Kültür-Sanat

Orkestra Şefi Cem Mansur: Klasik müzik Türkiye'de bir zümrenin müziği olarak kalmış

"Uygar dünyaya ait olmamızı sağlayan araçlardır sanat kurumları"

06 Eylül 2018 14:02

Orkestra Şefi Cem Mansur,  Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), klasik müziğin belli bir ait olmadığını söyleyerek, "Uygar dünyaya ait olmamızı sağlayan araçlardır sanat kurumları. Çünkü orkestralar birbirini dinleyen insanlardan oluşan toplumların aynası. Türkiye’de ise klasik müzik belli bir zümrenin müziği olarak kalmış. Bundan yavaş yavaş çıkış görüyorum, ama henüz çok kısıtlı" dedi. 

Evrensel'de yer alan habere göre, Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), 4 Eylül akşamı, İstanbul’daki Zorlu PSM’de konser verdi. Türkiye’nin tek ulusal gençlik orkestrası olan ve 2007’de Mansur tarafından kurulan TUGFO’nun müzisyen kadrosu her sene değişiyor. Çünkü orkestra üyeleri, her yıl Türkiye’nin farklı konservatuarlarında okuyan öğrenciler arasından seçiliyor. 16-22 yaş arasındaki bu gençler, üç haftalık hazırlık sürecinin ardından Türkiye’de ve dünyada konserler verip mesleki tecrübe kazanıyor. TUGFO, 4 ve 5 Eylül’de İstanbul’da verdiği iki konserin ardından Avrupa turnesine çıkacak. Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Macaristan ve Polonya’nın da dahil olduğu ülkelerde konser verecek.

TUGFO’nun bu yılki repertuarında, 100’üncü doğum yıldönümü tüm dünyada kutlanan çağdaş besteci Leonard Bernstein’ın eserleri ağırlıkta. 4 Eylül’deki ilk konserin ilk yarısında Leonard Bernstein’ın Orkestra İçin Divertimento’su ile Eflatun’un Sempozyumu Üzerine Solo Keman ve Orkestra İçin Serenat’ını dinledik. İkinci eserin solisti, kuşağının en iyi kemancılarından Alena Baeva idi. İkinci yarıda ise Sergey Prokofiev’in 5’nci Senfoni’si vardı. Konserden önce Cem Mansur’la müzik ve Türkiye’deki sanat ortamı hakkında konuştuk. Şimdi sanatçıya bırakalım sözü.

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nı 2007’de kurarken amacınız neydi? Buna ulaşabildiniz mi?

Amaç, genç müzisyenlerin profesyonel hayata hazırlanmalarını ve dünyanın en büyük sahnelerinde çalmalarını sağlamaktı. Bunlar gerçekleşti. Yüzlerce genç müzisyen yetişti bu orkestrada. Aralarında dünyanın önemli orkestralarında çalanlar var. Ancak konservatuarların amacı, sadece Avrupa’daki orkestralara müzisyen yetiştirmek olmamalı. Türkiye’de bu müziğin önemiyle ilgili bir kültür oluşamadı. Türkiye’yi dünya sahnesinde Pakistan’dan, Bangladeş’ten ayrı bir yere koyan, bu kültürdür. Bu konuda sınıfta kaldık gibi geliyor bana. Elimizde tamir edilmesi mümkün bir sistem varken onu yok etmeyi seçtik.  

“Yok etmek”ten kastınız nedir? Biraz açabilir misiniz?

Devlet orkestralarında bir daha kimseye kadro verilmeyecek. Herkesin hayat boyu kadrosunun olması, çalışanın ve çalışmayanın aynı kefeye konması da doğru değildi tabii ki. Ancak insanların kendi ülkelerinde onurlarıyla hayatlarını kazanmalarını sağlayan bir sistem vardı. Bunu yok ettiğiniz zaman tamir edecek bir şeyiniz kalmıyor. Bozuk bir bisikleti tamir etmek varken, onu pencereden atmayı tercih ediyoruz. Türkiye’de özel orkestraları tek başına yaşatacak bir burjuvazi yok. Demokrasi ayıplarımızla, dünyadaki itibarımızla bağlantılı şeyler bunlar. Müzik hayatı tüm bunlardan bağımsız, iyi olamaz. Şu anda herkesin ücretli olarak çalışmasının beklendiği bir sistem var. Ancak insanlar hayatını kazanmak, aile kurmak istiyor. Mevcut koşullarda bu mümkün değil.

Gençlerle birlikte çalışıyorsunuz. Gençlerde umutsuzluk hissediyor musunuz?

Hissediyorum haliyle. Bu sene hissediyorum. Çocuklar konservatuarda 12-13 yıl eğitim görüyorlar. Bu kadar uzun, meşakkatli bir eğitim sisteminin sonunda önlerini görmek istiyorlar. Şu an bunu yapamıyorlar. Kültür, siyasi tercihlere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Dünyada kültürü çatışma değil de diyalog alanı olarak kullanan siyasetçiler kazanıyor.

Bu yılki repertuarınızda, 100’üncü doğum yıldönümünü kutladığımız Leonard Bernstein’ın eserleri ön planda. Siz Bernstein’ın öğrencisi oldunuz. Nasıl bir hocaydı?

Müthiş bir hocaydı. Hiçbir zaman “Şunu yap, bunu yap” demezdi. Siz bir şey yaptığınızda “Neden öyle yapıyorsun” derdi. Her şeyin bir nedeni olduğunu bilir ve bunu açıklayabilmenizi beklerdi. Herkesin beden dilini müzikalitesinden yola çıkarak geliştirmesine olanak tanıyan bir hocaydı. Şeflikle ilgili temel hareketler, vuruşlar bu konuda eğitim alan tüm müzisyenlerde ortaktır. Asıl önemli olan ve öğrenilmesi gereken paylaşma kültürü. Herkesin hayatında iyi müziğe yer var ve müzik önemli bir barış, uzlaşma aracı. Ondan öğrendiğimiz en iyi şey buydu. Türkiye’de klasik müziği, sadece bizimle aynı okullara giden, aynı şekilde giyinen insanların hakkı olarak görmek büyük bir yıkıntıya uğratıyor bu işi. Biri çıkıp, “Türkiye’de kaç kişi operaya gidiyor ki?”, “Neden bunlara bu kadar ödenek veriliyor” dediğinde verecek sağlam bir cevabınız olması lazım. Uygar dünyaya ait olmamızı sağlayan araçlardır sanat kurumları. Çünkü orkestralar birbirini dinleyen insanlardan oluşan toplumların aynası. Türkiye’de ise klasik müzik belli bir zümrenin müziği olarak kalmış. Bundan yavaş yavaş çıkış görüyorum, ama henüz çok kısıtlı.