Gündem

Saldırganın "FETÖ'cü" diyerek ihraç ettirdiği eski dekan: Akli dengesi yerindeydi, hedef gözetiyordu

"Her türlü muhbirlik faaliyetini yayarsanız, bu sonuçların oluşması son derece doğal"

09 Nisan 2018 12:20

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde 4 akademisyeni öldüern Volkan Bayar’ın 'FETÖ’cülükle suçladığı 120 kişiden biri olan Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Selahattin Turan ve bir dönem çalıştığı Osmangazi Üniversitesi’nde defalarca soruşturmalara maruz kalan Nuriye Gülmen, saldıraya ilişkin konuştu. Gülmen, Volkan Bayar aşağılık bir katil’ deyip işin içinden sıyrılmak çok kolay. Ama mesele bu kadar basit değil. Siz, her türlü muhbirlik faaliyetini yayarsanız, insanları itirafçılığa teşvik ederseniz, ki Cumhurbaşkanı bunu bizzat kendisi yaptı, bu sonuçların oluşması son derece doğal" dedi. 

Prof. Dr. Turan, Bayar'ın akli dengesinin yerinde olduğunu söyleyerek, "Davranışlarının saldırgan olduğunu söyleyebilirim, ama akli dengesinin bozuk olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hedef gözetiyor. Örneğin katlettiği iki kişinini ikisi de Gaziosmanpaşa Üniversitesi’ne dönecekti, kendisi de dönecekti, onları kendisine rakip olarak görüyordu" ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Turan ve Gülmen'in Birgün'de Meltem Yılmaz'la yaptığı söyleşisi şöyle:

»2016’ya kadar dekanı olduğunuz Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde yaşanan katliam hepimizin kanını dondurdu. Bu kişi hakkında ne biliyorsunuz?

Selahattin Turan: Bu kişinin geçmişine baktığımızda, 2006’da lisansüstü eğitimine başlamış, 13 yıldır devam ediyor. Normalde 7 yıldır bitmesi gereken eğitimine hâlâ devam eden bir şahıs. Gittiği her okulda hocalara, öğretim elemanlarına saldırgan tavırlar gösteren, tehdit eden bir kişi. Sonra Osmangazi’ye YÖK onayıyla geliyor. Üniversitemize geldiği günden itibaren, sürekli ‘Ben FETÖ ile mücadele ediyorum’ diyerek, insanları FETÖ’cü olarak yaftalayak sağa sola elektronik postalar atmaya başladı. İnsanları tehdit etmeye başladı.

»Siz o sırada dekandınız. Size yönelik bir tavrı oldu mu?

S. T: Sonuçta YÖK tarafından gönderildiği için ben dekan olarak, enstitü müdürü ile bu kişiye çok telkinde bulunduk, doktorasını bitirsin diye. O dönem, bunun geçmişini bilen kişiler vardı ve danışmanlığını almak istememişlerdi. Ben kendisini defaatle odama çağırıp, ‘Çalışın, doktoranızı bitirin’ diyordum. Tamam deyip geçiyordu genelde. Bu süreçte mesaisine bağlı da değildi.

»Ne zaman saldırganlaşmaya başladı?

S. T: 15 Temmuz’dan sonra. O tarihten sonra, belli yerlere çalıştığını söyleyerek, öldürdüğü iki kişiyi sürekli korkutuyormuş. Sonra halka git gide genişledi. Aralarında benim de bulunduğum, fakültenin yüzde 80’i hakkında, dilekçe yazıp Emniyet’e ve bazı milletvekillerine gönderiyormuş. Hakkımızda hiçbir somut kanıt olmadan FETÖ’cü diyormuş. Örneğin yurtdışından doktoralı kadın öğrenci gelmişti, ‘Bu kişi yurtdışında FETÖ’nün evlerinde kaldı’ diye iftira atmış ona. Çünkü onu kendisine rakip görmüş.

»Bu dilekçelerden sonra neler yaşandı?

S. T: Biz bu kişinin verdiği dilekçeler ile Ahmet Aypay, Yalçın Bay’ın da aralarında bulunduğu dört akademisyen olarak üniversiteden ihraç edildik. Sonrasında da her yere başvurduk, dilekçe verdik, Rektörlüğe ve YÖK’e sözlü ve yazılı ifadelerde bulunduk, bu kişiye itibar etmeyin diye. Süren yargılamalarda iki arkadaşımız hapis de yattı, ama sonuçta 7 ay önce dördümüz de beraat ettik. Daha vahimi, mahkemeler devam ederken, bu kişi gidip savcılığa dilekçe vermeye devam etmiş, ‘Bunların yaptığı proje 'FETÖ’cü’ diye. Zaten bu adamın şöyle bir stratejisi vardı, açıyor KHK’yı oradan 5- 10 kişiyi buluyor, kimin onlarla bir arkadaşlığı ya da selamı varsa, onu da şikâyet ediyor. Örneğin benim hakkımda o yöntemle dilekçe yazmış.

»İddia edildiği gibi akli dengesinde bir sorun var mıydı gözlemlerinize göre?

S. T: Davranışlarının saldırgan olduğunu söyleyebilirim, ama akli dengesinin bozuk olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hedef gözetiyor. Örneğin katlettiği iki kişinini ikisi de Gaziosmanpaşa Üniversitesi’ne dönecekti, kendisi de dönecekti, onları kendisine rakip olarak görüyordu. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra o iki araştırma görevlisini çok hedefe alıyordu, bu kişiler de tehdit edildiklerini söylüyorlardı. Ben de “İlgili yerlere dilekçe verin” demiştim. Bu kişiler de korktuklarını söylediler, vermediler. Aslına bakarsanız, olayların bir yerden patlayacağı belliydi.

»Peki bugün Türkiye’de, bu muhbirler nedeniyle, akademide nasıl bir yapı oluşmuş durumda? 

Akademide zaten var olan kişisel düşmanlıklar ve çekememezlikler, birbirinden öç almaya dönüştü. Yöneticilerin basiretli, sağlam duruşlu olmayışları, bu iftiralara itibar etmeleri ve soyut kanıtlarla hareket etmeleri bu sonucu doğurdu. Kadro için ayak kaydırmalar katliama dönüşüyor.

»Ve hep vurgulandığı gibi, bu tip kişiler FETÖ ile mücadeleyi engelliyor…

S. T: Bence mücadeleye büyük zarar veriyor ve hatta evet, engelliyor. Akademide FETÖ ile mücadelede yapılması gereken şu: Başbakanlık’tan YÖK’e, YÖK’ten de üniversitelere işlem başlatılması için gönderilen listeler var. Bu listelerin dışına çıkıldığını düşünüyorum. Bu olay vesilesiyle, üniversitelerde kim hakkında işlem yapıldı, bunların YÖK tarafından gözden geçirilmesi gerekiyor.

»İçinden geçtiğiniz süreç sizi nasıl etkiledi?

S. T: İlkokuldan doktorama kadar bütün öğrenim hayatımı devlet bursları ile okumuş bir eğitim politikaları danışmanıyım. Bugüne dek 30- 40 bin sayfa metin yazmışım ve bir tek çalışmamda Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, bu örgütlerin lehine bir cümle bulamazsınız. Aksine bu yapıları eleştiren birçok makalemi bulursunuz. Ama rektörülüğün 10 dakikalık soruşturmasında gördüklerim beni çok olumsuz etkiledi. Ben 1 buçuk yıldır akademik hayattan uzağım, öğrencilerimden uzağım. Ciddi şekilde psikolojim bozuldu. Böyle olmaz, böyle basiretsiz rektörlerle bu iş gitmez. Bizim beraatimizin üzerinden 7 ay geçmesine rağmen her yere dilekçe verdik bekliyoruz, 1 buçuk yıldır maaşım yok, sigortam yok.

»Bugünden itibaren üniversitlerde acilen ne yapılmalı?

S. T: Akademik liyakata dayalı atama! Başarılı akademisyenleri koruma gibi objektif bir politika bir an önce hayata geçirilmeli. Bizim görevimiz akademinin özgür düşünmesini sağlama, araştırma ve toplumu bilgilendirmedir. Ama medyaya görüşlerimizi açıklamamız bile suç sayılıyor. Ben de zaten karar verdim, bu röportajdan sonra bir daha medyaya konuşmayacağım.

‘Biz bu saldırılara karşı da direndik!’

»Siz bir dönem çalıştığınız Osmangazi Üniversitesi’nde de pek çok soruştrumaya maruz kalmış bir isimsiniz. Üniversitedeki katliam olayı size ne düşündürdü?

Nuriye Gülmen: Orada çalıştığım süre boyunca 3 soruşturma geçirdim. Sürekli psikolojik baskı ve yıldırma uygulamalarıyla karşılaştım. Berkin Elvan’ın katledilmesini protesto eylemine, Gezi sürecindeki eylemlere katıldığım ve sendikamın aldığı grev kararına uyduğum için 1 yıl ve 2 yıl kademe durdurma cezaları ve maaştan kesme cezası aldım. Muhbir akademisyen tipi o zamandan hayata geçirilmeye başlanmıştı.

»Bu muhbir akademisyenler nasıl hareket ediyordu?

N.G: Şu anda akademide inanılmaz bir korku ortamı var, acaba ihbar edilir miyim, işimden atılır mıyım diye. Üniversitelerde komite gibi çalışan, muhbirlik faaliyeti yapan birimler oluştu. Selçuk Üniversitesi’nin bana Fethullahçı yapılanmayla ilişkili olduğuma yönelik açtığı soruşturma, açıktan muhbirliğe teşvik eden bir soruşturmaydı. İhbarcılık yapın, sizi aklayalım diyorlar üstü kapalı bir biçimde…

»Yani bu katliam ortamı göz göre göre geldi?

N.G: ‘Volkan Bayar aşağılık bir katil’ deyip işin içinden sıyrılmak çok kolay. Ama mesele bu kadar basit değil. Siz, her türlü muhbirlik faaliyetini yayarsanız, insanları itirafçılığa teşvik ederseniz, ki Cumhurbaşkanı bunu bizzat kendisi yaptı, bu sonuçların oluşması son derece doğal. Dolayısıyla bu ölümlerden iktidarın kendisi sorumlu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörü Hasan Gönen ve muhbirlik faaliyetini yayan, yapan tüm idareciler sorumlu. İnsanların birbirini ihbar ettiği bir çalışma ortamında ne bilim yapılabilir ne de eğitim verilebilir. Orada kokuşma ve ahlaki çürüme vardır.

»Siz de aslında bunlar olmasın diye de direnmiştiniz...

N.G: Evet. Biz direnişi bir seçenek olarak değil zorunluluk olarak gördük. Bir yanıyla üniversitelerde, muhbirlik yapanlar değil, biz olmalıyız.Diğer yanı ise şu: OHAL uygulamalarına, işten atılmaya katşı direnmek aslında az önce bahsettiğim çürümenin önüne geçmek için de yaptığımız bir şey. Ne kadar çok kişi OHAL’e ve OHAL’in getirdiği uygulamalara karşı direnir ve mücadele ederse bu tarz olaylarla o kadar az karşılaşırız.

Açlık grevinize toplumdan ciddi bir destek gelmişti, iktidarın söylemleri de hâlâ hafızalarda...

N.G: Hepsi yıldırma faaliyetiydi, bize destek olan insanları alıkoyma, bizi tecrit etme faaliyeti. Ama biz tutuklandıktan sonra açlık grevine devam edince halktan daha fazla destek geldi, terörist söylemleri işe yaramadı zira herkes biliyor ki onlara göre kendileri gibi düşünmeyen herkes terörist. Çok çaba sarf ettiler bizi tecrit etmek için, terörist olduğumuzu iddia eden kitapçıklar hazırladılar, adımızın söylenmesini bile yasakladılar. Ama bu yaptıkları onların acizliği idi, iki eğitimciye boyun eğdirememenin acizliği. Ve sonuç alamadılar, o sahiplenmeyi kıramadılar.