Kültür-Sanat

"Senaryosu yazılmamış filmin eleştirilmesiyle Ahmet Şık'ın yayımlanmamış kitabından dolayı mahkûm edilmesi arasında fark yok"

"Fatih Akın Türkiye'de yaşasaydı hapse girebilirdi"

15 Ağustos 2017 14:11

Gazeteduvar yazarı İrfan Aktan, yönetmen Fatih Akın'ın Instagram'ında  'Rojava' afişini içeren bir posteri, 'yeni proje', 'direniş' tagleriyle paylaşmasını eleştiren Birgün gazetesi yazarı Cüneyt Cebenoyan'ı "Senaryosu yazılmamış filmin eleştirilmesiyle Ahmet Şık'ın yayımlanmamış kitabından dolayı mahkûm edilmesi arasında fark yok" sözleriyle eleştirdi. 

Aktan, Fatih Akın'ın Türkiye'de yaşasaydı hapse girebileceğini de belirterek "Şimdiki Türkiye’de (üç yıl önce böyle değildi) biri çıkıp Cüneyt’e yanıt yazarak 'hayır kardeşim, YPG şu, şu sebeplerden ötürü terörist değildir' dese muhtemelen hapse girer. " dedi.

Aktan'ın Gazeteduvar'daki yazısı şöyle:

Türkiye’den giden bir grup gazeteci olarak Müslüman Boşnakların sistematik bir soykırıma tabi tutuldukları Bosna Hersek’in Srebrenitsa kasabasındaki bir binanın üst katında iki kadın tarafından karşılanıyoruz. Soykırımın 22’nci yılı vesilesiyle ziyaret ettiğimiz Srebrenitsa’nın savaş öncesi nüfusu 30 bini aşkınken şu an 4 bin dolaylarında. Ormanlıklar içindeki dar bir vadiye kurulmuş olan bu kasabada cami ile kilise arasındaki mesafe birkaç yüz metre olsa da, katledilmiş insanların ruhu o ara mesafede tüm soğukluğuyla duruyor.

Misafiri olduğumuz Sara Srebrenitsa Derneği’ndeki Zehta ile Valentine, o mesafeyi kapatmak için mücadele yürüten iki kadın. Zehta Müslüman bir Boşnak, Valentine ise Hristiyan bir Sırp. Srebrenitsa belediyesi şu an Sırpların elinde. Nüfusun çoğunluğunu da onlar oluşturuyor. Üstelik dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilen ve Srebrenitsa’nın girişindeki ürpertici büyüklükteki mezarlıkla somutlaşan soykırımın varlığını bile inkâr ediyorlar. Dolayısıyla soykırımı kabul eden, bundan dolayı üzüntü ve utanç duyan Valentine’in işi, kasabada azınlığa düşmüş Boşnaklardan olan Zehta’ya göre çok daha zor. Çünkü Boşnaklarla birlikte barış mücadelesi yürüttüğü için vatan haini, casus, Sırpların yüz karası ilan edilmiş. Ama bu, onu yolundan geri çevirmemiş.

Valentine’i dinlerken ister istemez Türkiye’de yaşanan etnik gerilim ve bu gerilime karşı ortak mücadele yürüten Türklerle Kürtler geliyor akla.Ermeni soykırımı üzerine “Kesik” isimli filmi çektiğinden beri “Türklerin gururu” sayılmayan ve Türk milliyetçilerinin hedefine konan dünyaca ünlü yönetmen Fatih Akın, 19 Temmuz tarihinde Instagram hesabından bir afişin fotoğrafını paylaştı. Afişte YPJ’li olduğu anlaşılan bir kadının fotoğrafının altında “IŞİD’i ez. Özgürlük savaşçıları YPG ve YPJ’yi destekle. Rojava’daki demokratik devrimi savun” yazıyor. Şu aralar Berlin sokaklarını dolaşan herhangi biri, Alman anarşistleri tarafından yapılan bu afişle karşılaşabilir. Akın’ın da çerçevelenmiş bu afişi bir yerde görüp fotoğrafladığını, çekeceği Rojava filmiyle alakası olmadığını, zaten filminin senaryosunun bile henüz tamamlanmadığını biliyorum.

Ayrıca henüz senaryo yazım aşaması bile tamamlanmış bir filmin ne afişi hazırlanır ne de Akın gibi profesyonel bir yönetmen bunu paylaşır.

Fatih Akın söz konusu afişi Instagram hesabında paylaştıktan sonra Türkiye için tuhaf olmayan bir şey oldu. Sosyalist olduğunu iddia etmeyi sürdüren film eleştirmeni, Cüneyt Cebenoyan, Akın’a demediğini bırakmadı. Cüneyt’e göre Akın artık çaptan düşmüştü ve kendisini kabul ettirmek için Kürt meselesine “dalmış”, “bilmediği, anlamadığı konular üzerine ahkâm kesmişti”.

Bir film eleştirmeninin henüz senaryosu bile yazılmamış bir filmi eleştirmesiyle Ahmet Şık’ın yayınlanmamış kitabından dolayı mahkûm edilmesi arasında zerre fark yok. Ahmet Şık’ın başına getirilenlerden alışkın olduğumuz için kimse çıkıp “yahu bir film eleştirmeni olarak nasıl oluyor da henüz görmediğin, konusunu bile bilmediğin bir film üzerinden yönetmeni eleştiriyorsun” demeye bile gerek duymadı. Oysa meselenin düğüm noktalarından biri bu. Cüneyt çekilmemiş bir film üzerinden yönetmeni “eleştirebiliyorsa” Akın’ın o konuda film çekmesine kategorik olarak karşı demektir. Yani, ona göre Akın, Rojava konusunda iyi veya kötü, film çekemez, bu kadar net. Fatih Akın, Cüneyt’in tepkisinden haberdarsa, büyük olasılıkla epey eğleniyordur.

 

Fatih Akın Türkiye'de yaşasa hapse girebilirdi

 

Peki, BirGün gazetesinde “aydınlıkçı” yazılar yazmaya başlayan, zamanında aynı dergide yazdığımız, aynı yürüyüşlere katıldığımız, birbirine yakın “mahallelerde” yaşadığımız Cüneyt (bu nedenle ismiyle anıyorum) acaba Fatih Akın Türk değil de Kürt olsa, aynı tepkiyi gösterecek miydi?

Cüneyt, bildiğim kadarıyla Rojava, YPG, YPJ, vs, üzerine Kürtler tarafından çekilmiş veya çekilecek başka film veya belgesellere ilişkin aynı tepkiyi göstermedi. Meselenin bir düğüm noktası da bu. O halde Fatih Akın ünlü olduğu için mi, Türk olduğu için mi Cüneyt’in tepkisiyle karşılaşmıştı?

Cüneyt, yazdıklarıyla tepkisinin kaynağını açık ediyor: “CIA’nin emrindeki örgüt devrim yaparsa Fatih Akın da sinema yapar: Akın’ın yeni filmi ‘Rojava’. Standart Türk entelektüeli Batı hangi fikri pompalıyorsa, onu içselleştirir. Batı Erdoğan şahane lider derse, o da Erdoğan şahane lider der.”

Batı epey bir süredir “Erdoğan şahane” demediğine göre, Cüneyt’e bakılacak olursa “Türk entelektüeli”, Batı şahane bulmadığı için Erdoğan’ı artık desteklemiyor! O halde Cüneyt’in yazarlık yaptığı BirGün gazetesi de aslında Batı öyle istiyor diye Erdoğan’a karşı çıkıyor. Mantığın bizi götürdüğü sonuç bu değil mi?

Öte yandan Akın’ın paylaştığı afişi Türkiye’de paylaşmak hapis sebebi. Nitekim, önceki gün Hakkâri’de yapılan operasyonda 13 kişi benzer görseller paylaştıkları için gözaltına alındı. Cüneyt’in üç dönem oy verdiğini söylediği HDP’nin Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, YPG-YPJ’yi övmekten hapiste. Milletvekilliği ve parti üyeliği bu yüzden düşürüldü.

Fatih Akın da Türkiye’de yaşıyor olsa, bu afişi paylaştığı için pekâlâ hapse atılabilirdi.

Cüneyt, Habertürk’e verdiği mülakatta diyor ki, “Bir sanatçı içinde yaşadığı topluma ters gelebilecek, kendisini riske atacak şeyler söyleyebilmeli. Fatih Akın bunu yapmıyor.”

Peki, sosyalist olduğunu ileri süren Cüneyt, yazdıklarında kendisini riske atacak bir şey mi söylüyor, yoksa hem iktidarın hem de onu ayakta tutan kahir ekseriyetin alkışına mı mazhar oluyor?

Bir sosyalist elbette sosyalist bir hareketi eleştirebilir, o hareketin sosyalist olmadığını çeşitli argümanlara yaslanarak söyleyip belli bir kanaate varabilir. Ama eğer o sosyalistin vardığı kanaatin yanlış olduğunu yazacak biri hapis tehdidi altındaysa, o zaman devreye bir ahlaki kaidenin girmesi gerekir.

Şimdiki Türkiye’de (üç yıl önce böyle değildi) biri çıkıp Cüneyt’e yanıt yazarak “hayır kardeşim, YPG şu, şu sebeplerden ötürü terörist değildir” dese muhtemelen hapse girer. Dolayısıyla Cüneyt’in “eleştirisi” devlet koruması altındayken Cüneyt’in argümanlarına yönelik eleştiri ise devlet tarafından kısıtlanmış durumda. Herhangi bir örgütü, yapıyı, hareketi eleştirmek serbest (ki öyle de olmalı) ama o eleştiriye somut veriler üzerinden yanıt vermek devlet tarafından yasaklanmışsa eleştiriyi ilk başlatan, ister istemez devletin diline düşmüştür.

Öte yandan içine doğduğu baskıcı-tahakkümcü etnik kimliği ve onun argümanlarını reddetmesi, bir sosyalistin ilk vazifelerinden biridir. Tahakkümcü kimliğin argümanlarını hangi kişisel veya ideolojik sebeplerle kullanmaya başlarsanız başlayın, öncelikle sosyalist kimliğinizi reddetmeniz beklenir. Bu politik olduğu kadar ahlaki bir sorumluluktur. Hem iktidarın milliyetçi argümanlarını kullanıp –dolayısıyla onun güvencesi altında konuşup– hem de “ben sosyalistim” diyemezsiniz. Elbette Çanakkale belediye başkanını Diyarbakır-Sur belediyesiyle kardeşlik kurduğu için ihbar eden anarşist bir yazarın olduğu, ırkçı bir güruhun “Türk solu” ismiyle dergi çıkarabildiği bir ülkede milliyetçi söyleme başvurduğunuz halde sosyalist olduğunuzu iddia edebilirsiniz, ayrı mesele.

Ama eğer bir eleştiriyi baskıcı kimliğin argümanlarını reddederek değil kullanarak yapıyorsanız, o baskıcı kimliğe tepki sonucu oluşmuş veya inşa edilmiş kimlikçiliğe yönelik itirazlarınız sizi yine egemenlikçiliğin içinde tutar. Araya koyduğunuz mesafeyi hangi dille dolduruyorsanız, kimliğiniz odur. Mesafe aralığına devlet ve onun güç devşirdiği mütehakkim etnik kimliğin söylem ve argümanlarını mı, yoksa anti-Kürtlüğe de hizmet ettiği için “makbul” bulunan IŞİD’in sistematik katliamlarıyla karşı karşıya olan Kürtlerin taleplerini mi koyuyorsunuz? Sosyalist kalıp kalmadığınızı, sosyalist bir örgütün yapıp-ettiklerine yönelik tepkiniz değil, aranıza koyduğunuz mesafeyi nasıl bir duruşla doldurduğunuz belirler.

Mütehakkim milliyetçiliğin yüzyıllık saldırıları yüzünden oluşmuş Kürt milliyetçiliğiyle mücadele eden bazı “solcular”, bunu Türk milliyetçiliğinin argümanlarına yaslanarak yaptıkları müddetçe ne sosyalist olabilirler ne de sıradan bir Sırp kadını olan Valentine’in kahramanca duruşunun zerresini tadabilirler. Olsa olsa “sosyalizm” adına tepkilerini devlet koruması altında yapmanın konforunu yaşarlar.