Yaşam

Sahra Çölü'nü bisikletle geçti: Kum fırtınası, kavurucu güneş, geceleri buz gibi hava; "Ulan neden buradayım" dedim

"Manyağa bağlamaz olur muyum; ıssız yollarda müzik dinleyip bisikletimle dans ettim"

19 Mart 2017 14:59

Afrika'da 54 ülkeyi bisikletle kat etme projesini anlatan belgeselci ve yazar Hasan Söylemez, projenin birinci etabı olan Sahra Çölü'nü bisikletle nasıl geçtiğini anlattı. "Toplamda 2350 kilometre pedal çevirdim. Bunun 42 günü ve 1850 kilometresi Sahra Çölü’nde geçti. Kurt görmedim, kuşa da az rastladım" diyen Söylemez, çölü geçmenin zorluğunu anlatırken "Manyağa bağlamaz olur muyum? Bazen sinirlerim altüst oluyordu. Bir yanda kum fırtınası, o dinince kavurucu güneş, gece olduğunda dondurucu hava… Rüzgâr desen her saniye var. Bir de karşıdan veya yanlardan de esti mi, çıldıracak gibi oluyorsun! Zaman zaman avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Ama rüzgâr öyle sert esiyordu ki, resmen sesimi çalıp götürüyordu. Düşünsene bağırıyorsun ama kendi sesini bile duyamıyorsun! Ne kadar ürkütücü değil mi?" ifadesini kullandı.

Hasan Söylemez'in Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:

- Hasan ya… Sen ne yaptın ya! Kafayı mı yedin? Afrika’daki 54 ülkeyi, yani 60 bin kilometreyi bisikletle dolaşmaya nasıl karar verdin?

Yaptıklarımı duyan herkesin ilk tepkisi bu oluyor: ‘Kafayı mı yedin’, ‘Kontağı mı yaktın’... Alıştım artık! Aklı başında, normal insanlar gibi bir hayat sürmeyi denedim ama hep bir şeyler eksik kalıyordu. Ben de böyle bir adamım işte, içinde bulunduğumuz çemberin dışındaki bilinmezlik beni çekiyor. Bitmez tükenmez bir merak ve keşif duygum var. Deliyim abi ben! İyi ki de öyleyim! Bak atladım Afrika’ya geldim, şahane bir macera beni bekliyor. Afrika’daki ülkeleri bisikletle dolaşmak en büyük hayalimdi. Tam altı yıl bu hayalle yaşadım. Ve sonra pedal dönmeye başladı...

- Daha önce Türkiye’yi dolaştın ama Afrika başka… Daha büyük bir çılgınlık! Altında yatan dürtü ne?

Mistik bir kıta oluşu beni hep baştan çıkarıyordu. Afrika’nın, izlediğim belgesellerden ibaret olmadığını biliyordum. Perde arkasını merak ediyordum. Afrika, ana kıta. İnsanlığın dünyaya yayıldığı yer. Burada bir doğum var. İnsanın ve tabiatın özü var. Saflık ve doğallık var. Gerçeğin ne olduğunu bilmiyorum ama sanırım perde arkasında biraz da onu arıyorum…

- Kendini kendine mi kanıtlamaya çalışıyorsun? Kendi sınırlarını mı aşmaya çalışıyorsun?

Doğrusu ben sadece içimdeki sese kulak veriyorum! Ne kendimle ne zamanla ne de bir başkasıyla yarışıyorum. Yıllardır içimde sürekli beni Afrika’ya çağıran bir ses vardı. Bu sesi susturmak için defalarca gelip gittim. Daha önce Sahra Çölü’nde günlerce develerle yolculuk yaptım, Ruanda’da Burundi ve Kongo sınırlarındaki dağ köylerinde gece gündüz demeden dolaştım, Tanzanya’da Serengeti’nin ortasında çadır kurup yattım, Kenya’nın altını üstüne getirdim ama ne zaman Türkiye’ye dönsem hep bir eksiklik hissettim. Meğer bu yolculuklarımın hepsi keşif amaçlıymış, bu geziye hazırlıkmış.

- Tebrik ediyorum! Üç yıl sürecek bir maceranın en zorlu aşamasını tamamladın. Dünyanın en belalı çöl geçişlerinden biri kabul edilen Batı Sahra ve Moritanya Sahra’yı aştın. Üstelik kurda kuşa yem olmadan… Nasıl yaptın?

İnsanın aşkla tutunduğu bir hayali olmasa çölde bu kadar uzun süre bisikletle yolculuk yapmak çekilecek şey değil! Ama Afrika yolculuğumda bu güzergâhı geçmek zorundaydım. Başka alternatif yol yoktu. Toplamda 2350 kilometre pedal çevirdim. Bunun 42 günü ve 1850 kilometresi Sahra Çölü’nde geçti. Kurt görmedim, kuşa da az rastladım!

- Manyağa bağlamadın mı?

Bağlamaz olur muyum? Bazen sinirlerim altüst oluyordu. Bir yanda kum fırtınası, o dinince kavurucu güneş, gece olduğunda dondurucu hava… Rüzgâr desen her saniye var. Bir de karşıdan veya yanlardan de esti mi, çıldıracak gibi oluyorsun! Zaman zaman avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Ama rüzgâr öyle sert esiyordu ki, resmen sesimi çalıp götürüyordu. Düşünsene bağırıyorsun ama kendi sesini bile duyamıyorsun! Ne kadar ürkütücü değil mi?

- Ölmekten korkmadın mı güzel kardeşim?

Korkularla dolu bir kafada, hayallere yer yok! Benim de öyle korkularım olmadı… Benim kafamda hayaller ve içimde capcanlı duran kocaman bir umudum var. Eğer umudumu kaybetseydim sıkıntı olurdu. Kaybetmedim…

- Peki hiç vazgeçme noktasına gelmedin mi?

Hayır vazgeçmek aklıma gelmedi ama itiraf edeyim, “Ulan ne işim var benim burada, lanet olsun! Bir an önce bitirip kurtulayım. Eğer bu çöl bittiğinde, bir daha çöle gidiyorum dersem, eşek sudan gelinceye kadar dövsünler beni” dediğim bir an oldu. Ama sonra hemen geçti…

- Ağlamadın mı?

Bir keresinde az kalsın ağlıyordum. Şiddetli bir kum fırtınasına yakalandım. O minik kristal kum tanecikleri, vücuduma çarptıkça sanki iğne batıyordu. Yol kenarında durup, bisikletimi kendime korunak yaptım ve sırtımı ona dayadım. O esnada yanımdan kamyon geçti ve onun rüzgârı da fırtınaya dahil olunca, 60 kiloluk bisiklet üzerime devrildi. Bisikletin altından çıkıp, ayağa kalktığımda, bu defa rüzgâr savurdu. O anki çaresizliğime ağlamak üzereydim! Ama fırtına dinip, güneş kum bulutlarının arasından görünmeye başladığında sanki hiçbir şey olmamış gibi yüzümde salak bir gülümsemeyle yola devam ettim…

- Iron Man değilsin, olimpiyat sporcusu değilsin. Neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?

Kimseye bir şey kanıtlamaya çalışmıyorum yahu! Ben bir hayalperestim. Hayallerimin peşinden gidiyorum. Bütün samimiyetimle söylüyorum, Iron Man olmaya da gerek yok, kafaya takan herkes bu yolculuğu yapar abi! Hiç kimse, kendi hayalini de kafasında imkânsız hale getirmesin. İstesinler, inansınlar ve hayallerinin peşinden gitsinler. Detaylar ve eksikler hiç bitmiyor. Onlarla boğuşmasınlar, sadece ilk adımı atsınlar…

- Yaşaaaaa! 3 yıl Afrika’da pedal sallayacaksın ve rastladığın insanlara ‘en büyük hayalleri’ni soracaksın... Sonra bunun da belgeselini yapacaksın…

Evet. Bugüne kadar Afrika’daki kültürler, inançlar, yaşam biçimleri, iç savaşlar, açlık, hastalık, vahşi yaşam üzerine belgesel çekildi. Ama kimse orada yaşayanların hayallerini sormadı. Onların hayattan beklentilerini, dünyadan ne istediklerini veya ne istemediklerini... İşte ben kendi hayalimi gerçekleştirirken, yolda karşılaştığım Afrikalılara, onların hayallerini soruyorum. O insanların hayallerini, kendi sesleriyle duyurmalarını istiyorum…

- Şu ana kadar ne tür cevaplar aldın?

Mesela çölde yaşayan bir marangozla karşılaştım. Şehirdeyken marangozluk eğitimi almış ama yaşadığı bölgede ağaç yok. Çölde deve çobanlığı yapıyor. En büyük hayali kendi mesleğini yapmaktı. Büyüdüğünde kral olmak isteyen çocuk da vardı. Avrupa’ya kaçma hayali olan gençler, iyi bir eğitim almak isteyenler, bağımsızlık isteyenler, barış isteyenler. Hayaller özgür olmalı. Hayallerinin başkaları tarafından kontrol edildiğini söyleyen bir gençle de uzun uzun sohbet ettim…

- Sen şu an kendi hayalinin içinde misin?

Aynen öyle! Tam olarak hayallerim içinde yaşıyorum! Ama onları hayat geçirmek için de dibine kadar uğraşıyorum. Hayal kurup, yan gelip yatmak yok. Mücadele edeceksin. Fakat her şey önce hayal kurmakla başlıyor…

- Artık Türkiye’de insanlar hayal kuramıyor mu?

Bence kuramıyorlar. Çünkü önlerini göremiyorlar. Günü kurtarıyorlar sadece. İnsanların mutsuz olma sebeplerinden biri bu; hayal kuramıyorlar. Kuracakları hayallerin gerçekleşebileceğine dahi inanmıyorlar. Bizim de hatamız var, en küçük sıkıntıda hemen pes ediyoruz. Mücadele etmeye üşeniyoruz. Bu nedenle hayal kurmayı da unutuyoruz. Oysa hayal kurmak umuttur, zorluklara karşı motivasyon gücüdür. Kurulan hayaller, insanları mutlu eder ve pozitif düşünceyi harekete geçirir…

"Her akrep ve dev sarı örümcekler 'Hoşgeldin' diyebilir"

- Çölün en korkunç yanı neydi?

- Bazı yerlerde ölmüş deve ve eşek leşleri gördüm. Bu leşleri yemeye gelen böcek bile yoktu. Güneş, kum ve rüzgâr bu leşleri yiyordu. Bazı yerlerde ise tam tersi; mola verdiğim vakitler yoldan ayrılmaya bile cesaret edemiyordum. Çünkü her an akrep ya da akrebe benzeyen dev sarı örümcekler çıkabiliyordu.

- Gökyüzü, geceleri farklı mı çölde?

Hem de nasıl! Hava açıksa gökyüzü bütün cömertliğiyle seni yıldızlar arası bir yolculuğa çıkarıyor. Afrika’da gökyüzü bambaşka…

- Su işini nasıl hallettin?

Bisikletimde 15 litre su taşıdığım oldu. Ama yolumun üzerinde 100-150 kilometrelik aralıklarla küçük bir yerleşim birimleri bulunuyordu. Suyu oralardan temin ediyordum. Bir keresinde suyum bitti ve iki gün boyunca yerleşim yeri görmedim. Yoldan geçenleri durdurup su istedim. Suyu olan veriyordu…

- Serap gördün mü?

Eğer açlık ve susuzluk varsa ve derin bir içsel yolculuktaysan, serap görmeye başlıyorsun. Ben görmedim ama bazen içsel yolculuğumda dikkatimin dağıldığı ve bisikletten düşme tehlikesi yaşadığım anlar oldu!

- Peki ne yedin?

Yanımda bana en az beş gün yetecek kadar kumanya taşıyordum. Çantamda makarna, pirinç, müsli, peynir, zeytin, konserve, ekmek, ceviz, badem, incir, kuru üzüm ve bisküvi vardı…

- Çölü sağ salim bitirince, felsefi olarak başka bir noktaya sıçradın mı?

O sıçrama bir anda olmuyor! Biraz sindirmek gerekiyor. Elbette bir değişim yaşanıyor. Bunu zamanla fark ediyorsunuz…

- Karşılaştığın insanlar ne yapıyordu?

Şehirler ve kasabalarda hayat, sabah sekiz buçukta başlıyor. Ama dükkânlar açıldıktan iki saat sonra kapanıyor. Öğleden sonra saat 16.00’ya kadar herkes evine çekiliyor…

- Neden?

Sıcaktan! Ama soğuk havada da aynı şeyi devam ettiriyor, çünkü bunu bir rutin haline getirmişler. Ama akşam olduğunda sokaklar ve pazarlar cıvıl cıvıl! Köylerde de durum aynı. Kimse, bir yerlere yetişme telaşında değil. Herkes çok rahat ve ağır hareket ediyor...

- Ne güzel!

Evet. Çöldeki yaşamı, tamamen develer ve keçiler kontrol ediyor. Berberiler, Sahraviler ve diğer çöl kabileleri, hayvancılık yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Sabah erkenden hayvanlarını, dikenli çöl bitkileriyle beslemek için otlatmaya götürüyorlar. Akşam tekrar çadırlarına dönüyorlar. Çadırda onları bekleyen aileleri de, o esnada günlük işleri hallediyor, hayvansal gıdaların satılacak olanını hazırlıyor, kasabaya götürüyorlar. Bir de Atlantik kıyısındaki yüksek falezlerde oltayla balıkçılık yapanlar var. Bir tarafta uçsuz bucaksız dünyanın en büyük sıcak çölü, diğer tarafta uçsuz bucaksız Atlantik Okyanusu! Çok acayip bir tezat… Müthiş yerler… Olağanüstü güzel bir coğrafya… Şiir gibi güzel!

- Geceleri nerede uyuyordun?

Kasabaya ulaşmışsam, pansiyonsu bir yerde. Benzin istasyonuna denk gelmişsem mescitte. Hiçbir yerleşim yeri yoksa çadırımda…

- Akreplerden filan korkmuyor muydun?

Çadırımın fermuarını kapattığımda, dünyanın en güvenli yeri haline geliyor. Ya da ben öyle hissediyorum. Problem yok, korku yok, hep güzel hayallere ve hedefe kilitlenmek var…

"Çalıştım, dolaştım, aşık oldum ve şimdi yine yollardayım"

- Beş parasız çıktığın Türkiye turunu gerçekleştirdikten sonra, öncesinden farklı bir Hasan olarak mı hayata devam ettin?

Aynen öyle! Yolculuğun bana kazandırdığı en güzel şeylerden biri de, hayatımda ilk defa babama “Seni seviyorum” diyebilmem oldu. Diyememiştim daha önce. O da bana söylememişti. Çünkü öyle bir kültürde yetişmedik. Birbirimizi seviyorduk ama duygularımızı ifade edemiyorduk, kelimelere dökemiyorduk. Ben o yolculuktan sonra daha açık bir adam oldum. Babamı da zaten birkaç ay sonra kaybettim. Daha bir sürü acı şey yaşadım. Bütün bunları atlatıp, ayakta kalabilmem yolculuk sayesindedir…

- Aradaki 7 yıl nasıl geçti?

Parasız Türkiye yolculuğumu anlattığım ‘Hayata Yolculuk’ adlı bir kitap yazdım. Kısa sürede çok satanlar listesine girdi. TRT1’de ‘Yoldaki Haber’ adında 30 bölüm yayınlanan belgesel haber programını hazırlayıp sundum. Yüzlerce söyleşiye gittim, binlerce kitap imzaladım, çalıştım, dolaştım, âşık oldum, güldüm, eğlendim ve işte yine yollardayım…

- Bu yeni proje başlayanınca kadar nasıl sabrettin?

Hep “Bir gün mutlaka” dedim. Çünkü “Bir gün mutlaka” umuttur…

- Sen en çok yollarda mı mutlusun?

Ben sınırlanmadığım ve zorundalık hissetmediğim her yerde mutluyum…

"Kendimi korumak için biber gazım ve çakım var"

- Bu yolculuk için nasıl bir hazırlık yaptın?

Valla, her gece bir kucak hayale sarılıp uyudum. Kendimi bu şekilde besledim. Bu yolculuğa da antrenmansız çıktım. İlk bin kilometreyi antrenman sayıyorum!

- Bu bisiklet, Türkiye turunda kullandığından farklı mı?

Evet, yaklaşık 60 bin kilometre yolculuk yapacağım. Daha sağlam ve daha dayanıklı bir bisikletim var şimdi. Eski bisikletim de halen evdeki yatak odamda duruyor. Onun ismi Kurtik’ti. Kurtik, çocukluğumda kenger toplamak için lastik ayakkabılarla her hafta tırmandığımız Muş’un en büyük dağıydı. Bu bisikletimin ismini de ilk defa sana söylüyorum. Adını ‘Sahara’ koydum. “Kendi ismini, kendi bulacak!” diyordum. Dünyanın en büyük sıcak çölünü bana hiçbir sıkıntı yaşatmadan geçerek bu ismi kendi hak etti!

- Uydu telefon filan var mı yanında?

Belgesel çektiğim için teknolojinin bütün nimetlerinden faydalanıyorum. Uydu takip cihazı, telefonlar, bilgisayar, kameralar vs. Yanımda taşıdığım ekipman çok fazla. Tek başıma dev bir prodüksiyon yapıyorum!

- Kendini koruyacak bir şey var mı?

Sadece biber gazı ve bir adet çakı…

- Türkiye turunda para yoktu yanında… Burada var mı?

Bu yolculuğun içinde belgesel var. O yüzden meteliksiz yola çıkmak olmazdı. Makul bir miktar param var…

- Bu 54 ülkenin hepsi güvenli mi?

Ne yazık ki hayır! Ama bu sadece Afrika’ya özgü değil. Artık dünyanın hiçbir tarafında güvende değiliz. Bu ülkeler arasında da ciddi güvenlik sorunu olanlar var. Dikkatli olmaya çalışıyorum. Bakalım beni ne maceralar bekliyor…

"Çöldeki yeşil alanlar her türlü haşerenin cirit attığı yerler, uzak duracaksın"

- Nasıl bu kadar güçlü bir zihin odaklanmasına sahipsin?

Koca siyah noktanın içindeki minik beyaz lekeyi arayıp buluyorum ve o minik beyaz lekeyle koca siyahı beyaza boyuyorum…

- İyiymiş! Geçen sefer, ağzınla kuş tutmuştun. Dişlerin kırılıyordu az kalsın, bu sefere neler atlattın…

Mesela çölde gördüğüm yeşil alanlarda, çadır kurmamayı, deneyimleyerek öğrendim. Oralar her türlü haşerenin cirit attığı vahalar. Kıpırdayan her canlıyı ham yapıyorlar! Sonra ne kadar yorgun olursam olayım, kumda ayaklarımı uzatırken de dikkatli olmalıyım. Her an elimi dev bir örümcek veya akrep kapabilir!

"Dünyanın en güzel gülümseyen adamı"

- Çölde dünyanın en güzel gülümseyen adamını görmüşsün onu anlatır mısın?

”Bir erkek ne kadar güzel gülümser?” diye sorarsanız, Moritanya çölünde keçi çobanlığı yapan Abdou’yu gösteririm. Abdou, sabah erken saatlerde keçileri alıp çöllere götürüyor. Gün batımında tekrar eve dönüyor. Keçiler de onun değil. Çöldeki benzin istasyonun sahibine çobanlık yapıyor. Çok parlak bir hayatı yok yani ama hep bembeyaz dişleriyle gülümseyip etrafına mutluluk saçıyor. Onu izlerken bile insan kendini tüy gibi hafiflemiş hissediyor!

- Bizler hayal kurmayı mı unuttuk? Bu proje, insanlara hayallerinin peşinden gitme umudu mu verecek?

İnşallah verir! Amacım o, herkese hayal kurdurarak, yarına dair yaşam umudunu arttırmak. Eğer hayal kurmayı tekrar hatırlarsak, yenilikçi ve farklı fikirlerimizi de ortaya çıkarabiliriz. Kendi potansiyelimizi ve yapabileceklerimizi görünce de güzel bir gelecek tasarlayabiliriz…

"Bisikletle zamanı yavaşlatarak yaşıyorsun"

- Niye yine bisiklet? Neden motosiklet değil, araba değil…

Çünkü bisikletle zamanı yavaşlatarak yaşıyorsun. Zamanı yavaşlatınca da yaşadığını hissediyorsun. Bisiklet, bir ulaşım aracından ziyade bir iletişim aracı. Tabiatla ve insanlarla çok kolay temas kurmanı sağlıyor…

- Sen kocaman bir hayal arşivi mi oluşturuyorsun?

Eveeeet! Hem de koskocaman bir ‘Hayal arşivi’. Projenin ismi de bu yüzden ‘Hayallere Yolculuk’, İngilizcesi de ‘Journey to Dreams’. Belgeseli İngilizce ve Türkçe altyazıyla sosyal medya hesaplarımdan paylaşacağım.

- Vahşi hayvanlardan korkmuyor musun?

Korkuyorum tabii! Aslan, çita, leopar gibi hayvanlar ulusal parklarda yaşıyorlar. İzinsiz giriş yapılmıyor o bölgelere. Yolumun üzerinde karşılaşacağım hayvanlar yılan, akrep, maymun vesaire olur. Onları da gördüğüm yerde kaçarım artık…

- Derviş oldun mu?

Yok daha yolun başındayım. İnsan çölde çok uzun süre yalnız kalınca ya derviş oluyor ya da kafayı yiyor! Çok şükür kafayı yemedim ama sabır eşiğimi sonuna kadar zorladım…

- ‘Biz yeryüzünde neden varız’ın cevabını biliyor musun?

Ömür boyu cevaplar aramak için!

- Peki seni bundan sonra hangi macera, hangi kadın, hangi aşk, hangi olay keser?

Daha önümde uzun bir yol var. Neler yaşayacağımı, nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Önce bu anı yaşayayım, sonrasını Allah bilir!

- “Duyduğum tek ses rüzgâr, bisiklet zinciri ve tekerin asfaltı ezerken çıkardığı lastik sesi” diyorsun… Müzik neden yok?

Müzik olmaz olur mu! Issız yollarda bazen müzik dinleyip, bisikletimle dans ediyorum.

- Hiç hastalanmadın mı?

Çok şükür hayır. Bağışıklık sistemim, yolda karşılaştığım virüslere karşı hızlı bir şekilde uyum sağlıyor.

- Günde ortalama kaç kilometre yapıyorsun?

Yerleşim yerlerinin olmadığı bölgeleri olabildiğince hızlı geçmeye çalışıyorum. Bir günde en fazla 120 kilometre gidiyorum…

- Çöl etabını tamamladığın anda hissettiğin sevinci nasıl anlatırsın?

Hüzünlü bir sevinç yaşadım. Hem üzüldüm hem de en zorlu etaplardan birini tamamlamanın gururunu yaşadım! Bisikletimi kuma yatırdım, birlikte uzandık, gökyüzüne baktık! Dünyada bu güzergâhı bisikletle geçen bir insan olmanın mutluluğunu yaşadım. Benden sonra da olacak, olmalı da. Evet, biraz zormuş ama imkansız değilmiş…

- İnsanların tepkisi ne oluyor? “Türkiye” deyince nerede olduğunu biliyorlar mı?

Valla, Türkiye dediğimde insanların gözleri parlıyor. Çok seviyorlar bizi. Kardeşiyle karşılaşmış gibi bir anda tavırları değişiyor. Türkiye’nin Afrika’nın gerçek dostu olduğunu söylüyorlar.

- Birinci etap tamamlandı, şimdi hedef ne?

Aslında çöl bitmiyor. Mali, Nijer, Çad, Namibya, Sudan, Etiyopya Çölü ve Sahra Çölü’nün kuzey ülkeleri var. Fakat en zor kısım geçtiğim yerdi. Çöl dışında yağmur ormanları da zor olacak. Önümde daha gideceğim altı ada ülke dahil, 52 ülke kaldı…