Özel Dosya

Teleolojik Tarih Okuması ve Türkiye’nin Dış Politikası

'İslamcılar ne Türkiye’de ne de başka bir İslam ülkesinde, gelecekte bir gün gerçekleşeceğine inandıkları İslam Birliği’ni gerçekleştirme fırsatını bulamadı. Necmettin Erbakan’ın girişimi kısa süreli oldu'

08 Kasım 2013 23:01

Birol Başkan

 

Tarihin belirli bir hedefe veya nihai bir noktaya (telos) doğru evrildiği zannı ve inancı tarihin her döneminde çekici olmuş bir akıl yürütmeyi içerir. Bu akıl yürütmeye göre bugün olanlar veya yarın olacaklar tarihi o belirli hedefe veya nihai noktaya götürmek için olmaktadır ve olacaktır. Bu tür bir akıl yürütme ile yorumlanan tarih teleolojik bir tarih okumasıdır.

Bu okumaya bir örnek vermek gerekirse... Karl Marx’ın tarih okumasında mesela tarih komünist bir toplum yaratma hedefine doğru yürüyordur. Bu okuma aslında bizzatihi teleolojik değildir. Bu okumayı teleolojik yapacak olan şey, kapitalizmin yaşadığı krizleri tarihin o yöne gitmesi için olan olaylar olarak görmektir.

İslam’daki Mehdi inancı da teleolojik bir okumanın mağduru olabilir. Bu inanışa göre kıyamet kopmadan Müslümanlar arasından çıkacak olan Mehdi yeryüzünde tekrar Allah’ın hükmünü kuracak, ilahi adaleti sağlayacak ve zenginliği yayacaktır. Aslında bu hali ile Mehdi anlayışı teleolojik değildir. Geleceğe matuf bir inançtır sadece. Teleolojik olması için bugünün olaylarını Mehdi’nin gelişini hazırlayıcı olaylar olarak yorumlanması gerekir. Mesela bazı teleolojik yorumlar İsrail’in kuruluşuna böyle bir nedensellik atfetmektedirler. Yani bütün dünyaya yayılan yahudiler bir araya gelebilsinler ki, Mehdi Yahudileri ortadan kaldırabilsin!

Teleolojik tarih okumasının pek bir zararı yok gibidir aslında... Şayet tarih belli bir grubun zaferine doğru gidiyor ise, o grup için zor koşullarda hayatta kalma sebebi bile olabilir. Nitekim Nazi kamplarında psikolojik olarak en sağlam kalabilenlerin komünistler olduğu rivayet edilir.

Teleolojik okumayı tehlikeli hale getiren şey, onun bir inancın ötesine geçip, hayata geçirilmeye çalışılacak bir ideal haline gelmesidir. Lenin’in tarihi hızlandırma girişimi tarihin en kanlı dönemlerinden birisinin de kapısını açmıştı. Veya henüz tam anlamıyla gerçekleşmese de, Hz. İsa’nın veya Mehdi’nin gelişini hızlandırmak adına Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeyi göze almayı düşünün.  Günümüzde bazı Amerikan sağcı evanjelik Hristiyanlar İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulmü bu mantıkla hoşgörürler, hatta alkışlarlar. Zira Ortadoğu’yu kan gölüne dönüştürerek aslında İsrail İsa’nın tekrar gelişine zemin hazırlıyordur.

Arap Baharı sonrasında Türkiye’nin dış politikasında yaşanan değişimi benzer şekilde anlamlandırabiliriz. Şöyle ki...

Hem Türkiye’de hem de Arap dünyasında İslamcılığın teleolojik tarih okumasında gelecek bir zamanda İslam Birliği’nin tekrar sağlanacağı önemli bir yer tutar. Mesela, aynı dönemlerde yazılarını kaleme almış Hasan el Benna veya Said Nursi İslam dünyasınının en önemli sorunları arasında siyasi birlikten yoksunluğu görür. Benzer şekilde her ikisi de gelecekte İslam birliğinin sağlanacağından da emindir.

Bu tarih okumasında yaşanan bu dönemin anormal ve yapay olduğu, Batılıların ve onların yerli işbirlikçileri sayesinde ayakta kaldığı, müslüman toplumların yeniden müslümanlaşması ve siyasi gücü elde etmeleri durumda ise normale döneceği öngörüsü ve inancı da vardır.

İslamcılar ne Türkiye’de ne de başka bir İslam ülkesinde, gelecekte bir gün gerçekleşeceğine inandıkları İslam Birliği’ni gerçekleştirme fırsatını bulamadı. Necmettin Erbakan’ın girişimi ise kısa süreli oldu. İran’ın ise Şiiliği etkisini sınırladı.

Tarih okumaları büyük oranda İslamcı tarih okumasından etkilenen AKP liderleri iktidara geldiklerinde biraz da koşulların zorlamasıyla İslam Birliği idealini pek nazara vermediler. O koşulların en başında da, AKP liderlerinin Müslüman devletlerde hakim seküler güçlerin böyle bir birliğe karşı çıkacaklarına dair algıları geliyor olsa gerek. Türkiye’de bu seküler karşı çıkışı henüz tecrübe etmişlerdi. Kısaca, AKPliler için İslam Birliği elbette bir gün kurulacaktı, fakat daha zamanı değildi.

Arap Baharı bu algıyı büyük oranda değiştirdi. Özellikle Tunus ve Mısır’da devrimler sonrası yapılan seçimlerde İslamcı partilerin büyük başarılar elde etmeleri, hatta Mısır’da Cumhurbaşkanlığına da bir İslamcı’nın seçimle gelmesi İslam Birliği önündeki en önemli engelin, seküler rejimlerin varlığı, kalktığına dair inançlarını güçlendirdi.

Türkiye’de İslamcı kadroların Arap Baharı’na bakışı ve yorumlamaları bahsettiğim teleolojik okumanın ürünü... Arap baharı söz konusu kadrolar tarafından toplumsal, ekonomik ve politik koşullarından bağımsız düşünülüp, ‘tarihin normale dönüşü’ olarak yorumlanıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi tarihin normal hali ise İslam Birliği’nin olduğu hal... İslamcı kadroların okumasında, Arap Baharı işte bu normal hale geçişin, İslam Birliği’nin yeniden tesisinin koşullarını hazırlıyor.

Mısır’ın seçimle işbaşına gelmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin askeri bir darbe ile iktidardan uzaklaştırması da bu inancı şimdilik sarsmış görünmüyor. Özellikle sosyal medyada yapılan yorumlarda görünen o ki, İslamcı kadroların Mısır darbesinin başarısız olacağına dair inançları kat’i...  Diğer bir deyişle netice kaçınılmaz. Arap Baharı, Arap dünyasındaki seküler rejimlerin sonunu getirecek ve böylece İslam Birliği’nin yeniden tesisinin önündeki en önemli engel kalkacak.

Elbette özel şahsiyetlerin bu tür inançlarının olmasına kimse karışamaz. Endişe verici olan, Türkiye’nin dış politikasının bu teleolojik tarihsel okuma perspektifinden yapılıyor olma ihtimali... AKP liderlerinin, özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarında bu okumanın etkilerini görmek mümkün... Davutoğlu’nun son yüzyılı Ortadoğu tarihinde bir parantez olarak nitelemesi bu bağlamda değerlendirilmeli...

Türkiye’nin dış politikasını Davutoğlu ve ekibinin inandığı teleolojik bir tarih okuması perspektifinde belirlenmesi ihtimali endişe vericidir. Tabi ki, İslam ülkeleri arasında daha geniş çaplı işbirliklerini bir hedef olarak belirlemek ve onun için çalışmak da bence sakınca yok. Endişe verici olan şey, bu birliğin kaçınılmaz olarak kurulacağı varsayımı ile Türk dış politikasını belirlemektir. Zira, tarih öngörüldüğü gibi gitmeyebilir. Öngörüldüğü gibi gidecekse bile, çok yavaş gidebilir. Bu inançla ve zanla alınan kararlar Türkiye’yi kanlı bir maceranın tam ortasına itebilir. 

 

Georgetown Üniversitesi Katar Kampüsü

Doha, Katar