Medya

Osman Ulagay, Davos zirvesinin ilk gününü değerlendirdi: İş insanları 'kriz' sözcüğünden kaçınıyor

"Bazı önlemlerle küresel şirketlerin çıkarları arasında ciddi çelişkiler söz konusu"

24 Ocak 2018 18:25

Dünya gazetesi yazarı Osman Ulagay, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Davos toplantısının ilk gününü değerlendirdi. Zirvenin "dünya ekonomisinin yakın geleceğiyle ilgili iyimserliğin giderek arttığı, borsaların rekorlar kırmaya devam ettiği ve Davos’ta bulunan iş insanlarının 'kriz' sözcüğünden kaçınmak istediği bir ortamda" başladığını söyleyen Ulagay, çevre sorunları ve eşitsizlikteki artış gibi sorunlara çözüm getirecek önlemlerle, küresel şirketlerin ve büyük sermaye sahiplerinin çıkarları arasında ciddi çelişkiler söz konusu olduğunu ifade etti. 

Ulagay, sözlerinin devamında, "İşlerin iyi gittiği ve iyimserliğin ağır bastı ortamda bu çelişki ikinci planda kalabilir ama DEF’in gündeme getirdiği risklerin gerçekleşme olasılığı arttığında bu çelişkinin öne çıkacağını ve DEF’in misyonunu yerine getirmesinin zorlaşacağını düşünebiliriz" öngörüsünde bulundu.

Osman Ulagay'ın, "Davos’a yansıyan iyimserlik WEF gündemiyle örtüşmüyor" başlığıyla (24 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle: 

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Davos toplantısı bu yıl, dünya ekonomisinin yakın geleceğiyle ilgili iyimserliğin giderek arttığı, borsaların rekorlar kırmaya devam ettiği ve Davos’ta bulunan iş insanlarının “kriz” sözcüğünden kaçınmak istediği bir ortamda başladı. Bardağın dolu tarafını görme eğilimi ağır basıyor bu kesimde. Yaklaşan krizin ayak seslerinin yeterince dikkate alınmadığı 2007 sonrasında, belki de ilk kez ortaya çıkan fırsatı kaçırmak istemeyenler hayli fazla. Küresel şirket CEO’larının dünyaya bakışını yansıtan PWC anketinin bu yılki sonuçları da bu iyimserliği yansıtıyor.

WEF tarafından belirlenen gündem ve bu yılki toplantı öncesinde açıklanan Küresel Risk raporu, küresel eşitsizlikteki ibret tablosunu ortaya koyan Oxfam araştırması ve bazı diğer araştırmalar ise farklı gerçekleri Davos gündemine taşıyor, farklı bir bakış açısını yansıtıyor. 

Bu yılki toplantının gündem başlığı da bu bakış açısının ürünü. Önce İngilizcesini yazayım, “Creating a Shared Future in a Fractured World”. Bu başlıkta dünyanın bugünkü halini tanımlamak için “fractured” sözcüğü kullanılmış. “Fracture” sözcüğünün Türkçe karşılığı “çatlak”ya da “kırık”. “Kırılgan Dünyada Ortak Geleceği Yaratmak” diye çevirebiliriz bu başlığı Türkçeye.

WEF ne yapmak istiyor?

DEF tarafından hazırlanan Küresel Risk Raporu (1) Çevre sorunlarının yarattığı risklerle, (2)Siber saldırı tehdidiyle, (3) Ekonomik risklerle ve (4) Jeopolitik risklerle ilgili ürkütücü olasılıklara dikkat çekerken diğer yandan giderek büyüyen küresel eşitsizlik sorununa odaklanan araştırmaların Davos gündemine damga vurduğu görülüyor. Bu raporlara ve araştırmalara bakıldığında borsalardan ve ekonomik verilerden Davos’a yansıyan iyimserliğin kalıcı olmayabileceğini düşünmek ihtiyacını hissediyor insan.

IMF Başkanı Christine Lagarde da, Davos’ta IMF’nin dünya ekonomisiyle ilgili iyimser tahminlerini açıkladıktan sonra yaptığı önemli uyarılarla bu noktaya dikkat çekti. Dünya ekonomisinde şimdi gözlenen tatminkar büyüme eğiliminin yeterince kapsayıcı olmadığını, bu büyümenin devresel olabileceğini ve dünya ekonomisinin çeşitli belirsizliklerle karşı karşıya bulunduğunu hatırlattı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun yapmak istediği, de günlük gelişmelere odaklanmanın ötesinde bu aslında. Son çeyrek yüzyılda yaşanan gelişmeler sonucunda çok daha karmaşık sorunlarla karşı karşıya kalan dünyamızdaki “çatlakların” ve fay hatlarının yarattığı tehditlere dikkat çekerek bunların doğurduğu sorunlara kolektif çözümler bulma hedefine odaklanmış durumda DEF.

WEF’in misyonu ve iş dünyası

DEF’in bu misyonunu yerine getirebilmesi, astronomik aidatlar ödeyerek DEF’i ayakta tutan küresel şirketlerin ve onların sorumlularının da bu misyonu benimsemesine bağlı. Bunun ise hiç de kolay olmadığı görülüyor. İş dünyası ve sermaye sahipleri öncelikle kendi kar-zarar hesaplarını etkileyecek piyasa ve borsa hareketlerine odaklı düşünüyor ve davranıyor. Bunun dışında gündeme gelebilecek riskleri hesaba katma ve önlem alma konusunda ise fazla istekli görünmüyor.

Daha da önemlisi çevre sorunları ve eşitsizlikteki artış gibi sorunlara çözüm getirecek önlemlerle küresel şirketlerin ve büyük sermaye sahiplerinin çıkarları arasında ciddi çelişkiler söz konusu. Ancak geleceğe daha uzun vadeli bir bakış açısıyla yaklaşabilen iş insanlarının DEF’in misyonuna destek vermesi söz konusu olabiliyor.

Şimdi gelinen noktada, işlerin iyi gittiği ve iyimserliğin ağır bastı ortamda bu çelişki ikinci planda kalabilir ama DEF’in gündeme getirdiği risklerin gerçekleşme olasılığı arttığında bu çelişkinin öne çıkacağını ve DEF’in misyonunu yerine getirmesinin zorlaşacağını düşünebiliriz.