Gündem

Tuğrul Eryılmaz: Ankara Brüksel gibi, Prag gibi bir başkentti

Eryılmaz, 1968 Ankara'sından 2018 medyasına, 50 yıllık tanıklığını anlattı

18 Kasım 2018 12:19

 ‘68’li ve Gazeteci’ kitabında gazeteci Tuğrul Eryılmaz  meslektaşı Asu Maro'yla yaptığı uzun söyleşide, Türkiye’de ve dünyada 68’li olmanın anlamı, o dönemki arkadaşlıkları, tanıklıkları,TRT’den Nokta’ya, Yeni Gündem’den Sokak’a ve Radikal İki’ye gazetecilik serüveni, tanıdığı onlarca insanı kendine özgü renkli, sivri dilli üslubuyla anlatıyor. Kitapta, Tuğrul Eryılmaz'ın diskoda Mahir Çayan'a rastlamasına,  Deniz Gezmiş’ten aldığı hayat dersine yer verilirken, Eryılmaz'ın, 68’li yıllarda sanıldığı kadar Batılı olunamadığı ancak Ortadoğululuğun içinde  'Brüksel gibi, Prag gibi bir Ankara' tasviri dikkati çekiyor.

"Hak ettiğim yere geldim" vurgusu yapan Tuğrul Eryılmaz, "Benim bütün hastalığım şu: Otorite sevmiyorum kardeşim. Bu da bir ruh hastalığı, farkındayım" diyor. 

TIKLAYIN - 'Radikal’in haber toplamasındaki gerçek bozulma Eyüp Can’la başladı'

Hürriyet'ten Çınar Oskay'a konuşan Tuğrul Eryılmaz, baba, dede, gazeteci, 68'li, Mülkiye'li olarak tüm samimiyetiyle 1968 Ankara'sından 2018 medyasına, 50 yıllık tanıklığını şu ifadelerle anlattı: 

 Kitabın adı ‘68’li ve Gazeteci’. Bunlar senin kimliğin mi?

- Murathan (Mungan) mesaj göndermiş, “Neden adını ‘Solcu ve Fakir’ koymadınız” diye! Bazı arkadaşlarım ‘Çıngıraklı Yılan’ı önerdiler fakat İletişim Yayınları “Zaten yeterince hafif, daha fazla hafifletme” diyerek bunu koydu.

◊ 68’lilikle başlayalım. Bize anlatılan, dünyadaki 68’in kültürel boyutunun ıskalandığı, katı siyasi bir dönemdi. Senin Mülkiye yılların öyle değil, epey renkliymiş hayatınız.

- Dünyadan etkilenmeyi becerebildik. Mülkiye’nin büyüklüğü buradan geliyor. Merak ediyorsun; diğerleri hangi müziği dinliyor, kadın-erkek ilişkilerini nasıl yaşıyor... 68’de yumuşaktı bir sürü şey, 1969’da başladı kıyametin 
kopması.

◊ Ne oldu?

- Çok çabuk aşırı siyasileştik. Birey olmanın, genç olmanın havasına giremeden bu çöktü üzerimize. 1970’e gelindiğinde olay tamamen hiyerarşik olmuştu. Kendi geçmişimden utanmasam şunu diyeceğim: Neredeyse Stalinist olduk! Halbuki Batı diye başlamıştık.

Ankara’nın müthiş ev partileri

◊ Neden böyle oldu? Sebep kültür mü?

- Kültür tabii. Sandığımız kadar Batılı değiliz. Bunu önyargısız söylüyorum, ne iyi ne kötü. Ya biz Ortadoğuluyuz, onu keşfediyorsun. Bir lanet! Bir türlü olamıyorsun bir şey. 18-19 yaşındayız; eğlenmekten, sevmekten utanmak, gizli yapmak kadar kötü bir şey olabilir mi! Ama koşullar çok ağırdı. Ankara Siyasal’a girdim, komandolar polis eşliğinde bastılar okulu. Ancak bir araya gelerek karşı durabiliyorsun.

◊ Yine de Ankara çok güzelmiş. “Brüksel gibi, Prag gibi bir başkentti” diyorsun.

- Yahu İzmir’de bile iki tane pastane biliriz biz. Ankara’ya gidip Kızılay’a çıktığım zaman... Angora var, Milka var. Hayatımda ilk kokteylimi Ankara’da içtim; adı ‘Blue Diamond’. 5 liraydı, giderdik ve içerdik. Toplu halde Devlet Tiyatroları’na giderdik. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun hiçbir oyunu kaçmazdı.

◊ O zaman Ankara’ya bozkır filan demiyordunuz yani...

- Vallahi de demezdik! Hiçbir şey olmasa Gençlik Parkı’na gidip mini golf oynardık ya! Diskotek vardı. Modern, As Diskotek, Gazanfer... Genç bir adam, kadın için çok önemli. Bir tek orada öpüşebiliyorsun, karanlık!

◊ 50-60 kişilik partiler verirmişsin, “Şimdi vermeye cesaret edemem” diyorsun.

- Ankara’nın bütün numarası ev partileridir, müthiştir. Kızılırmak’ta 60 metrekarelik bir evdi. Sene 68-69 olmuş, hocalarla aramızdaki buzlar tamamen erimiş. Ünsal Oskay’dan tut Taner Timur’a, Yavuz Sabuncu’ya, hepsi gelirdi. Demokratikleşiyorduk, güzeldi. Ama biz hayatı çok siyasi almak zorunda bırakıldık. Amerika’da Kent Üniversitesi’nde de insanları öldürdüler ama o, orada bir şeyleri kesmedi.

◊ Burada darbe oldu zaten sonunda.

- Temiz aklınla “Karşı durmalıyım bunlara” diyorsun. Ama bir de genç bir adamsın, kadınsın, “Hayat böyle geçer mi” diyorsun. Batı’da bunu yaşayabildiler. Yiğit yoldaşlarımız, önderlerimiz... Çok doğru, çok güzel. Ama dünya tatlısı adamlar, kadınlardı; 25’lerini, 30’larını göremeden öldü bu insanlar.

Deniz Gezmiş’ten aldığım en güzel ders

◊ Deniz Gezmiş su dökermiş kafandan aşağı...

- İstanbul Hukuk’taydı. Arada gelir, “Oğlum çok şanslısınız, herkes solcu burada. Gelip nefes alıyoruz” derlerdi. İki kez yatarken başıma su döktü. İlkinde şaşırdım, ikincide bir şey demeden terk ettim orayı.

◊ Ama komik biçimde değil mi?

- Tabii! “Bunlar burjuva, daha temiz. Bunların yatağında yatacağım” derdi. Hep bir mizahımız oldu bizim. Hep hayata kahretmedik abi, sonradan arabesk oldu millet!

◊ Anın var mı Deniz’le?

- “Faşistler Siyasal’ı basacak” diye haber geldi. Bizden herkes mitingde, Deniz yukarıda yatıyor. “Ya Deniz” dedim, “Baya kalabalık bir grup Dikimevi, Dörtyol’dan geliyorlarmış. Nasıl bir önlem alalım?” “Bomba atarız” diye başladı, sonra “Salak, ne yapıcaz, kaçıcaz!” dedi. Hayatta aldığım en güzel derslerden biridir.

Baba olmak için çok sağlam bir hetero olmak zorunda değilsin...

◊ Oğlun Hüseyin (Özdemir) bizim Milliyet’ten arkadaşımız. Ne acayip hikâyeymiş, bilmiyordum. Babasını tanıyormuşsun, vefat etmiş. Sonra neden çocuğun olmasını istedin onun?

- İçimden birdenbire “Bende bir şeyler var, birine aktarmalıyım. Baba olmazsam delireceğim” dedim, garip bir şey. Hüseyin konusunda ettiğim kavga, Allah muhafaza yani... Aman söyleyeyim de kurtulayım ya; ille de çok sağlam bir hetero olmak zorunda değilsin baba olmak için! Anladın mı? Yok öyle bir şey abicim.

◊ Peki o nasıl baktı?

- İki sene beni öldürdü. 10 yaşındaydı. Üç sene boyunca bütün ayakkabıları, giysileri hep Londra’dan geldi. Nasıl bir rüşvet! Çünkü Hüseyin beni sevmezse hayatım bitecek! İki sene sonunda babalığımın meyvelerini toplamaya başladım.

◊ Bugün nasıl ilişkiniz?

- Şikâyetim var: Bana torunumu fazla göstermiyorlar. Asya’yı alıp parka gidiyorum. 20 dakika sonra gelinim Gülizar arkamda. Yahu ben bunak mıyım o kadar? Ödleri patlıyor, düşüreceğim, abuk sabuk çikolatalar alacağım diye... Alıyorum zaten. Ayol, hangi çocuk rüşvetsiz büyür!

◊ Neydi ‘Radikal İki’nin sırrı?

- Belli insanları yazmaya ikna etmek... Yıldırım’ı (Türker) mesela...

◊ Nasıl ettin?

- Yalvar yakar. Tehdit ettim, yalvardım. Her şeyleri söyledim. “Bak yazı başı sana 20 lira vereceğiz” diye. Çünkü ortada bir şey yok. O prestij daha sağlanmamış. Biraz Güldal’ın (Kızıldemir) da okurun da katkısıyla... Bir yazılar gelmeye başladı, bizim hazırladığımız şeyden çok daha güzel!

◊ Bir platforma ihtiyaç varmış demek ki...

- Tabii. Çatışma olan alanları tartışma platformuna çekeceksin, birbiriyle konuşmayan insanlar o platformda buluşacaklar. Benim yapabildiğim bu ortamı oluşturabilmek, insanların güvenmesini sağlamak oldu. Ünsal Bey (Oskay) hediye etmişti: ‘Four Theories of the Press’, ‘Basının Dört Kuramı’... O kitaptan öğrendim. Sonra, gururla söylüyorum, ‘Radikal İki’ bizim elimizden okurlara geçti. Profesörler, ev hanımları... Okurlar arardı yazı göndermek için “Deadline’ı kaçırdık mı” diye!

◊ İlk entelektüel sosyal medyayı kurmuşsun.

- Aynen.

◊ Neden kapandı Radikal?

- Kan uyuşmazlığı oldu. Yeşim Denizel, Ali Topuz, Erdal Güven bizden muhafazakârlardı. O muhafazakârlığa can kurban.

◊ Şu anda ülkede alternatif medyayı oluşturan insanlar bunlar.

- Zaten kitapta pek bulaşmadım onlara çünkü şu anda yaptıkları işi çok beğeniyorum. Diken, T24, Duvar, Bianet tabii ki güzel. Sonra Eyüp Can geliverdi. Vallahi bize de benzemiyordu. Başka türlü bakıyor hayata. Garip bir şey oluyor gazete. Ne kadar ikincil şeyler konuşuluyor... Dilin tutmuyor, kavga bile edemiyorsun! Efendi bir adamdı ama iyi bir gazeteci olduğunu hiç düşünmedim.

◊ Gazete kapansa da Radikalcilerin arasında hâlâ bir bağ var. Ortalıktalar. Bakarsın bir gün Radikal yeniden kurulur. Türk basınında çok örnek var böyle. İster misin böyle bir şey?

- Vallahi bana “Gel burada zangoçluk yap, bağır çağır, bunları süründür” derlerse koşarak gelirim. Ama artık editör ol, yazı müdürü ol, asla! Ama çok keyifle Nazan Özcan’ın, senin, Elif İnce’nin, böyle bir sürü genç adamın, kadının yanında, onlarla beraber keyifle çalışabilirim, bu kesin. Ve bu olmalı.

Ortadoğululuk böyle bir şey, iktidar seviyor insanlar...

◊ Şunu anlamıyorum. Yıllarca bir çizgide yazıyorsun. Sonra patronun beklentileri değişiyor, patron değişiyor, başka yere gidiyorsun vs. Aynı konularda yıllarca savunduklarının tam tersini yazmaya başlıyorsun. Uyanıksan çaktırmadan, yavaş yavaş döneyim de kimse fark etmesin diye yol yapıyorsun kendine... Bu tür yazarlar herkesin salak ya da unutkan olduğu kanısında mı? 

- Ödleri patlıyor dışarda kalacaklar diye. “En tepeden en aşağıdakine ülkede herkes üç günde bir başka bir şey söylüyorsa, ben de yaparım” diyor. Bir ülkenin medyası, o ülkenin siyasal ikliminden çok farklı olamaz. Murathan Mungan’ın “Türkiye’de her şey olursun ama rezil olamazsın” lafı... Ortadoğululuk böyle bir şey işte... İktidar seviyor insanlar. Tanınmak istiyor, para istiyorlar.

Kadınlar patron olacak kadar korkunç olamıyorlar!

◊ Nasıl bir gazete isterdin? Bir rüya takımı kurar mısın? 
- Patron: Mehmet Y. Yılmaz. Genel Yayın Yönetmeni: Hasan Cemal. İsterlerse yer değiştirebilirler, o kadar karışmam. İki yazıişleri müdürü yapardım; kadın-erkek dengesi için. Biri millete kan kustursun diye Nazan Özcan, diğeri Bahadır Özgür. Gerisi tamamen kadın: Nurcan Akad, Lale Tayla, Yazgülü Aldoğan, İpek Çalışlar... Ankara’ya hiç kuşkusuz Çiğdem Toker! Güldal Kızıldemir, Semra Somersan, Mehveş Evin... 
Bir tane hetero erkek koymazdım! 

◊ Hahahaha! Adı ne olurdu peki? 
- Vallahi izin verseler Radikal koyabilirdim. O çünkü içimde kaldı. 

◊ Fakat patron olarak yine iki erkek seçtin, niye öyle?
- Çünkü kadınlar patron olacak kadar korkunç olamıyorlar!

Otorite sevmiyorum KARDEŞİM!

◊ Seni İstanbul’a Ercan Arıklı getirmiş. Onunla ilgili hep şunu yaşıyorum: Biri gelir, dünyanın en büyük snob’luk anısını anlatır, “Yok artık, ne kadar ayıp” dersin. Aynı kişi daha lafını bitirmeden onu yere göğe sığdıramaz. Nedir bunun sırrı?
- Göstere göstere yapıyordu, sen de onunla dalganı geçebilirdin. Demokrat bir adamdı. “Sizi aldım getirdim, ne istiyorsanız yapacaksınız ama sakın beni kapattırmayın” dedi, bu kadar. Toplumsal ve kültürel olaylarla muhalefet yapılabileceğini öğrendik orada biz. 

◊ ‘Nokta’yla yazılı basına hızlı bir giriş yapmışsın. Sonra da az değilmişsin ha, herkesin ayağını kaydırmışsın! Murat Belge, Haluk 
Şahin... 
- Ya o da ayak kaydırmak mı Allahını seversen, hak ettiğim yere geldim! Benim bütün hastalığım şu: Otorite sevmiyorum kardeşim. Bu da bir ruh hastalığı, farkındayım. Murat Belge’nin benim açımdan şanssızlığı, belli bir siyasal görüşün ve grubun önderi durumunda olmasıydı. 

◊ Hangi?
- ‘Birikim’ canım, kim olacak başka? Kuramsal meseleleri çok ciddiye alan bir adam. Bu, bir gazetecinin en nefret ettiği şeydir. Ben yıllarca neler çektim. Ayşe Hür, Ayşe Kadıoğlu, Ahmet İnsel... “Ay Allahını severseniz... Ay bu kuramsal çerçeveyi daha aşağıda çizseniz de insanlar şöyle bir okumaya başlasa... Ayol dört paragraf okumaz insanlar, ne olur!” İletişim bu kitabı basarken, “Bastığımız en hafif kitap” dedi. “Olsun” dedim, “hiç değilse iki tane fazla satarsınız”.

Gazeteci çok zengin olmaz

◊ Basına en büyük zararı kim verdi? 
- Asil Nadir. Çok ciddi paralar vererek insanları böldü. Gazeteci çok zengin olmaz. Bana istedikleri kadar kızsınlar. Para herkesi bozar. Sendikacıyı da entelektüeli de...

Sen ahlaki bakıyorsun, onlar inançla
◊ “İyi gazeteciler hep ‘sol’dan gelir” diyorsun. Neden? 
- Sol özgürlükçüdür ve devletle mesafe koymak zorundadır. Benim adamım diğerini dövdüyse ben bunu yazarım, çünkü doğru. Kaç haber girdim içim parçalana parçalana. Sen ahlaki bakıyorsun, onlar inançla bakıyor. Hiçbir itirazım yok ama kendini benimle bir tutma gazeteci olarak.

Ödüm patlıyor!
En büyük korkum, kitabımın Murat Çelikkan, Deniz Türkali ve Oya Baydar’ın kitabından daha az satması. Hatta Sevin Okyay! Ödüm patlıyor, vallahi kendimi Haliç’ten aşağı atarım."


Çınar Oskay'ın "1968 Ankara'sından 2018 medyasına! Son 50 yılın dedikodulu tarihi" başlığıyla (18 Kasım 2018) yayımlanan söyleşisinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz