Gündem

Star yazarı: Bu din yorgunu çocuklarımıza çok mu baskı yaptık da bunca naif oldular?

"Baskının her türüne karşı çıkmak bizim hayat düsturumuz gibidir"

04 Ekim 2017 12:46

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan'a en yakın isimlerden Star yazarı Sibel Eraslan, "Çador veya tesettür zorunluluğu altında yaşanan baskıyla şimdiki dindarlaşmalarımız arasında bir benzeşme kurulabilir mi?" diye sordu. "Devrim sonrası İran'la, bizim bugünümüzü aynılaştırmak kuşkusuz hem çok özensizlik olur hem de sokak ortasında örtülü kız yumruklayan veya ödül takdim edeceği yönetmene, kıskançlıktan sırtını dönen sunucunun cehaletine kapı aralar" diyen Eraslan "Bu tehlikeyi gayet iyi bildiğim halde soruyorum; bu din yorgunu çocuklarımıza çok mu baskı yaptık da bunca naif oldular. Şaşkınım" ifadesini kullandı.

Star'da Eraslan'ın "Din yorgunluğu mu güvensizlik mi?" başlığıyla (4 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Ayşe Böhürler'in gençlerimizdeki din yorgunluğunu anlattığı yazısından mülhem, yukarıdaki başlık. İsmet Özel şiiriyle ilgili bir yazı hazırlarken denk gelmişti mezkur yazısı Ayşe'nin. Şöyle diyordu İsmet Bey tam o sırada: "Geçen her gecenin leyle-i kadr, karşılaştığım her kişinin Hızır olmadığını anladığımda, kırılıyorum"...

Bunu bu kadar açık yüreklilikle yazacak çok kişi yoktur bizim mahallede. İtibar Edebiyat'ta Hz. Hızır Efendimize sitemimi anlatan "Mazeret Kağıdı"nı yazabildiğimde 45 yaşın dik yamaçlarındaydım. Bu çok özel ayrıntıyı niye paylaştım sizlerle... Yorgunluk, kırgınlık, küsme, çekilme hadiselerinin sadece şimdiki modern zaman gençlerine has bir şey olmadığını söylemek için... İsmet Bey gibi 73 yaşındayken de biricikliğinizin bilincinde itirazlarınız vardır ve bu dışarıdan bakılınca yorgunluk gibi durabilir. 45 yaşında ve üzgünken ya da 21 yaşında ve kırgınken de, akraba hisler dolanabilir ruhunuza.

"Kendisi olmak"lıkla ilgilidir bu ilkin, arayışa has yolculuğun tutkulu/tutkusuz devam ettiğinin ve donukluk karşıtı bir hareketliliğin sürdüğüyle ilgili bir haldir...

Üstelik bu hal, tek başına, sadece toz kondurmadığınız şahsiyetinizle de ilgili değildir. Zamanın içinden geçerken, sizi kuşatan çevresel sosyolojileri de hesaba katarsak, bu medcezirli durum, bu yorgunluk gibi gözüken, bu kırgınlığa benzeyen, bu kararsızlık gibi asılı duran şey... Zamanın suretlerindendir. Ve gayet modern bir durumdur.  

Her devrin modern'i vardır.Ve garip bir çakışmaya da dikkat çekmek gerek; din'den bahsediyorsak, ilk bakışta kadim ve göksel, ontik, tarihi, eski bir mevzu olsa da, özellikle İslam, inzal olduğu dönemde, eskiye dair tabuları yıkan, çok yeni bir şeydi.İnsanları sürekli düşünmeye, soru sormaya, akletmeye, tefekkür etmeye davet eden ayetleri de hatırlayacak olursak, durağanlıktan uzak, hayatın atan kalbinin her an içinde ve düşünsel teyakkuz üzerinden kurduğu meydan okumayı halen de koruyan bir din olduğunu fark ederiz... Müslüman kalp yatışmaz.

"Din yorgunu"ifadesi bana Cihan Aktaş'ın devrim sonrası İran kadını için kullandığı "Siyah yorgunluğu" ifadesini anımsattı. Çador veya tesettür zorunluluğu altında yaşanan baskıyla şimdiki dindarlaşmalarımız arasında bir benzeşme kurulabilir mi? Devrim sonrası İran'la, bizim bugünümüzü aynılaştırmak kuşkusuz hem çok özensizlik olur hem de sokak ortasında örtülü kız yumruklayan veya ödül takdim edeceği yönetmene, kıskançlıktan sırtını dönen sunucunun cehaletine kapı aralar...

Bu tehlikeyi gayet iyi bildiğim halde soruyorum; bu din yorgunu çocuklarımıza çok mu baskı yaptık da bunca naif oldular. Şaşkınım. Çünkü baskının her türüne karşı çıkmak bizim hayat düsturumuz gibidir. Benim yasağım bu sene kalktı mesela ve hayatımın son 25 yılı, bu yasakla mücadeleyle geçti. Acı çekmenin yol açtığı konuksever dili öğrendik bu süreçte. Yani başkalarının yaşam hikayeleri de bizler için çok değerli oldu. Kişiliğin, onurla ve emekle inşa edilen bir şey olduğunu öğrendik. Yani çocuklarımızın ruhu da bizim için üstüne titrenilecek, kendiliği kendiliğinden parlak, saygın bir mesafede oldu...Baskıyı onlara ne zaman uygulamıştık...

Belki de hikayelerimizdi çocuklarımızı yoran şey...Kendimizden çok büyük, çok ağır hikayeleri taşıyorduk. 80'ler ve 90'lar boyunca dindar olmak veya dindar bir görüntüyü taşımak, çoğumuzun hayatını çok radikal anlamda değiştirmiş, acımasızca savurmuştu. Ayakta durmaya çalışmıştık elimizden geldiğince. Kuşkusuz bu gönüllü bir duruştu. Arkadaşlarım bu yolda son nefeslerini verdiler, kimisi mahpushaneye düştü, kimisi sürgüne çıktı, hepimiz kamusal alandan yasaklandık... Ben şimdiden baktığımda çok ağır olan bu bedelleri, çocuklarımızın da tercih etmesi gerekir diyemiyorum. Çünkü bu bizim hikayemizdi. Her çocuğun kendi hikayesinde yürüme hakkı var. 

İsmet özel, solculuktan Müslüman kimliğe geçişinde büyük bir aydınlanma büyük bir keşif yaşamadığını dile getirir. Dinin güven uyandıran dokusunun kendisini kollayıp kuşattığını söyler. (Fayrap Dergisi İsmet Özel sayısı)

Bu "güven" meselesi büyük iş... Bunun üzerinden gidersek, bir tür yüzleşme, özeleştiri atölyesinde bulabiliriz belki kendimizi... Bizim çocuklarımız bizim nispeten güçlü olduğumuz günleri gördüler ve biz güçle, imkanla, kariyerle ilgili sınavlarımızı çok da iyi veremedik... Yorgunluktan çok güvensizlik varmış gibi geliyor bana...