Medya

"Sandığı işine geldiği gibi kutsallaştıran Erdoğan, meşru bir partinin seçmenini şeytanlaştırdı"

Gökhan Özgün, "Erdoğan iştahla yeni bir Gezi bekliyor ki milli damarı şişirsin" diye yazdı

27 Haziran 2016 13:39

Gökhan Özgün*

Bir kaç ay öncesi, yaşlı bir yakınım evinde kendine yardım edecek birini arıyor. Nihayet, birini buluyor. İşe almak için görüştüğü bu genç kadınından hoşlanıyor, her konuda anlaşıyorlar. Görüşme bitmiş, üzerinde konuşulacak bir konu kalmamış, kadın, yalnız, diyor, işe başlamadan önce size söylemem gereken bir şey var, bilmenizde fayda olabilir diye düşünüyorum. Yaşlı yakınım hafif tedirgin, nedir hayrola, diye soruyor.

Ben, diyor, genç kadın, ben HDP’ye oy veriyorum, bunu bilin de, ne olur ne olmaz.

Bu genç kadın bir Kürt, başı örtülü ve beş vakit namaz kılıyor.

Ve işe girmeden önce, sonradan başına dert açması pek muhtemel ‘sandık sabıkasını’ işverenine ‘itiraf’ ederek, tedbirli, öngörülü, dürüst ve daha da sarsıcısı kendi hakkında verilebilecek bir hükme karşı anlayışlı ve olgun davranmaya çalışıyor.

Bu genç kadın bir siyasi aktivist değil, öyle bildirilerin altına imza attığı falan da yok, durduk yerde siyasi nutuk atmak gibi bir iddiası da yok. Aslında fazla konuşan biri de değil. İş başvurusu yaptığı ev Sedat Peker’in evi değil, kimilerinin evi gibi Sedat Peker’in girip çıktığı bir ev de değil. Tam tersine, çok yaşlı ve kendi halinde bir çiftin ikamet ettiği, etrafta bir haftalık Cumhuriyet gazetelerinin yığılı durduğu, sıradan ‘laik’ orta sınıf bir ev. Kadın da bu evdeki sosyolojik tabloyu hemen çözecek kadar genç, uyanık ve şehirli.

Yaşadığımız bu günlerin üzerinden yıllar geçecek, mecliste hangi dayağın kime atıldığını, kimin ne zaman nerede mesnetsiz tutuklanarak içeri tıkıldığını, hangi ramazanda hangi kafenin basıldığını, anayasanın iktidar tarafından nasıl kevgire çevrildiğini,  Erdoğan, oyununu tam oynasın diye aynı anayasanın muhalefetin elinde nasıl tef gibi çalındığını, tabii ki unutmayacağız, unutmayacağım. Ama hafızamda bu ‘bilinen olayların’ sırası karışacak, bazıları aklımda kalacak bazıları aklımdan uçacak.

Fakat bu genç kadının bu ‘olaysız hikayesi’ hiç içimden çıkmayacak, iyice derinlere yerleşecek. ‘Akıl’ belki farklı çalışıyor ama siyasette ‘gönül’ işte böyle dipten işliyor.

Gelecekte bir gün, şu an 11 yaşında olan oğlum bana bugünleri anlatmamı isterse, bu ‘olaysız hikayeyi’ ona anlatarak işe başlayacağımdan eminim.

HDP’ye oy vermek ne demek?  Genç kadın ‘verdiği oyu’ niye sıradan iki yaşlı insana ifşa etmek gereğini duyuyor?

İşte Hitler Almanyasına benzeyen bir şey varsa, o, tam da bu.

Hem de ürkütücü derecede benziyor. 1930’ların sonları ve genç bir Yahudi kadın, yaşlı bir Alman çiftin yanında çalışmak üzere anlaşıyor. Konuşma tam bitmek üzereyken onlara “size bir şey söylemem lazım, ne olur ne olmaz, ben Yahudiyim, bunu bilin de…” diyor.

Böyle bir ifşaatta, kendinden çok karşısındakini koruma arzusu var. Sizi de bulaştırmayayım, var. İstemezseniz, anlayışla karşılarım, var. Var oğlu var. Dehşet verici bir ön kabul var. Çaresizce hem kendini reddedemeyiş hem de aynı anda kendinden vazgeçiş var.

HDP’li genç kadının verdiği bir oy. Altı üstü bir oy.

Bu anlamda Hitler Almanyasından da ürkütücü. Sandık demokrasisini işine geldiği gibi kutsallaştıran Tayyip Erdoğan, bir başka meşru memleket partisinin bütün seçmen kitlesini 1 yıl içinde şeytanlaştırmayı da başarıyor.

Bugünlerde demokrasi peşinde koşan herkesin tekrar tekrar yazdığı çizdiği artık tek bir mevzu kaldı. Hak, hukuk hatta kanun usul kalmadı. “Umut var mı?” ve “Ne yapmalı?”

Meclisin “anayasaya aykırı olmasına” rağmen dokunulmazlıkları kaldırdığı, devletin tek partileştiği, o tek partinin bütün medyayı ele geçirdiği, yine o tek partinin ‘paralel’ bir vergilendirme sistemiyle kendi siyaset havuzuna her gün para boca ettiği, babadan kalma faşizan millinin yine babadan kalma yerli devlet ideolojisiyle milletin meclisinde müstehcen bir kucaklaşma yaşadığı, rantın gelirden çok çok daha iyi dağıtıldığı, sürdürülebilir bir iç savaşın “kıyamete dek” arzulandığı bir memlekette nasıl bir demokrasi umudu olabilir, ben bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Türkiye’de ‘umut’ ve ‘şiddetli temenni’ birbirine karıştırılan kavramlar. Ben de karıştırıyorum zaman zaman. Umutsuzluk ise, vazgeçiş ve boyun eğmekle denk tutularak çok erkeksi siyasi arenamızda cepheden kaçış telakki edilen ve pek hor görülen bir his.

Ben artık umudu, umutsuzluğun kabullenilmesinde görüyorum.

Gezi’yi de bir hükümet yıkma girişimi, bir ayaklanma olarak değil, tam tersine bir umutsuzluğun dışa vurumu olarak görüyorum. Şehirli, modern ve hatta dünyalı olduğunu ve fakat tam da bu yüzden istenmeyen bir ‘azınlık’ a dönüştüğünü aniden farketmenin, cumhuriyet tarafından fena halde kandırıldığını birdenbire idrak etmenin endişeli ve genç öfkesi olarak yorumluyorum. Bu yüzden de tekrar edeceğini düşünmüyorum. Ama her büyük hayal kırıklığının ifadesi gibi çok kalıcı bir iz bırakacaktır.

Kürtler, 3000 yıldır yaşadığı, hem de azınlık değil kendi coğrafyasında çoğunluk olarak yaşadığı topraklardan bir azınlık siyaseti çıkarmayı başardı. Bu siyaset, 2015 Haziran seçimlerinde bir siyasi parti tarafından cumhuriyet tarihinde telaffuz edilmiş en net, en kılçıksız ve ‘evrensel’ demokrasi vaadini bütün Türkiye’ye Demirtaş’ın ağzından ulaştırdı. Ve HDP 6 milyonun üzerinde oy aldı. Bunun yaklaşık 1 milyonu Kürt olmayan seçmenden geldi.

Şimdi teker teker tutuklananların neredeyse hepsi HDP’nin yanında durduğu için tutuklanıyor. Hepsi terörist ilan ediliyor.

Her davanın etrafında milli ve yerli bir fırtına estiriliyor.

Sinir uçları kaşındıkça kaşınıyor. Tayyip Erdoğan sanki ellerini ovuşturarak iştahla yeni bir Gezi bekliyor, ki milli damarı biraz daha şişirsin.

Yeni suçun açık tarifi teröre destek vermek, ve fakat gizli tarifi, HDP’ye oy vermek, verdiği oyun, oy verdiği milletvekillerinin, parti başkanının arkasında ve yanında durmak.

Suç artık bireyselleşti ya, HDP kapatılmayacak, ama anlaşılan, hem milletvekilleri hem de yüksek sesle HDP’den yanında duranlar teker teker içeri atılacak. Parti kapatmak bundan daha az hasar verici bir siyasetti. Şimdi, bir siyasi parti bütün seçmenleri ve/veya bütün destekçileriyle birlikte yavaş yavaş içeri kapatılmak isteniyor.

Belki de en kestirmesi, HDP’ye oy veren her seçmenin kendi ellerine birer kelepçe takarak aynı gün aynı saatte evlerine en yakın karakola giderek teslim olması. “HDP’ye oy vermeye devam edeceğim” ifadesi onların teröre destek vermek suçundan tutuklanmaları için yeterli olacaktır. Çünkü şu an geçerli ceza sistemimiz, HDP’ye oy vermiş olmayı henüz suç olarak görmese bile, oy vermeye devam etmeyi, ’her şeye rağmen’ bu konuda kararlı olmayı (bu çok önemli) ve bunu ifşa etmeyi  açık seçik terör suçu olarak yorumluyor. Bakalım 6 milyon kişi aynı anda teslim olunca, Türk ceza sistemi bunun altından nasıl kalkacak.

Türkiye’deki demokratların artık bir şekilde azınlık siyaseti yapmayı öğrenmeleri gerekiyor. Umutsuzlukta bulduğum umut bu benim. Umutsuzluk sonuçta umudun çok çok sabırlı hali. Çünkü bir de umudun ve umutsuzluğun ötesinde yaşamak var, ki o da bize çok yabancı değil.

Yazmaya çizmeye gelince, bence artık tek bir işe yarıyor, memleketin ifade alanının her gün değişen mayın haritasını resmetmeye ve kaydetmeye yarıyor. O kadar. 


Gökhan Özgün'ün 'Ben HDP’ye oy veriyorum…' başlıklı yazısı ilk olarak Nokta Dergisi'nde yayımlandı