Gündem

Prof. Baskın Oran: Tek adam rejimi zor durumda, bu sopalı değil, namlulu seçim olur!

"MHP olmadan AKP çoğunluğu sağlayamıyor"

07 Mart 2018 20:12

Prof. Dr. Baskın Oran, sürekli adrenalin zerk edilerek bu ülkede başta kalınamayacağını belirterek, “Tek Adam rejimi çok zor durumda çok. Bu sopalı değil namlulu seçim olur. Tek şey, seçimlerin güvenliğini sağlamaktır. Güç birliği oluşturulmalıdır” dedi.

'Cumhur ittifakı'nın AKP ve MHP'yi kurtarmaya yönelik yapıldığını söyleyen Oran, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın referandum sonucundan paniğe kapıldığını belirtelerek, iktidar partisinin yürüttüğü 'gerginlik' politikasının parti içinin de kaynamasına neden olduğunu söyledi.

Oran, AKP'nin oy alabilmek tek stratejisinin içte ve dışta gerginlik yaratmak olduğunu söyleyen 1 Kasım seçimlerini bu sayede kazandığını ifade etti.

Mezopotamya Ajansı'nda yer alan Prof. Dr. Baskın Oran söyleşisi şöyle:
 
"'Cumhur ittifakı' girişimi yeni değil, bir süredir iki parti birlikte hareket ediyor. Şimdi bu resmîleşiyor. Bunun için tasarı hazırlandı. Bunu nasıl değerlendirirsiniz, bu ittifak kimi kurtarmaya yönelik? 
 
Her iki partiyi birden kurtarmaya yönelik. Çünkü AKP bir süredir kendi içinin de fokur fokur kaynamasına yol açan bir gerginlik politikası güdüyor ve Erdoğan referandum sonucundan paniğe kapıldı. Diğer yandan, Bahçeli’nin AKP militanı gibi hareket etmesi MHP’yi böldü; baraj sorunu var.   Ama esas olarak AKP’nin Tek Adam iktidarını kurtarmaya yönelik. 
 
Bu “ittifak” bana, belli ölçüler dahilinde, Demirel dönemindeki birinci ve ikinci milliyetçi cephe hükümetlerini hatırlatıyor. Erdoğan’a da aynı şeyi hatırlatıyor olmalı ki bu cephenin içine muhafazakarlığa, milliyetçiliğe ve dine önem veren bütün partilerin dahil edilmesi için uğraşıyor.   
 
Israrla milli ve yerli diyorlar ama...

Milliye bu vermek istedikleri anlam, İttihat ve Terakki’den önceki anlamdır; şimdi de insanların aklını çelmek için devreye sokuluyor. Vaktiyle, Erbakan Hoca da “milli görüş” terimiyle aynı şeyi yapmıştı.  

 
Bir kere, bu insanların terminolojisinde “milli”nin “ulusal” ile hiçbir ilgisi yok; açıkça “dinsel” demek. Yani, “millet” hiçbir biçimde “ulus” demek değil, “ümmet” demek. Kastettikleri, Türkiye halkı içindeki Müslümanlar; muhafazakar, milliyetçi, dinci Müslümanlar. 
 
Milliye bu vermek istedikleri anlam, İttihat ve Terakki’den önceki anlamdır; şimdi de insanların aklını çelmek için devreye sokuluyor. Vaktiyle, Erbakan Hoca da “milli görüş” terimiyle aynı şeyi yapmıştı.  
 
Ya yerli dedikleri...
 
O terimin de vatanın bütünüyle hiçbir ilgisi yok. Anadolu’nun muhafazakar ve milliyetçi bölgelerini ve oradaki değerler sistemini kastediyor. Bunlar, feodal düzenin üstyapısını yani dinci/muhafazakar milliyetçiliği bayrak yapmış yöreler. Çünkü bunlar küreselleşmeye entegre olamayan (Ferhan Şensoy’un “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı”sını hatırlayın), dolayısıyla fikir bakımından da dünyaya açılmaktan ödü korkan yerler. Onların feodal değerlerini kastediyor, “yerli” derken.
 
Ha, söylemek bile ıstırap veriyor ama, bir de, CHP’nin “ulusolcular”ı var ya, onlara çiçek atıyor. Hani, Afrin’e asker yollamayı destekleyen CHP’liler var ya, onlar işte.  
 
Bu işaret ettiğiniz milli ve yerli politikası ne kadar başarılı olur? 
 
Önce şunu söyleyeyim ki, bu “yerli ve milli”yi sürdürmek mümkün değil. Çünkü bu iktidarın dayandığı/dayanmak istediği sosyo-ekonomik taban olan Anadolu sermayesi, işin doğası gereği, hızla küreselleşiyor ve dışa açılıyor. 
 
Zaten dikkat ederseniz, bugün “İstanbul Büyük Sermayesi/TÜSİAD” olarak anılan oluşumun tamamı, Kemalist dönemde Anadolu esnafının küreselleşerek büyümüş biçimidir: Vehbi Koç Ankaralı, Hacı Ömer Sabancı Adanalı, Ayhan Şahenk Niğdeli, Kadir Has ve Tuncay Özilhan Kayserili, Mehmet Emin Karamehmet Mersinli, Halis Toprak Diyarbakırlı, Aydın Doğan Gümüşhanelidir. 
 

Burjuvazinin “milli” olabileceği, “milli”nin de çok iyi bir şey olduğu sanısına, biz solcuların önemli bir kısmı da düşmüştü 1960-70’lerde, “Milli Demokratik Devrim” sloganıyla.  


Özet: Burjuvazinin “yerli ve milli” olması diye bir şey yoktur. Menfaatini dışarıya kapanmak olarak görüyorsa, CHP döneminden 1950’ye kadar olduğu gibi “milli”cidir. Ama eğer menfaatini uluslararası ekonomik ilişkilere açılmakta görüyorsa, o zaman uluslararasıcıdır ve yeni fikirlere de açılır. Nitekim bakın, şu sırada TÜSİAD birbiri ardına demeçler veriyor, OHAL bitirilsin, hukuk düzeni gelsin, diye. 
 
Burjuvazinin “milli” olabileceği, “milli”nin de çok iyi bir şey olduğu sanısına, biz solcuların önemli bir kısmı da düşmüştü 1960-70’lerde, “Milli Demokratik Devrim” sloganıyla.  
 
Solcular burjuvaziye mi destek verdi?
 
İki şey olacaktı: “Milli” burjuvazi uluslararası burjuvaziye karşı kalkan olacak ve ulusal bağımsızlığı sağlayacaktı, aynı zamanda da proletarya üretip devrimi hızlandıracaktı. Çok sonraları öğrendik, burjuvazinin millicisi-uluslararacısı diye bir ayrım olmadığını. Bunu hâlâ da öğrenmemişimiz çoktur. 
 
O zaman bu ittifakın dayandığı şey nedir, yerli ve milli mi, uluslararasıcı mı? 
 
“Yerli” demek, Atatürk dönemindeki ithal ikameciliği demektir. Yani, döviz yokluğu yüzünden ülke içindeki burjuvaziye mesela musluk ürettireceksin, o da dışarıdan 3 misli pahalı ve 5 misli çürük musluk üretecek. Bu mümkündür, hatta başlangıçta kaçınılmazdır. Bu bir “kalkış” (take off) stratejisidir ve İngiltere hariç bütün ülkeler böyle başlamıştır. 
 
Ama böyle devam edemezsin. Uluslararası ekonominin kurallarına uymak zorundasın. Kendini tecrit edemezsin. Nitekim, “yerli”lerin en güçlüsü olan Ülker, Belçika’daki 80 yıllık lüks çikolata şirketi Godiva’yı 2007’de aldı,  İngiliz bisküvi devi United Biscuits'i de 2014’te 3 milyar dolar sayarak aldı, dünyaya açıldı, bu branşta dünyanın en büyük üçüncü şirketi oldu.   
 
Sonra, çok daha ilginç bir durum oluştu. Godiva, likörlü çikolata da imal ediyordu ve Ülker 2007’de hocalara danışarak aldığını açıklamıştı. Ama Türkiye’yi anlamaya çok yardımcı olacak, çok trajikomik bir olay yaşadık altı ay kadar önce: Artık bilmem nereden geldi, siz tahmin edin nereden geldiğini, bir baskı sonucu Godiva likörlü çikolata imalatını Eylül 2017’de durdurdu. Böylece, “yerli ve milli” olmaya devam ettiğini ispat etmiş oldu. İspata mecburdu herhalde, çünkü bankalara olan kredi borçlarının yeniden yapılandırılması için girişimde bulunduğunu geçen ay, geçtiğimiz Şubat ayında öğrendik…
 
Türkiye’nin dış ticareti tıkanmış vaziyette. Hem “yerli ve milli” olayım, hem refah gelsin, ikisi birden olmuyor.
 
Bu son Afrika ziyareti vs. bununla mı ilgili?
 
Erdoğan, yanında 200 tane işadamı götürdü. Tabii, bunun yanında, “dünya lideri” gözükmek çabası da çok aşikar. Ama ne yapsa, ekonomik durum kötüye gidiyor. 
 
Peki, o zaman nedir bu milli ve yerli söylemindeki ısrar?

 
2019 seçimlerinde oy almak, tabii ki. Ne söylesin istiyorsunuz. Dünyaya açılalım, yan yana yaşayalım falan mı? Ha, Erdoğan onu dedi ve oy kaybetti. 2013 yılında benim de katkıda bulunduğum “Kürt Barış Süreci”nde baktı ki oy kaybediyor, hemen durdurdu. Sonra Gezi olaylarını çok yanlış yorumladı, kendisine karşı eylem olarak gördü. Bir de üstüne Fetullahçılar 17-25 Aralık olaylarını patlattı. Ondan sonra çağdaşlaşmayı bitirdi. Artık tek stratejisi, oy alabilmek için içte ve dışta gerginlik yaratmak, çünkü 1 Kasım seçimlerini bu sayede kazandı. 
 
Bu bir yanılsama değil mi, yani “demokratikleşme oy kaybettirir, milliyetçilik oy kazandırır” görüşü? Çünkü bazı kesimler de diyor ki eğer milliyetçilik oy kazandırsaydı yıllardır MHP’nin iktidar olması gerekiyordu? 
 

Bırakalım AKP’yi, CHP’ye bakalım. Kılıçdaroğlu’nun bilinçsizliğine bakın ki, herkes bayrak assın diyor. Bir milliyetçi partinin söylemlerini kopyalayarak oy alındığı nerede görülmüş? Orijinali varken millet niye kopyasına oy versin?

 
Evet, ama kısa vadede milliyetçilik bu ülkede oy kazandırır. AKP açısından 7 Haziran seçimleri çok kötü oldu. Bunun üzerine PKK’yi tahrik etti ve ona ciddi bir hata yaptırdı. Hendek olayı başladı. Erdoğan bunu çok iyi kullandı ve yeniden iktidar oldu. Şimdi bu ekonomik bunalım döneminde bu da yetmeyince, Afrin başladı, oyu yine yükseldi.
 
Bırakalım AKP’yi, CHP’ye bakalım. Kılıçdaroğlu’nun bilinçsizliğine bakın ki, herkes bayrak assın diyor. Bir milliyetçi partinin söylemlerini kopyalayarak oy alındığı nerede görülmüş? Orijinali varken millet niye kopyasına oy versin? Kalkıyor, adı HDP’yle birlikte anılmasın diye milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına oy veriyor, sonuçta kendi milletvekili de içeri atılıyor. 1920 ve 30’ların felsefesini 21. yüzyılda sürdürmeye çalışan felsefesiz bir partinin içler acısı durumu…
 
Böyle bir muhalefeti varken Erdoğan milliyetçilikten bal gibi oy alır. Milliyetçilik yapacak durumlar da yaratır gerekirse. 7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’yi tahrik etti, hendek olayı başladı, 1 Kasım’da tekrar kazandı bunun yarattığı milliyetçi dalga sayesinde.
 
Hocam hendek diyorsunuz ama savaşa gerekçe yapılan Ceylanpınar olayı çöktü... 
 
Fevkalade doğru, ama bunu insanlar öğreneli sadece bir hafta oldu. Sonunda ortaya çıktı ki evde bulunan parmak izleri ile suçlanan kişilerin parmak izleri birbirini tutmuyor, eve hiç gitmediğini söyleyen bir polisinkilerle tutuyor. Ama AKP 22 Temmuz 2015’deki bu türden bir komplo sayesinde milliyetçi oyları arkasına aldı mı almadı mı? 1 Kasım 2015 seçimlerini kazandı mı kazanmadı mı? Bu olay Kürt barışını durdurmaya yetti mi yetmedi mi? Önemli olan bunlardır. 
 
Başka önemli bir şey daha var: Hendek ve barikat taktiği 19. yüzyılda Paris’te denenmiş ve ordu birliklerinin geçmesini en azından bir süre başarıyla engellemişti. Çünkü Paris’in o yöresindeki sokaklar daracıktı; bir tane yük arabasını devirdin mi, tıkıyordun. Ama sonra Baron Haussmann oraları yıktı, 72 metre genişlikte bulvarlar açtı. Bu taktik tarihsel bir olay olarak kaldı. 21. yüzyılda tekrar denerken kime yarar, iyi düşünmek lazımdı.  
 
Tekrar ittifaka dönmek istiyorum. Abdüllatif Şener, “Eski milli cephe ittifakları mecburiyettendi ama şimdi AKP ile MHP arasında ideolojik ve düşünsel bağ ve yakınlık var” diyor. Ne dersiniz? 
 

MHP olmadan AKP çoğunluğu sağlayamıyor, AKP olmadan da MHP baraj altı kalma tehlikesi içinde. Kazan-kazan olayı. Ama kaybeden ülke oluyor, çünkü Tek Adam politikası 2019’dan sonra Türkiye’yi içinden çıkılmaz karanlıklara götürecek.

 
İyi de, ideolojik ve düşünsel bağ o zaman da vardı; ortanın solcusu Ecevit’e karşı devreye sokulmuştu. Burada da var ama ilave olarak, biraz önce konuştuğumuz çok ciddi bir menfaat bağı da var. MHP olmadan AKP çoğunluğu sağlayamıyor, AKP olmadan da MHP baraj altı kalma tehlikesi içinde. Kazan-kazan olayı. Ama kaybeden ülke oluyor, çünkü Tek Adam politikası 2019’dan sonra Türkiye’yi içinden çıkılmaz karanlıklara götürecek. OHAL döneminin A’dan Z’ye hukuk dışı KHK’lerini kanunlaştıracaklar.  
 
Fakat sürekli adrenalin zerk edilerek başta kalınamaz bu ülkede.
 
Bu adrenalin zerk etmeden kasıt...
 
Bu sohbet boyunca konuşup durduğumuz gerginleştirme politikasının tıptaki adı. İnsan korktuğu, heyecanlandığı, ürktüğü, öfkelendiği anlarda vücut adrenalin hormonu salgılar ve bu insanın kendini güçlü hissetmesini sağlar.  Fakat o öfke krizi geçtiği anda müthiş bir yorgunluk hissedersin. Adrenalin  önce güçlendirir, sonra bitkinleştirir. 
 
Erdoğan gerginlik yaratarak yandaşlarının kendi etrafında kümelenmelerini sağlamak istiyor. Fakat adrenalin devamlı kullanılamaz. Toplumsal bünyede bitkinlik yaratır. Nitekim hem teşkilat (metal yorgunluğu) hem kabine fokur fokur kaynamaya başladı. 
 
Bunun üzerine Suriye’ye ordu sokarak gerginliği devam ettirmeyi denedi. Oysa Suriye işgalinde kalıcı olmak mümkün değil. O söylenen benzetme hiç anlamsız değil. Afrin, Türkiye’nin Vietnam’ı olacak lafı, yani. Orada oturup kalması mümkün değil. Çünkü Suriye rejimi istemiyor, orada yaşayan Kürtler istemiyor, ABD istemiyor, Almanya istemiyor, AB istemiyor. Bir tek Rusya susuyor, çünkü Rusya Suriye’deki gerginlik sayesinde Türkiye’yi Batı blokundan koparmayı planlıyor.   
 
İttifak düzenlemesini gördünüz. Onun içerisinde eleştirilen önemli maddeler var... 
 
Bu, vaziyetin vahim olduğunu gösteriyor. Bu vahim olma durumu, şu andaki vaziyeti 2019’a kadar sürdürmeye yönelik. O zaman yapılacak seçim sonucunda OHAL hukuksuzlukları kanunileştirilecek. 
 
Yani, Erdoğan’ın hesabı şu: Eğer ben 2019 yılında çoğunluğu elde edersem o zaman şimdiye kadar çıkardığım KHK’leri kanun olarak çıkarırım. Anayasa Mahkemesi ‘Bunlar KHK’dir ben bunlar hakkında karar veremem’ demişti. AYM iyice korkutulacak ve onlar kanun olarak çıkarıldıkları zaman da o kanunları iptal edemeyecek. Yani, OHAL sürekli kılınmaya çalışılıyor. 

Düzenlemede ihbar olması halinde kolluğun silahla sandık başına gideceğine yönelik bir madde var… 

Bu sopalı değil namlulu seçim olur. Sandık kurulu pratikte devletin memurları tarafından yönetilecek. Kolluk sandığın başına kadar gelecek, seçmenin başında duracak ve onu etkileyecek.

Bu tamamen Kürt bölgelerine yönelik bir olay. Doğudaki seçmen polisten, askerden yılmış vaziyette. Bu 1925’ten beri böyle. Sopalı seçimlere benzetenler var. Bu sopalı değil namlulu seçim olur. Sandık kurulu pratikte devletin memurları tarafından yönetilecek. Burada parti temsilcilerinin yok edildiğini görüyoruz. Kolluk sandığın başına kadar gelecek, seçmenin başında duracak ve onu etkileyecek. 

Muhalefet ne yapmalı bu durumda?

Aslında durum fazlasıyla basit. Herkesin birleşerek, bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarması falan hayal. Burada yapılması gereken tek şey, seçimlerin güvenliğini sağlamaktır. Bu konuda bir güç birliği oluşturulmalıdır. İkinci tura kaldığı zaman bu muhalefet ve demokrasi için bir zafer olur. Buna ve sadece buna odaklanmak gerekir. Seçim güvenliğine odaklanmak gerekir. İkinci tur için başka formüller düşünülebilir. Mesela, en fazla oy alan aday etrafında toplanılır. Mesele, Tek Adam’ı seçtirmemektir.  

Mesele kişiye odaklanınca karşı taraf daha fazla motive olmuyor mu?
 

Erdoğan kendisini seçtirmek için daha fazla motive olabilir mi? Daha fazla ne olabilir ki? 
 
Biraz önce CHP’ye yönelik eleştirilerde bulundunuz. Muhalefetin birlik olma şansı yok gibi... 
 
CHP şeytandan korktuğu gibi korkuyor, HDP ile arasında bir paralellik oluşmasından. Klasik CHP seçmeninden, ulusolculardan korkuyor. Ben bu işe çok sinirleniyorum ama bu seçimden hemen önce hallolacak bir şey değil. 
 

Efrin meselesi nereye varacak? 

Korkarım ki bizi fena halde “doktorlanmış” bir seçim bekliyor. Yani 1 Kasım seçimlerinde ne yapıldıysa onun bin misli yapılabilir. Tek Adam rejimi çok zor durumda çünkü, çok. 
Bir yere varmak istemiyor ki Erdoğan. Gerginlik yaratmak, adrenalin zerk etmekten başka bir amacı yok. Gerginlik yaratmak zorunda, iktidarda kalmak için. Kaldı ki orası Arapların ülkesi ve de Kürtlerin yaşadığı bir yer. Ben asıl sahibine vereceğim derken oraya yerleşmeye kalkıyorsun. Kime iade edeceksin? Oranın resmî ve siyasi sahibi Esad, ona mı vereceksin? 
 
ÖSO kastediliyor herhalde...
 
ÖSO diye bir şey yok. 5 değil 50 benzemezden oluşuyor. ÖSO dediğinin, El Nusra var içinde. O da El Kaide’den geliyor.  

Sonuç itibariyle nedir öngörünüz? Kürtlerle barış meselesi hayal mi oluyor? 

Şu anda bu soruyu sormak bile anlamlı değil. Kürtler çok yabancılaştırıldı, çok. Kürtler çok şeytanlaştırıldı, çok. Eğer Kürtlerden 1 tane oy çıkarsa Erdoğan’a, bunca olup bitenden sonra ben Kürtlere farklı gözle bakacağım. 

Seçimlerde bizi ne bekliyor? 

Korkarım ki bizi fena halde “doktorlanmış” bir seçim bekliyor. Yani 1 Kasım seçimlerinde ne yapıldıysa onun bin misli yapılabilir. Mühürsüz oyların sayılması kanunileştirildi, ölmüş insanlara kimlik çıkarılabilir, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da asker ve polis sandıkların başına kadar gidebilir. Tek Adam rejimi çok zor durumda çünkü, çok.