulan ilişki, 2- İktidarla kurulan ilişki.”  

Sempozyumun üçüncü oturumda Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) temsilen geldiğini belirten Ahmet Saymadi moderatörlüğünde, Hidayet Şefkatli Tuksal, Hüda Kaya ve Yavuz Delal konuştu.

Yazar Delal, “İslami camianın Kürt meselesinde devletçi davrandığını” savundu ve “Hayrettin Karaman, Fethullah Gülen, belki Ali Bulaç gibi isimler bu noktada buluşuyorlar” dedi. “Kuran manyağı insanlar nasıl bir paradigma oluşturamıyor” diye soran Delal, “Eğer peygamber bu dünyaya gelmişse, bugün Kuran’ı ispat etmeleri lazım” diyerek İslamcılara seslendi.

 

‘İnsanlık meselelerinde Müslümanlığın sınıfta kaldığı pek çok dönem oldu’

 

Delal’in ardından konuşan Hidayet Şefkatli Tuksal, 5 yıl ilahiyat okuduğunu, daha sonra doktora yaptığını söyledi ve süreçte “Başlangıçtan bugüne çok fazla mezhep ve anlayışın çıktığını öğrendiğini” belirtti. Tuksal, konuşmasına şöyle devam etti: 

“Allahu Teala, Muhammed diye birinin, aslında pek de gücü olmayan, doğru dürüst, halim selim, kendi halinde bir adamı kendisine elçi olarak seçmiş. Bu adamın yüreğine güvenmiş. Kuran, o gün toplumun sorunları, anlayışı, sınıfsal yapısıyla birlikte harmanlanarak ortaya çıkmış. Dolayısıyla biz Kuran-ı Kerim’e baktığımızda, insanlık hikâyesinden öte, ‘Öyle örnek bir toplumda neler sorun olarak görüldü, bu sorulara nasıl bir cevap verildi, Müslümanlar bu cevabı nasıl değerlendirdiler, Peygamberimiz öldükten sonra ne oldu ve nasıl devam ettik’ diye sormalıyız.”

“Bana göre, Müslümanlığın tarih boyunca, sadece bugün değil, en çok sınıfta kaldığı konulardan biri kadın meselesidir. Bunun dışında kölelik, yoksulluk, yani insanlığın bütün meseleleri ile ilgili olarak Müslümanların ürettikleri Müslümanlığın sınıfta kaldığı pek çok dönem olmuştur. Bugün de böyle durumlar olmuştur. Kuran-ı Kerim’in orda duruyor olması veya hepimizin Müslüman olması bir şeyi çözmüyor. Biz o tecrübeyle nasıl ilişki kuruyoruz, diye bir sorunumuz var.”  

“Ayrıca, mümin toplumda nasıl anlaşıldığı da önemli. Ben bazen öğrencilerime soruyorum,  mesela ‘Allah birini bugün peygamber yapsaydı, ne giyerdi peygamber?’ O zaman ne giyiyorsa onu giyerdi, diyorlar. Soruyorum, ‘Kuran-ı Kerim bugün inseydi, yine aynı şekilde mi inerdi?’ Tabii ki aynı şekilde inerdi, diyorlar. Bu bana göre Kuran-ı Kerim’in esas şeyini örten bir anlayış. Ama biz Müslümanlar olarak “en doğru anlayış bu” diye yetiştirildik. ‘Kime göre İslam’ meselesi var burada. Bir yemek önümüze geliyor ve biz bu yemeğin nasıl pişirildiğini bilmiyoruz. Buna kaç tutam ayet, kaç tutam hadis katıldı, ne kadar mezhep görüşü katıldı? Bunları bilmeden… Türkiye’de birçok insanın Müslümanlığı böyle bir şeydir.”

 

“İnsanların Türkiye’de bir cemaat veya arkadaş grubuna uyarak dindarlaştığını” söyleyen Tuksal, sözlerine şöyle devam etti:

 

‘Müslümanlar çoğu hâlâ arkaik dönemde yaşıyor’

 

“Türkiye’de benim karşılaştığım hiçbir cemaatte insanların öğrendikleri din üzerine düşünmelerini teşvik eden bir şey görmedim. İşitmek ve itaat etmek, teslim olmak üzerine kurulmuş. Hakim Sünni yapı sorgulamaktan hoşlanmayan, iyi itaat etmeyi öğreten, cemaat sınırları içinde kalmaya özen gösteren bir yapıdadır.”

“Müslümanların Kürt meselesinde yeterli hassasiyeti göstermemeleri, beklenen tavrı göstermemeleri, kadın haklarında yeterince Müslüman olmamaları vs. bu tür şeylerin kaynağından bu söylediklerim var. Önünüze konan din yemeği nasıl pişiriliyor öğrenin, öğrenmeden yemeyin. Bir de hâlâ Müslümanların çoğu arkaik dönemde yaşıyorlar. 5 sene ilahiyatta eğitim aldım, hep asr-ı saadet dönemindeydim. Sonra kadın hareketine katıldım. Oradakilerin de Hz. Hatice’den, Hz. Ayşe’den haberleri yok. Ama iki ayrı dünyaya sahip insanlar olarak bir araya geldik. Buna benim din anlayışım izin verdi. Çoğu muhafazakâr kadın safiyeti korumak için ‘sapkın çevrelerden’ uzak durur. Ama ben bu bozulmaya çok şükrettim. Kendi çevrenizde kaldığınızda bir tür zombiye dönüşüyorsunuz.”

 

‘Bu kadar eziyet yerine Esad’ın 10 sene daha kalmasını tercih ederim’

 

Konuşmasında “Sadece Kuran-ı Kerim tecrübesiyle sınırlı kalmamamız gerektiğini düşünüyorum” diyen Tuksal, İslami kesimin şiddetsizlik için ne yaptığını da sorguladı. Tuksal, “Örneğin, Suriye bir diktatörden kurtuluyor ama ben Suriyeli olsaydım, bu kadar eziyet çekeceğime, bu kadar kana neden olacağına Esad’ın, despotsa despot, 10 sene daha kalmasını tercih ederdim. Bu kadar idealist olmama rağmen, şiddetin çok ağır yükler bıraktığını düşünüyorum” dedi.      

Son oturumun son konuşmacısı Hüda Kaya, Yıldız Ramazanoğlu’na atıfta bulunarak “Ben de ülkücü geçmişten geldim. Ülkücüyken ilk defa tanıştığım Marksist kaynakları okudum, ama İslamcı oldum” dedi.

 

‘İslami camianın en popüler abisi Fatih soruşturmasını engelledi'

 

Sempozyomun yapıldığı Fatih’in İslami kesim için değerini de aktaran Hüda Kaya, geçen sene Ramazan ayında “Roboski’ye adalet” için yapılacak yürüyüş öncesinde Fatih Camii’nin avlusunda iftar açarken yapılan saldırıyı hatırlattı. Kaya, “İslami camianın en popüler abisinin ‘Onları tanıyorum, iyi çocuklardır’ diyerek soruşturmayı engellediğini” söyledi. “İnşallah onların da yargılandığını göreceğiz” diyen Kaya, hayır kuruluşlarını da eleştirdi. “Siyasi irade, Somali diyor, koşuyorlar; Arakan diyor, gidiyorlar… Kurumlarımız, yurt dışında beş yıldızlı hastane açmakla övünüyorlar. Peki, 5 yıldızlı hastaneyi Diyarbakır’da yapmayı düşündünüz mü? Roboski’de yetimhane açmayı düşündünüz mü?” diyen Kaya, Yeni Şafak yazarı ilahiyatçı “Hayrettin Karaman’ın duruşunun da camia içindeki kırılmaların nereye vardığını gösterdiğini” söyledi. Kaya, “Kuran’ı öğrenme gayretime rağmen muhterem hocalarımızın Misakı Milli sınırlarına, bölünmeye dair fetvalarının Kuran’da karşılığını bulamıyorum” dedi.

 

'Gelin İstanbul’u alın, umurumda bile değil'  

 

Son oturumun soru-cevap bölümünde Hidayet Şefkatli Tuksal, Yavuz Delal’in ileri sürdüğü “Kürtler ‘Barış sürecinde oğlum ölürse feda olsun’ diyor” sözünü şöyle eleştirdi:

“Türkiye’nin sınırı var. Ne sınırı bu? Herkes egemenliğe maruz. Gelin İstanbul’u alın, hiç umurumda bile değil. 3 kuruşluk toprak için bir sürü canı, kendi hikâyesini yaşayamadan öbür dünyaya gönderiyorsunuz. İtirazım buna. Şiddetin bu kadar meşru görülmesi beni dehşete düşürüyor. Nasıl bu kadar ucuz olabilir? İktidar mı olacaksınız? Burada iktidar olanlar çok büyük iş yaptı da siz iktidar olunca çok daha iyi şeyler mi yapacaksınız? İktidarla ilişkiniz ne? Dünyada pek çok şey konuşuluyor. Sınırlar bugün anlamsız. Avrupa Birliği’nde ne oldu? Berhava oldu. Burada da öyle olabilir. Biz sınırların bekçisi değiliz.”

Salonda, bir izleyicinin “Siz buna nasıl karar veriyorsunuz” sözleri üzerine Tuksal  “Ben fikrimi söylüyorum. Ben kendime Kürtleşme vazifesi yükledim. Anladınız mı” yanıtını verdi.