Medya

Sözcü yazarı: 'Evlendirme' rezaleti sürüp gidiyor, toplumun bütün değerleri altüst edilmiş durumda!

“Arkadaşlar lütfen sinkaflı küfür etmeyin, canlı yayındayız"

04 Aralık 2016 13:15

Sözcü yazarı Emin Çölaşan, evlilik programlarıyla ilgili olarak "Bazı televizyon kanallarında yer bulan ve adı evlendirme programı olan rezalet programları sürüp gidiyor. Hükümetin RTÜK'üne bu konuda vatandaşlardan on binlerce şikayet yağıyor ama RTÜK umursamıyor" görüşünü savundu. "Toplumun bütün değer ahlak ve yargıları altüst edilmiş durumda" diyen Çölaşan, "Türkiye olarak televizyon programlarında bugüne kadar nice rezaletlere tanık olduk ama bu evlendirme programlarında olanlar kadarı hiç görülmedi" ifadesini kullandı.

Emin Çölaşan'ın "Evlendirme (!) rezaleti sürüp gidiyor" başlığıyla yayımlanan (4 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Sevgili okurlarım, bazı televizyon kanallarında yer bulan ve adı evlendirme programı
olan rezalet programları sürüp gidiyor.
Hükümetin RTÜK'üne bu konuda vatandaşlardan on binlerce şikayet yağıyor ama RTÜK umursamıyor. İki gün önce haberi çıktı, bu kanallara para cezası vermiş!
Ne cezası kardeşim, bunlar paraya para demeyen programlar. Sunucu kadınların bu işten sadece bir günlük kazancının 60 ile
100 bin lira olduğu haberi internet sitelerinde yer buluyor. Senin bu rezillikleri böyle gülünç para cezalarıyla önlemen
mümkün mü!

*  *  *

Evlendirme programlarının cılkı iyice çıktı. Bunlar hem toplumla, hem de katılanlarla alay
ediyor. Terbiyesizlik derseniz had
safhada.
Amaçları stüdyoya güya evlendirmek için çıkardıkları insanlar üzerinden kendi senaryolarını uygulamaya koyup aldatmak, hatta bazılarını soytarı gibi kullanıp rezil
etmek.
En önemli ve vazgeçilmez
amaç ise ne olursa olsun kavga yaratmak.
Kavgasız, hakaretsiz ve küfürsüz geçen 15 dakika bile göremezsiniz.
Bazen de karşılıklı sinkaflı küfürler, tehditler, yumruklaşmalar.
Sunucu kadın daha geçtiğimiz cuma günü uyarıyordu:
“Arkadaşlar lütfen sinkaflı küfür etmeyin, canlı yayındayız!..”

*  *  *

Bunların özel ekipleri var. Piyasa araştırması yapıp ne kadar saf, uçuk, küfürbaz, yakışıklı, kenarın güzeli cazgır tipler varsa, meşhur etme yalanlarıyla ekrana çıkarıyorlar.
Bazılarına göbek attırıyor, bazılarını soytarı olarak kullanıyorlar.
50 küsur yaşındaki bir zavallının, Anadolu tosunu bir garibanın karşısına dışarıdan cazgır karıları getirip evlenme pazarlığı yaptırıyor ve onu gülünç durumlara düşürüyorlar.
Dahası var! Senaryo gereği herkes birbirine aşık (!)
oluyor, sonra ilişkiler
kuruluyor, dışarıdaki gecelerde ise çok daha özel ilişkiler başlıyor.
Bunların kendilerini uyaracak aileleri, ana babaları, sevenleri yok mudur?
Ekranda meşhur olmayı uman bu zavallı tiplerin hiç mi onuru yoktur? Kullanılmanın bu kadarını içlerine nasıl sindirirler?

*  *  *

İçlerinde bazıları var ki, işi gücü bırakmışlar ve iki-üç yıldan beri aynı programlarda evlenme (!) adına boy gösteriyor.
İzleyici, öne çıkarılan tiplerin program tarafından maaşa bağlandığını, bazılarına özel
evler kiralandığını elbette
bilmiyor.
İşte size şen şakrak, cilveli, işveli ve örtülü kız! Gelen taliplerinden epeyce rağbet görüyor! Sonuçta herkesi reddediyor ama programın kilometre doldurmasını sağlıyor.
Karşılığında hem maaş alıyor, hem de Acarkent'te program tarafından kendisi için kiralanan lüks konutta kraliçeler gibi yaşıyor.
İşte size her programda göbek attırılan ve iki erkek arasında yaşadığı aşkta bir türlü karar veremeyen Roman kızı!
Her şey rol, her şey önceden belirlenen senaryolar!..

*  *  *

Evet, bu güya evlendirme programları toplumun yumuşak karnını iyi keşfetmiş. Evinde,
iş yerinde, mahallesinde beş on kişinin tanıdığı tipler oraya
çıkıyor, suratları ekranda görünüp tanınıyor…
Başarıya ulaşan maaşa bağlanıyor.
İçlerinde Rusya, İran, Azerbaycan, Afrika'dan gelenler bile var. İki küfür salladın mı, düzmece ağlama numarası
yaptın mı, iyi kavga edip sana verilen senaryoyu iyi oynadın mı, al sana maaş!
Sonra ilişkini özel gecelerde sürdür, sonuç ne çıkarsa bahtına!
Kaldıkları otellerin parasını zaten program ödüyor. Öyle programlar ki, reklam gelirleri sayesinde paraya para demiyor.
RTÜK bütün bu rezillikleri, küfür ve hakaretleri, özellikle getirilen seçmece tipleri, katılanların bile aşağılanmasını, toplumun göz göre göre kandırılmasını başarıyla izliyor, arada sırada para cezası kesmekle yetiniyor!
Toplumun bütün değer ahlak ve yargıları altüst edilmiş durumda.
Türkiye olarak televizyon programlarında bugüne kadar nice rezaletlere tanık olduk ama bu evlendirme programlarında olanlar kadarı hiç görülmedi.

Bu nasıl vefasızlıktır

Cuma günkü Milliyet'te Abbas Güçlü'nün Hasan Pulur abimizle ilgili yazısını okudum. Duygulandım, üzüldüm…
Birkaç gün önce Hasan abinin birinci ölüm yıldönümü. Mezarı başında bir anma töreni düzenleniyor. Ötesini Abbas'ın “Hasan Pulur ve Müthiş Yalnızlık” başlıklı yazısından özetle okuyalım:
“Hasan abi Türk basınının önemli duayenlerinden biriydi. Kimsenin adamı olmadı, mesleğinin onurunu ayaklar altına almadı. Anlatım dili sade ama vurguları can alıcı idi…
Geçen yıl 83 yaşında aramızdan ayrıldı. Salı günü ölüm yıldönümü idi…”
O gün için abimizin mezarı başında bir anma töreni düzenleniyor ama gelen giden yok! Ötesini Abbas Güçlü anlatıyor:
“Anma saat 11'de idi. İstanbul'un trafiği, yağmur falan deyip yarım saat daha bekledik. Hasan abi çok iyi bir gazeteciydi ama mesleki kurumlardan hiç kimse
yoktu.
Çok iyi bir yazar ve halk savunucusuydu ama okurlarından tek kişi gelmedi.
İyi bir arkadaştı ama arkadaşlarından bir kişi bile yoktu, (haftada bir cumartesi akşamları gittiği) meyhane arkadaşları bile!
Hasan abi çok iyi bir aile reisi, çok iyi baba, çok iyi bir dedeydi ama ailesinden de tek kişi yoktu.
Peki kim mi vardı? Sadece ve sadece Tunca Bengin ve ben. Evet, sadece iki kişi.
Bir de dua için gelen imam, organizasyonu yapan arkadaşımız ve iki foto muhabiri!
Hiç kimse bu kadarını hak etmez ama Hasan abi hiç etmez. Üstelik daha düne kadar aramızdaydı ve bu onun ilk ölüm yıldönümüydü…
Ölmeye ya da düşmeye görün, yanınızda kimse kalmıyor. Nedeni herkese göre değişir. Allah hiç kimseyi ne bu dünyada, ne de öbür dünyada yapayalnız bırakmasın.”

*  *  *

Abbas Güçlü güzel yazmış. Bizim meslek vefasızdır. Balık hafızalı Türk toplumu derseniz, daha da vefasızdır.
Her şey ve herkes kısa sürede unutulup gider.
Hasan Pulur bir zamanların bir numaralı gazetecisi idi. Dostluğundan onur duyduğum bu ustamızla ben de Milliyet ve Hürriyet çatıları altında birlikte çalışırken ilginç olaylar yaşamıştım…
İnanılması güç bir şeyler olduğunda bütün Türkiye “Tam Hasan Pulur'luk olay” derdi.
Onun böylesine unutulmuş
olması acıdır. Mesleğimizin adı resmen konulmamış olan kuralı ise bellidir:
“Yazdığın sürece varsın, sonra unutulup gidersin! İlle de ölmen gerekmez!”