Dünya

Prof. Mearsheimer: Liberal hegemonyanın sonuna geldik, Suriye bunun bir ayağı

"ABD Irak'a girmeseydi, IŞİD bile olmayacaktı…”

19 Ocak 2019 01:15

Londra

Dünyanın en yetkin uluslararası ilişkiler uzmanlarından biri kabul edilen Chicago Üniversitesi Profesörü John J. Mearsheimer, Soğuk Savaş sonrası egemen olan ‘liberal Amerikan dış politikası’nın ve ‘liberal hegemonya’nın bittiğini savundu. ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyası boyunca liberal hegemonya düzeninin üzerine giderek seçildiğini söyleyen Mearsheimer, ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesini de dış politikaya bakıştaki bu değişimin son ayağı olarak gösterdi.

Profesör Mearsheimer, Suriye meselesine kendi şahsi yaklaşımını ise “Suriye’den çıkalım, neden oradayız? Çıkarımız ne? Irak ile Afganistan ile uğraştık, bırakalım Ruslar uğraşsın. Irak’ı da Afganistan’ı da gördük, böyle yerlerde olmak istemezsiniz… Suriye’de de. IŞİD mi tehdit ABD’ye? Biz Irak’a girmeseydik, IŞİD bile olmayacaktı…” diyerek dile getirdi.

Konferans ücretsiz ve herkese açık, tabii içeri girebilirseniz!

Londra’da, soğuk bir kış akşamı, Mearsheimer’ın konferansına bir saat kala London School of Economics’in (LSE) ‘Old Building’ binasının olduğu sokakta uzun bir kuyruk var. Konferans salonunun kapısının açılmasını bekleyenler, çoğunlukla üniversite öğrencileri. Ancak soğuktan titreyerek ‘dünyanın gidişatı’na dair konuşan yaşlı izleyiciler de göze çarpıyor. “Kitap satışı vardır umarım” diyor birisi, “mutlaka imzasını almalıyım bu sefer…” Birkaç üniversiteliyse yazacakları makalelere dair soru sormak gibi bir hinlik peşinde olduklarını belli ediyorlar. Konferans hem ücretisiz hem de isteyen herkes izleyebiliyor - tabii kapıda kalmazsa!-

Liberal hülyalar

Mearsheimer, üzerinde 10 yıldan uzun süredir çalıştığı son kitabı “Liberal Hülyalar ve Uluslararası Gerçekler”i anlatacak. Konferansın sunumunu LSE’nin Uluslararası İlişkiler departmanının başı Peter Trubowitz yapıyor. Trubowitz, Mearsheimer’ı tanıtırken “Sert akademisyenliğinin yanında güncelden de kopmuyor; onu buradan da tanıyor ve takdir ediyoruz” diyor. Uzun bir alkışın ardından sahneye çıkan Mearsheimer gülerek başlıyor konuşmaya:

“Ben bir Marksistim ama Groucho Marksist, hiçbir gruba üye değilim, o yüzden beni izlemeye gelinmesine şaşırıyorum.”

Soğuk Savaş sonrası ABD dış politikası

Mearsheimer’ın konuşması, özellikle Soğuk Savaş’ın ardından dünyanın ‘tek egemeni’ olan ABD’nin o günden bu yana izlediği ‘liberal dış politika’ üzerine yoğunlaşıyor. Akademisyen, ABD’nin “kendi suretinde bir dünya yaratmak için uğraştığını ve başarısız olduğunu” söylüyor:

“Trump’ın Beyaz Saray’da olmasının sebebi de budur.”

Profesör, bu dış politikanın ’bireyciliği kutsarken insanın sosyal bir hayvan olduğunu unuttuğunu; bireyin haklarından uluslararası doğrular yaratmaya çalıştığını ve böylece bir liberal hegemonya kurmaya çalıştığını’ iddia ediyor. Bu ‘liberal hülya’nın ise ‘milliyetçilik’ adında kendinden daha güçlü bir düşmanı olduğunu söylüyor:

“Yani insanlar, ülkelerine gelip onlar için kararlar vermenizi kabul etmezler. Bu kadar basittir, bu. İnsanlar için aileden sonra gelen en önemli topluluk, millettir ve milletler, kendi kaderlerini belirlemek isterler.” 

Bu tespitinin en iyi örneğinin ise yine ABD olduğunu öne sürüyor Mearsheimer ve Rusya’nın ABD seçimlerine dışarıdan müdahil olmasını hatırlatarak ve ironik bir gülümsemeyle devam ediyor:

“Rusya bizim işlerimize nasıl karışır, kaderimizi belirlemeye kalkar? Ama biz de başkalarına karışıyoruz tabii.”

Amerikan suretinde bir dünya yaratmak

ABD’nin ‘şekillendirmeye’ çalıştığı düzeni ise üç temel ile özetliyor Mearsheimer. Bunların ilki, ’demokrasiyi bütün dünyaya yayma’ hedefi. İkincisi, ‘uluslararası pazara olabildiğince ülke, özellikle Çin ve Rusya gibi büyük devletleri sokmak. Üçüncü ayak ise bu ülkeleri uluslararası kurumlara sokmak. Bu hedeflerin amaçları ise şöyle özetleniyor:

“İnsan hakları ihlallerini azaltmak. Liberal demokrasiye sahip ülkelerin birbirleriyle savaşmayacakları teorisine dayanarak mutlak barış sağlamak ve liberal demokrasiye sahip ülkeler için dünyayı güvenli bir yer haline getirmek…”

Amerika’nın bu hedefleri gözeterek dış politika belirlemesinin ardındaki sebepler de Mearsheimer’a göre temelde ‘yapabiliyor olmak’ statükosuna dayanıyor. Çünkü ABD, sistemin en ve tek güçlü ülkesi…

‘Liberallerin kendine kızacağını’ söyleyerek aslında bu düşün milliyetçi bir temeli olduğunu söylüyor akademisyen. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın ‘Biz, vazgeçilemez/yenilemez ülkeyiz…’ minvalinde söylediklerini de buna örnek gösteriyor. Bu politikaların çöktüğünü öne sürüyor Mearsheimer şöyle devam ediyor:

Liberal hegemonyanın karnesi

“Bush Doktrini ile bütün Orta Doğu’yu ABD çehresinde yaratmaya çalıştık. Irak’a, Suriye’ye bakın… Sonuç belli. Suriye’de muazzam bir kaos yarattık. Şimdi Obama’yı korumaya çalışıyorlar ama Esad’ı devirmek için çok paralar harcadı o da. Tabii ki sorumluluğumuz var Suriye’de. Afganistan, Irak… Aynı şey. Her şey iyi gitti zannediyorduk ama gördük: Afganistan’da Taliban geri geldi; Irak’ta bildiğimiz gibi…”

ABD’nin yine ‘liberal dünya uğuruna’ Çin’e karşı olağanüstü tolerans gösterdiğini söyleyen Mearsheimer, bunun sonucunda ’Çin’den bir Godzilla yaratıldığını’ söylüyor. Seyircilerden gelen “Çin ve ABD arasında bir karşılaşma olma ihtimali var mı?” sorusuna ise akademisyen “Çin barış içerisinde yükselemez. Çin ile ABD arasında muazzam bir güvenlik yarışı yaşanacaktır. Çin’in Doğu dünyasını ele geçirmek isteyeceğini düşünüyorum, ABD’nin zamanında yaptığı gibi. ABD’yi Doğu’dan atmak isteyeceklerdir ve bu da güvenlik yarışına dönüşecekti” diye cevap veriyor.

Liberal hülya neden çöktü?

Bu dış politikanın çöküşünün ise üç ana sebebi olduğunu öne sürüyor Mearsheimer. İlki, milliyetçiliğin gücü. İkincisi realizmin küçümsenmesi, yani ülkelerin kendi çıkarlarını gözeteceğinin düşünülmemesi. Üçüncüsü ise kişi haklarının ‘gereğinden çok’ satılması: “Haklar elbette önemli ama herkes için zannettiğimiz kadar önemli değiller. Ruslar, Putin’in otoriterliğini 90’lara tercih ediyor.”

"Rusya ve Çin’in yükselişi ödümü koparıyor"

Liberal hegemonyanın bittiğine dair ise iki gösterge sunuyor Mearsheimer:

1- Trump seçildi: Seçim kampanyasında liberal hegemonyanın üzerine gitti. Ekonomide ABD’yi önceleyen bir politika istiyor. Müttefiklerine bile gümrük vergisi koyuyor. Uluslararası kurumlardan nefret ediyor.

2- Önemlisi ise bu: Çin’in yükselişi ve Rusya’nın tekrardan güçlenmesi. Artık tek süper güçlü bir dünyada değiliz. Güvenlik sorunlarımız ve yarışımız geri geldi.

Sözlerini bitirirken Mearsheimer, “Rusya, güçsüz bir süpergüç. Ekonomilerini modernleştiremediler, onlar için işler iyi gitmeyecek. Doğu Avrupa’ya bir kez girdiler ve çıktılar” diyor ve devam ediyor: “Fakat liberal hegemonyanın sonuna geldik… Rusya ve Çin’in yükselişi ise ödümü koparıyor!”

Mearscheimer’ın konuşmasından çıkan İngilizler, kafalarını iki saatliğine bile olsa dağıtmış gibi duruyorlar. Sonra, birisi çıkıyor ve Başbakan Theresa May’in adını anıyor… Liberal Hegamonya’dan, Brexit’e dönüş, bir cümlede gerçekleşiyor.