Medya

"Nerede bir Hitler varsa orada bir de Tucholsky vardır bayım"

Mustafa K. Erdemol: Kızarlar, yok etmeye çalışırlar ama medyasız da olamaz bunlar

01 Kasım 2016 14:28

BirGün yazarı Mustafa K. Erdemol, 675 sayılı kanun hükmünde kararnameyle (KHK) Evrensel Kültür, Özgür Dünya, Tiroj, Azadiya Welat ve TIROJ'un kapatılmasını ve Cumhuriyet'in yazar ve yöneticilerine yönelik düzenlenen operasyonu eleştirdi. "Kızarlar, yok etmeye çalışırlar ama medyasız da olamaz bunlar" diyen Erdemol "Kendilerini ifade edecek dünya kadar yol varken, o çok nefret ettikleri sosyal medyayı ya da yazılı, görsel basını da hep ellerinin altında tutmak isterler" ifadesini kullandı.

Mustafa K. Erdemol'un "Nerede bir Hitler varsa orada bir de Tucholsky vardır bayım" başlığıyla yayımlanan (1 Kasım 2016) yazısı şöyle:

Kızarlar, yok etmeye çalışırlar ama medyasız da olamaz bunlar. Kendilerini ifade edecek dünya kadar yol varken, o çok nefret ettikleri sosyal medya ya da yazılı, görsel basını hep elleri altında tutulsun isterler. İktidar medyayla vardır
 

25 yıllık Evrensel Kültür dergisi kapatılıyor, bunca yıllık Cumhuriyet’in yöneticileri, yazarları tutuklanıyor. Öncesinde de onlarca tv kanalının, derginin yayınına son veriliyor. Memleketin medya açısından hali bu.

Egemen sevmez medyayı. Yani kendisine, icraatlarına karşı olan medyayı. Oysa ona ihtiyacı vardır, kendi sesi olduğu sürece tabii. Fethedilen topraklarla ilgili haberleri halkına iletmek için Acta Diurna adı verilen bültenler dağıtan Romalılar propagandanın önemine MÖ 59’da varmışlardı. Çin egemenleri de aynısını yaptılar Tang hanedanı döneminde özellikle. Bunların medyadan anladıkları budur. Kendi sesi olacak mutlaka medya. Egemen bunu ister.

Tarihi çok eski bir maceradır bu. Gazetenin de gazetecinin içinde olduğu bir macera. Bugün dünden daha farklı değil. Özgür medya da var kuşkusuz ama o özgürlükler kolay elde edilmedi. Ağır bedeller ödendi. Ödenecek de.

Recep Tayyip Erdoğan’ın yandaş dışında medya sevgisi yok, sır değil bu. Bu konuda açık sözlü de zaten. Kendisine yüklediği “hizaya getirme” misyonunu medya üzerinde uygulamaktan çekinmediğini biliyoruz. Gerekçesi de hem çok hem de çeşitli. Ama en başta geleni “vatan çıkarlarına ters düşüldüğü” iddiası. Şimdilerin gözde gerekçesi FETÖ ya da PKK destekçisi olmak. Önceleri sosyal medyaya olan nefretini dile getirerek duyurmuştu medya düşmanlığını. Kontrolü, denetimi yazılı, görsel medyadan daha zor olduğuna inanılan sosyal medyaya yaklaşımını anımsayın. Twitter, facebook ya da her neyse tüm bunların hepsinin kullanımının ne kadar zararlı olduğu konusunda onlarca nutkunu dinledik.

Bu konuda yalnız değil

Dünyada medyadan nefret edenler liginde müstesna yeri var. O listedekilerle birlikte anılıyor adı. Bunu bir önemi var mıdır onun için, yanıtı belli: Aldırmıyor. Haklı olduğuna inanması tüm icraatları için yeterlidir sonuçta. Şu ligdeki “arkadaşları” arasında Suudi Arabistanlı bir şeyh de var: Abdüllatif el Şeyh. Ülkesinin din polisinin başında. Sosyal medya düşmanı bir zat. Sosyal medyayı kullananların imanlarını kaybedeceğini söylüyor ama asıl dehşete düşüren cümlesi şu: “Kendi hayatlarını da kaybedebilirler”. Bundan daha açık bir tehdit olabilir mi? Twitter kullanıcılarını cinlerle çalışan insanlar olarak değerlendiriyor sürekli. İşin içinde iman boyutu da var.

Malum ligin “yıldızlarından” biri de Beyaz Rusya’nın egzantrik devlet başkanı. Tüm mesasini vatandaşlarının yaşamlarını kontrole adamış bir zat bu da. Dimitri Rogozin de kafasını “ulusal güvenlik” kavramına takmış bir Rus devlet adamı. “Kamuoyu sosyal medya yoluyla manipüle ediliyor” diye inananlardan. Yazılı, görsel medyayı da böyle değerlendiriyor aslında. Çin’den de bu tiplerin bir benzeri var: Lu Wei.

Araştırmaya kalksak sayfalar dolusu ad sıralamamız gerekebilir. Coğrafi çeşitlilik açısından bu adları verdim. Bununla yetinelim.

Medyasız yapamaz bunlar

Kızarlar, yok etmeye çalışırlar ama medyasız da olamaz bunlar. Kendilerini ifade edecek dünya kadar yol varken, o çok nefret ettikleri sosyal medyayı ya da yazılı, görsel basını da hep ellerinin altında tutmak isterler. Bu işlerin piri elbette ki Naziler. İktidarları döneminde gazeteleri radyoyu (özellikle), televizyonu, ama en çok da sinemayı kulandılar yıllarca. Görüşlerini yaymak için bunlara ihtiyaçları vardı. Hitler 30 Ocak 1933’te iktidara konduğunda en çok kendi medyasını oluşturmanın önemini altını çizerek anlattı uğursuz arkadaşlarına. Kavgam adlı kitabında da propagandanın önemine değinir. “Akılda kalacak sloganları yayın” derken bunu yapacak medyayı da oluşturmuştur. Yakın arkadaşı Joseph Goebbels bu işte bir numaraydı, malum. Denetimindeki tüm gazeteler Nazilerin istediği tüm mesajları büyük büyük duyururlardı. Vatandaşın bilinçaltına seslenmede Nazi tekniğinin büyüklüğüne kuşku yok. Ocak’da iktidara geldiler, ekim ayında “yeni” bir basın kanunu geçirdiler “parlamentolarından”. Medyada “etnik temizlik” yaptılar bu yasayla. Medyada ne kadar Yahudi, ne kadar liberal (bizdekilerle karıştırılmasın), sol eğilimli (kişi hakkında iddia edilmesi bile yeterdi) varsa temizlenecekti medyadan. Yeni oluşturulan Nazi medyasına yahudilerle evlenmiş olanlar da alınmayacak, bu konuda hassasiyet gösterilecekti. Sahibi Yahudi olan bir gazete varsa satmaya zorlanacak, eğer kabul etmezse Nazi hükümeti yayını yasaklayabilecekti. Gördüğünüz gibi önce bir “yumuşak” tutum aldılar bunlar yine de. Sonrasında kimseye kendi yazdıkları yasalar da hatırlatılmayacak, yani biti daha da kanlandığında, tuttuğunu kampa, hapse atacak, sürgüne gönderecektir. Tüm diktatörlükler böyle yavaş yavaş gelir. İnanılmaz bir sabırları var. Bir başka taktik de Yahudi gazete sahibini iflas ettirmek olurdu. Sahibi ya da sahipleri Yahudi olan 1704’de kurulmuş Ullstein basımevini böyle çökerttiler. Adı geçen basımevini Nazilerin kurduğu Eher Verlag’a iflas yoluyla “sattılar”.

Diktatörler korkaktır ayrıca. Her şeyden korktukları için saldırırlar.

Hitler’in susturduğu ilk gazete ülkenin en eski gazetesi olan Vossische Zeitung’du. Ullstein basımevinin çıkardığı çok sayıda gazeteden biriydi. Çok ama çok etkili bir gazeteydi. Liberallar, solcular, ahlakçılar, kim ararsa vardı Vossische Zeitung’da. Hitler gazetenin tanınmış yönetmeni Georg Bernhard’ı “vatan haini” olarak suçlayıp ülkeden kaçmasını sağladı. Sözüm ona “casusluk” yapıyordu Bernhard.

Çok sürmedi. Baskılar meyvesini verdi, gazete “kendi isteğiyle” yayınını sonlandırdı. 200 yıldan fazla yayın yapan bir gazete böyle öldü. Buna benzer birçok gazeteyi batırdı Naziler. Sonra kendi medyasını oluşturdu. Tüm medyasının başına da özel emir eri bir başçavuşu getirdi. Her dönemin bir “alo Fatih”i” vardır.

Kendin yap bu daha iyi

Hitler zayıf, kişiliksiz, kompleksli bir adam malum. Böylesi bir adamın kitleleri nasıl peşinden sürüklediği elbette merak konusudur. Ama tam bir kasaba kurnazı olduğu, “halkını” iyi tanıdığı, efsanelere düşkün bir millete neyin, nasıl verileceğini iyi bilirdi elbette. Yeni bir haber vardı, çok ilginçtir. Daha iktidara gelmeden önce, ağzı laf yapan, demagog bir politikacı olarak boy gösterdiği yıllarda, 1923 denir, basılan bir otobiyografisi vardır. Kitabın Adolf Victor von Koerber adlı bir savaş kahramanı tarafından yazıldığı sanılırdı. İskoç Aberdeen Üniversitesi’nden tarih profesörü Thomas Weber kafaya takıp araştırmasa hep Koerber’in yazdığını sandığımız kitabın gerçek yazarı bizzat Hitler’miş meğer. Kitapta Hitler İsa’ya da benzetiliyor.

Kendisine biçtiği rol demek ki buymuş Hitler’in. Weber, bu kitapla kendi efsanesini kendisi yaptı diyor ki doğru herhalde. Victor von Koerber’ daha sonra Hitler karşıtı olmuş. Hatta 1944’te Hitler’e başarısız bir suikast düzenlemekten dolayı hapse bile atılmış.

Bunun önemi şu: Hitler halkın gözünde kendisini efsane kılacak her yolu denemiş bir lider. Medyayı da daha sonra böyle kullandı. İktidarı boyunca onlarca gazete vardı ülkesinde hepsi de kendi destekçisiydi. Bir insan neden aynı şeyleri yazan onlarca gazete çıkarır ki? Medya gücünün ne olduğunun farkındalar bu tipler.

Kendi efsanelerini yaratıp, bir süre bunun kaymağını yerler tüm diktatörler, kendilerine bayılırlar. Ama sonu yok bu işlerin.

Tucholsky sen çok yaşa

Alman faşizmine karşı sembol olmuş bir gazetecidir Kurt Tucholsky. 1890 doğumlu bir Yahudi’dir. Hitler’in ne menem bir halt olduğunu daha ilk yıllarında sezmiştir denir Tucholsky için. Dönemin İmparatoru II. Wilhelm’le ilgili çokça eleştiriler kaleme almıştır. Çeşitli takma adlar kullanarak tabii ki. Kararlı bir Weimar Cumhuriyeti savunucusuydu. Nazilerin ayak seslerinin duyulduğu 1920’li yıllarda gelecek tehlikeyi ilk fark edenlerdendir. Yazdığı yazılarla, edebi metinlerle, şiirlerle, Nazilere muhalefet etti. Tek başına bir ordu sayılırdı neredeyse. Baskılara dayanamayıp kaçtığı ülkelerde Hitler’e muhalefetini sürdürdü. Hitler’in yapabildiği tek şey bu cesur gazeteciyi Alman vatandaşlığından atmak oldu. Uzun yılların mücadelesinin yorgun düşürdüğü Kurt Tucholsky 1935’te canına kıydı.

Yani her şey olabilir de umutsuzluk olmaz asla. Tamam canına kıymıştır ama Tucholsky gibilerin “ölüsü” bile diktatörü korkutmaya yeter.

Diktatörler korkaktır ayrıca. Her şeyden korktukları için saldırırlar.