Gündem

"O kadar çoksunuz ki, hepinizin adını yazsam mektupta başka yer kalmayacak"

"Aylar geçiyor; ne iddianame, ne duruşma, ne yargılama..."

28 Mart 2017 15:57

Birgün yazarı Doğan Tılıç, Cumhuriyet'in tutuklu yazar ve yöneticilerine yönelik olarak yazdığı mektubunda, "O kadar çoksunuz ki içeri, hepinizin adını yazsam mektupta başka şey yazmaya yer kalmayacak" ifadesine de yer verdi. "Dipsiz bir kuyuya döndü hapishaneler, dipsiz ve karanlık. Kim yazdıklarıyla, çizdikleriyle rahatsızlık veriyorsa, tutup atıyorlar içine" diyen Tılıç, "Aylar geçiyor; ne iddianame, ne duruşma, ne yargılama. Kuyunun dibinden, koyu karanlığın içinden uğraş ki sesini duyurabilesin" diye yazdı.

Doğan Tılıç'ın "İçeriye mektup" başlığıyla yayımlanan (28 Mart 2017) yazısı şöyle:

(Bugün Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan mektubumdur)

Sevgili Ahmet, Sevgili Kadri, Sevgili Güray…

Bizim gazeteden de Mahir içeride…

BirGün’de köşemden de bir mektup yazmıştım sizlere, sanırım okuyamadınız, BirGün alamıyorsunuz. O mektupta da yazmıştım; o kadar çoksunuz ki içeri, hepinizin adını yazsam mektupta başka şey yazmaya yer kalmayacak.

Dipsiz bir kuyuya döndü hapishaneler, dipsiz ve karanlık. Kim yazdıklarıyla, çizdikleriyle rahatsızlık veriyorsa, tutup atıyorlar içine. Aylar geçiyor; ne iddianame, ne duruşma, ne yargılama… Kuyunun dibinden, koyu karanlığın içinden uğraş ki sesini duyurabilesin.

Sizlerin adını yazdım girişte, hani dışarıdan da şahsen tanışıklığımız, karanlığı yırtma çabalarımızda yan yana yürümüşlüğümüz var diye. Selamım hepinize ama, biliyorsunuz.

Gazeteciliğe en fazla ihtiyaç duyulan zamanlardan geçiyoruz ve sizi özlüyoruz arkadaşlar! Dışarının gürültüsü içeriye sizlere kadar da geliyordur mutlaka. Hollanda başta bütün Avrupa ile papaz olduk; tam Kadri’nin kalem oynatması gereken günler.
İşlevselci kuramın önde gelen isimlerinden L. Coser, çelişkinin işlevlerini sıralarken, “dış çelişki/çatışma iç bütünlüğü artırır” demişti. Şimdilerde, referandum kampanyasında her fırsatı değerlendirme çabasındaki iktidar, çelişkinin bu işlevine sarılmış durumda. “Avrupa Avrupa duy sesimizi” halet-i ruhiyesini coşturup birkaç evet fazla çıkarmaya çalışıyorlar.

İşe yarar mı? Emin değilim. AKP-MHP oylarının yüzde 70 olduğu yerlere gittim Ankara yakınlarında. Hayatında sola oy vermemiş esnaftan “Burada yüzde 70 Hayır çıkacak” diye benimle iddiaya girmeye kalkanlar oldu. Hayırdır inşallah!
Hapisliği bilirim; gerçi çok geçti üzerinden 12 Eylül’ün, Mamak’ın… O hatıralar hep canlı ama. Siz içeride dışarıdakileri düşünürsünüz, dışarıdakiler de içerideki sizleri. Görüş günleri karşılıklı birbirini avutur hapishaneciler ve hapishaneci aileleri: Nasılsın? İyiyim. Nasılsınız? İyiyiz.

Aileler başka tabii… Hapishaneci için en zor zamanların en güvenilir limanlarıdır onlar, sığınabileceğiniz. Biz de bir aileyiz ama, büyük yazar-çizer ailesi memleketin. Başı hiç dertten kurtulmamış, memleketin her sıkıntılı döneminde sıkıntının en ağırını yaşamış yazar-çizer ailesi.

İnanın acayip sıkıntılı dışarda da hayat. Hani sizin yerinize koyup kendimi, “içerisi gibi” demek de istemiyorum. Bazıları pek rahat, “gazeteci” geçiniyor, çalakalem yazıyor, ekran ekran konuşuyorlar. Hala varsa dışarıda kalmış birkaçımız onlar da içeri tıkılsın diye uğraşıyorlar.

Diğerleri, bizler, sol memesinin altındaki cevahir kararmamış olanlar, açlıktan ölmek üzere olan biçareler karşısında elinde ekmeği olup da yiyemeyenler gibi hissediyoruz. Aç birinin karşısında yiyemezsiniz de lokmalar düğümlenir ya boğazınızda, sizler yazamazken sözcüklerimiz düğümleniyor bizim de.

İktidar ağızları o bildik hikayeyi anlatıp duruyorlar hâlâ: Gazeteci değilmişsiniz! Dünyanın herhangi bir yerinde, biraz gazeteciliğe bulaşmış birini, biraz bu memleketin halinden anlayanları sizin gazeteci olmadığınıza inandırmaları imkansız oysa. Kimi inandıracaklar Musa Kart’ın karikatür çizmekten başka işler yaptığına?

BirGün’den yazdığım mektupta da söylemiştim; bir İspanyol karikatüristle tanıştım, karikatürleriyle önce. El Roto. Musa Kart’tan ona, ondan Musa Kart’a selam taşıdım.

El Roto’nun bir karikatürü var: Siyah elbiseler içinde ve siyah gözlükler takmış iki adamı, bize arkası dönük şekilde bir televizyon ekranına bakarken gösteriyor. Adamlardan biri diğerine; “İnsanlar sorular sormaya başlıyor. Korku düğmesini biraz aç” diyor. O karikatüre bakıp, bunu Musa Kart da çizmiş olabilirdi demiştim.

Kâğıdın kalemin, fırçanın boyanın sizinle buluşmasından korkuyorlar, kesin. O yüzden içeridesiniz ya… Çizgilerin, yazıların yeri yerinden oynatacağını biliyorlar. Kitabın bombadan tehlikeli olduğunu söylememişler miydi? Üzerimize saldıkları korkunun bir gazetede yazılacak iki cümle ile, çizilecek bir karikatürle önünün kesilebileceğini, oralardan korkunun üzerine cesareti salabileceğimizi biliyorlar.

Geçecek bu günler. Geçmemiş bir gün var mı ki? Tekrar kollarımızla sarılıp kucaklaşacağımız günlere kadar, bir kalemin yazabileceği en sıcak, en dost sözcüklerle kucaklıyorum sizleri.

Görüşmek üzere!