Yaşam

Polis yakalayabilirdi ama öldürdü

1988'de Tuzla'da dört genci 300 kurşunla öldüren polislerin avukatı Ömer Yeşilyurt: 'Sağ yakalanabilirlerdi'...

26 Ekim 2010 03:00

T24 - 1988'de Tuzla'da dört genci 300 kurşunla öldüren polislerin avukatı Ömer Yeşilyurt: 'Sağ yakalanabilirlerdi. Beraat eden polisler bugün olsa ceza alır. Çünkü devlet polisi koruyordu.' 


40 kadar donanımlı polis 7 Ekim’de Tuzla Köprüsü’nde konuşlanarak aracı kurşun yağmuruna tuttular. Radikal gazetesinde yer alan haber şöyle:

Polis yakalayabilirdi ama öldürdü

Tuzla Köprüsü altında 7 Ekim 1988’de 300’e yakın kurşun yağdırılan sarı otomobil, o tarihten 1990’ların ortalarına kadarki, ‘yargısız infaz’ olarak anılan 10’larca cinayetin sembolik haliydi. Suikasta hazırlandıkları savıyla ateş açılan araçtaki dört genç öldürülmüş, şube önünde yapılan aramaya göre araçtan, ne bomba ne ağır makineli, sadece iki silah çıkmıştı. Polisler, merşu müdafaa denilerek kurtulmuştu. Polislerin avukatı Ömer Yeşilyurt, 22 yıl sonra, dört gencin sağ yakalanabilmesinin mümkün olduğunu, ‘acaleci davranan’ devletin kurşun yağdırdığını söylüyor.

Araçtan iki tabancanın çıktığını ve bunun ‘çatışma’ iddiasına kanıt olamayacağını belirtiyor. Yeşilyurt’a göre dava bugün görülseydi, polisler ‘kasten adam öldürmek’ten ceza alırdı. “Nasıl kazandınız?” sorusuna yanıtı, hayli ürkütücü: “Örgütlerle mücadele eden polisleri koruyan bir şemsiye olduğunu kimse inkâr edemez.” Gençlerin ailelerinin avukatı Mehmet Ali Kırdök ise “Demek ki yargısız infaz olduğunu biliyordu” diyor. 


‘Milliyetçi büro’ 

Ömer Yeşilyurt’un hukuk bürosu, görüşünü yansıtan fotoğraf ve resimlerle süslü. Fatih’in İstanbul’a girişini gösteren resim, kılıç, Osmanlı tuğraları, bir ülkücü şiiri... Duvarda, 1999’da Öcalan Davası sonrası çekilmiş bir fotoğraf asılı. Yeşilyurt’un yanında, meslektaşı Necdet Küçüktaşkıner var. 70’lerin MİT’çisi, 80’lerin polis avukatıydı Küçüktaşkıner. 


İnfazların başlangıcı 

İkilinin yollarının kesiştiği davalardan biri de 7 Ekim 1988’de dört gencin polislerce öldürülmesiydi. Tuzla 1988, o tarihten 1990’ların ortalarına dek yaşanacak olan ‘yargısız infazların’ başlangıcı sayılıyordu. 

Tuzla’da, iddiaya göre 5 Ekim 1988’de emniyete bir ihbar ulaştı. Kırşehir Cezaevi’nden kaçan bir grup militanın da yer aldığı şüphelilerin araçla İstanbul’da bir emniyete saldıracakları ihbarı üzerine 40 kadar donanımlı polis 7 Ekim’de Tuzla Köprüsü’nde mevzi aldı. Araçta ise dört kişi vardı: Konfeksiyon işçisi İsmail Hakkı Adalı, gurbetçi işçi Reha Şen, belediye şoförü Kemal Soğukpınar ve elektronik işçisi Fevzi Yalçın. 

İddianameye göre araç, ihtara uymayıp devam etti. (Fakat Avukat Kırdök, ihtara uyduklarını söylüyor.) İkinci polis ekibine ise araçtan ateş edildi. Birdenbire köprü üzerindeki ve etraftaki ekipler araca kurşun yağdırdı. Yaklaşık 300 kurşunun isabet ettiği araç delik deşikti. Yalçın’da yedi, Adalı’da 28, Şen’de 49, Soğukpınar’da 68 kurşun deliği saptandı. Oracıkta öldüler. Hiçbir polis yara almamıştı. 


İkinci arama şube önünde 

Araçtaki ilk aramada ne bomba ne ağır silah çıktı. Sadece 14’lü silahın bulunduğu ileri sürüldü. İddianameye göreyse “otonun götürüldüğü 1. şubede yeniden yapılan aramada” 7,56 çapında bir silah daha bulundu. Aramalarda savcı yoktu. Tutanak da şubenin önünde tutulmuştu. 

Başkomiser Celal Demirtaş, Komiserler Abdullah Süzer, Fikret Işınkaralar ve Komiser Yardımcısı İsmail Alıcı ile 12 polise ‘faili belli olmayacak şekilde adam öldürme’ suçundan 56’şar yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Kartal Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama 1995’te bitti. Mahkeme, araçtakilerin ateş açmasıyla polisin meşru müdafaada bulunduğu savından yola çıkarak, ceza vermedi. 


‘Hiç dava kaybetmedim çünkü devlet koruyordu’ 

Yeşilyurt bugün, Tuzla Davası’nı kendisi gibi ülkücü-milliyetçi polislerin isteği üzerine üstlendiğini ifade ediyor. Kendi deyimiyle, ‘bugünün Türkiyesi ve hukuk normları’ ışığında, soruları şöyle yanıtladı: 

Aynı müdahale, bugün gerçekleşmiş olsaydı? 

O dönem Aydın Başkomiser durakta öldürülmüştü. Muhsin diye bir polis, evinde karısının gözü önünde öldürüldü. Onun için bugün böyle bir operasyonda avukatlık yapmam.
Burada yargısız infaz var mıydı? 

Yargısız infaz vardı demek, o günkü avukatlığımı inkâr etmektir. Bunu yapmam. Günahı vebali, soruşturmayı yapıp savcının veya hâkimin önüne getirenlerindir. Bakın, bir şey var: Sonraki operasyonda, oradakilerle bağlantılı ağır silahlar bulunduğu tespit edildi. O gün öldürülenler silahlara ulaşmadan ortadan kaldırıldırlar. Devlet aceleci davrandı.
Sağ ele geçirilemezler miydi? 

Mümkün olabilirdi. Arabanın lastiklerine ateş edersin, mermisinin bitmesini beklersin, siper alırsın... Silahlara ulaşılmadan operasyonun yapılması yanlıştı. 

Yüzlerce kurşun isabet etmiş. Büyük bir rakam değil mi? 

Çok büyük... 

Çıktığı iddia edilen silahlar ağır nitelikte miydi? 

Hafifti. En fazla 10 tane atardı. 

Silah atılmış olsa bile, orantıdan bahsedebilir miyiz? 

Orantı olmadığı ortada. 

Dava bugün görülse polisler beraat edebilir miydi? 

Edemezdi. 

Ne ceza alırlardı? 

Kasten adam öldürmek ya da kastın aşılması suretiyle adam öldürmekten... 

Çatışma yorumu çıkar mıydı? 

Çıkmayabilirdi. 

Kasten adam öldürmeye varabilirdi...  

Arabayı insanları öldürmeden alabilirken alınmaması; iki silaha, cılız sese karşılık bunca mermi atılması kastın aşılmasıdır. 

Hukuk yara aldı mı? 

O gün olsa, ‘Yara almadı’ derdim. Bugün ‘Hukuk yara aldı’ diyorum. Bugünkü şartlarda, doğru karar olduğuna inanmıyorum. 

Polisler görevlerine devam etti mi? 

Hepsi devam etti, hatta terfi etti. Bazıları müfettiş oldu. 

Başka davalar da aldınız değil mi; işkence gibi... 

25 sene yoğun şekilde polis davalarına baktım. 

Hiç dava kaybettiniz mi? 

Hayır. 
Hepsini kazanmış olmak bir avuktalık başarısı mıdır? 

Tek başına değildir. 

Peki, nedir? 

O dönem, sokakta silahlı örgütlerle mücadele eden polisleri koruyan bir şemsiye olduğunu

kimse inkâr edemez. 

Kim koruyordu? 

Devlet politikasıydı. Yoksa polis bulamazdınız. 

Devlet suç işleyen polise sahip mi çıkıyordu? 

Devletin o zamanki milli refleksi koruyordu. 


‘Vicdanını rahatlatamaz’ 

Dört gencin ailelerinin avukatlığını üstlenen Mehmet Ali Kırdök, dört gencin ‘Dur’ ihtarına uyup yan yola girmelerine rağmen kurşun yağdırıldığını, tanıkların korkarak ifade vermediğini belirtiyor. Yargılama sırasında, Adli Tıp Kurumu’nun ilk raporunda, yakın mesafeden ateş edildiğinin belirtildiğini kaydeden Kırdök şöyle konuşuyor: 


Yakın mesafeden ateş 

“Silah dayanarak infaz edildikleri ortaya konuyordu. Ancak ikinci rapor ilkiyle kuşkulu hale getirildi. Mahkeme buna uydu. Tuzla 88’in yargısız infaz dizisindeki başlangıç adımıydı. Bu bir devlet politikasıydı. Mahkemeler bu politikanın parçası olarak, kanunsuz cinayetleri meşrulaştırdılar. O kararlar bugün dahi çıkıyor. Belki artık Göztepe’de olmuyor ama Tunceli’de olabiliyor.” 


Yüzleşilmeli 

Kırdök ayrıca, ‘yargısız infaz’larla ilgili ‘Hakikat Komisyonu’ yoluyla yüzleşme yapılması gerektiğini savunurken, Yeşilyurt’u için de, “Demek ki Yeşilyurt, bir yargısız infaz olduğunu biliyordu. Bile bile o davalarda görev yaptı. ‘O dönem gerekliydi’ demesi, kendisini vicdani sorumluluktan kurtarmıyor” diye konuşuyor.