Söyleşi

Mustafa Kurdaş: AKP iktidarında ihaleci bir İslamcılık ortaya çıktı!

AKP'yi kuran kadroyu da yetiştiren Milli Görüş, bugün AKP'ye ağır eleştiriler yöneltiyor. Hareketin yayın organı Milli Gazete'nin Yayın Yönetmeni Kurdaş eleştirilerinin temellerini anlatıyor...

22 Temmuz 2013 07:22

Hazal Özvarış

[email protected]

 

Necmettin Erbakan öncülüğünde 1969’da ilk adımları atılan Milli Görüş geleneği Türkiye’nin siyasi tarihinde kalıcı izler bırakan partiler doğurdu. O izler; geleneğin peş peşe kapatılan partilerinden başlıyor, muhalefet ve koalisyon ortaklığı yıllarına uzanıyor ve nihayet 11 yıldır süren tek başına iktidar tecrübesiyle bugüne geliyor.

Milli Nizam Partisi’nden Milli Selamet Partisi’ne, Refah Partisi’nden Fazilet Partisi’ne ve bugünkü Saadet Partisi’ne uzanan zincire en çok müdahale kapatmalar ve darbeler üzerinden “devlet eli”yle yapıldı. Ancak hareketteki en ciddi kırılma, 28 Şubat sürecinin ardından Milli Görüş ikliminde “hoca”ya karşı çıkabilen “yenilikçiler”le yaşandı. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın başını çektiği “yenilikçiler”, Fazilet Partisi’nden koparak 2001’de kurdukları Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile üç genel seçim, iki yerel seçim ve iki de referandum olmak üzere toplam yedi sandık deneyiminden zaferle çıktılar, oylarını artırarak iktidarlarını pekiştirdikleri 11 yılı geride bıraktılar.

AKP, iktidarının ilk yıllarında devletin geleneksel çizgileri içinde ve bünyesinde bulunduğu grupların öncelikleri çerçevesinde hareket eden eski merkez medyadan aldığı tepkileri, son yıllarda, içinden çıktığı Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete’den görüyor.

Milli Gazete’nin yayınlarında “faiz lobisine hizmet eden, İsrail karşısında diz çöken, iktidarı döneminde helal ile haramı karıştıran, kibirli, ihanet eden, kendi zenginini ve medyasını yaratan” bir AKP de var.

Peki neden?

Çok boyutlu cevaplar için, Genel Yayın Yönetmeni olarak Milli Gazete’nin son iki yıldaki manşetlerinden sorumlu olan Mustafa Kurdaş’a gittik. Kurdaş’a Milli Görüş’ün merceğinden AKP iktidarını, İslamcı işadamlarını, tartışılan ihale düzenini, medyayı ve AKP’ye karşı kendi çizgisinde sert bir muhalefet yürüten Milli Gazete’yi sorduk. T24’e zaman konusunda cömert davranan Kurdaş, yaklaşık 23 yıldır çalıştığı Milli Gazete’nin merkezinde sorularımızı yanıtladı. “Çok kısa” okumasını ara başlıklarla yapabileceğiniz bu uzun söyleşi için buyrun...

 

‘Camia içi tartışmaları Milli Gazete’de görmeyiz’

 

- Söyleşiye başlamadan netleştirelim; bir gazeteciyle mi, yoksa bir siyasetçiyle mi konuşacağız?

Ben Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesiyim, tarafı olan biriyim, kimliğim var, gazetemizin de misyonu. Yani, kimliği olan bir gazeteciyle konuşacaksınız. Ayrıca; kim ne derse desin, özellikle de Türkiye gibi bir ülkede, aslında her gazeteci biraz da siyasetçidir. Bir gazeteciyle mi, yoksa bir siyasetçiyle mi konuşacağız sorusu bu anlamda beni rahatsız etmeyeceği gibi, böyle bir soruya sevinirim bile.

- Yani CHP’nin Ulus’u gibi misiniz? 

Siz bunu ister Ulus'la, ister Demokrat Parti'nin yayın organlarıyla karşılaştırın. Bana göre bir patronun gazetesi olmaktansa, paranın silahşörü olmaktansa; bir misyonun, bir kimliğin, bir duruşun gazetesi olmak çok daha evladır. Biz konjonktürlere göre davranmayıp bir kimliğin gazetesi olmayı tercih ederiz. Milli Gazete ilk besmelesine sahip çıkan nadir gazetelerdendir.

- Peki misyon gazeteciliğiniz, hareket içindeki tatsız vakaları görmezden gelmenize yol açıyor mu? Örneğin, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk'ün Fatih ve Zeynep Erbakan'a yönelttiği "Cihat paralarını zimmetlerine geçirdiler" suçlamasına neden gazetenizde yer vermediniz?

Biz o gibi tartışmaları Milli Gazete'de görmeyiz, bunlar camia içi meseleler ve orada çözülmeli. Camialar içindeki sorunların yayın yoluyla tartışılıyor olması camialara fayda değil zarar verir.  Erbakan Hoca'mızdan da öğrendiğimiz ilke budur. Hedefine kilitlenmiş roket misali, camialar da bütün unsurlarıyla birlikte davasının hedefine kilitlenmelidir.

- Camianın bir parçası olan Milli Görüş tabanını aile dışında mı tutuyorsunuz? Milli Görüşçüler içinde yer aldıkları harekette neler olduğunu gazetelerinden neden öğrenemiyorlar?

Milli Gazete'nin görevi camiasında var olan sıkıntıları derinleştirmek, dozajını artırmak değil, aksine aklı selimi ortaya koymaktır. Milli Gazete’nin görevi camiasına motor olmaktır, daha iyi hedeflere götürmektir.

 

‘Benim itirazım ihalelerle değişen yayın politikalarına’  

 

- Popüler tabirle soralım, size göre bugünün “yandaş” gazeteleri hangileri?

Örneklendirmek istemem, ama bu gazeteler bellidir. Ben gazetelere yandaş, candaş diye sıfatlar vermek istemem. Bu patronlarının kararıdır, saygı duyarım. Ama ihaleler veya TMSF sürecinden sonra yaşanan patronaj değişikliğiyle oluşan yandaşlık, candaşlık meselesinin altını kalın çizerim. İtiraz ettiğim, ihaleler sonucunda gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle birlikte yayın politikalarının değişmesi. Aslında tümüyle gazetelerin ve yayın kuruluşlarının duruşlarının Ankara’nın hava durumuna göre değişmesi can sıkıcı. Gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin de, Ankara temsilcilerinin de iktidarlara göre değiştiğine şahidiz nitekim. Patron şöyle düşünüyor: Ben şu ismi şuraya getirirsem iktidara yakın olurum, şu ismi de geçici olarak kızağa alırsam iktidara iyi bir selam çakarım... Acınası bir hal bu.

- Kamu bankası kredisiyle satın alınan Sabah-ATV grubu veya TSMF el koyduktan sonra Yayın Grubu Başkanlığı’na Cengiz Özdemir’in, Yayın Yönetmenliği’ne Mehmet Ocaktan’ın getirildiği Akşam-SkyTürk360 grubunun geçirdiği evrim de itiraz ettikleriniz arasında mı?

Bu tür soruların cevabı zaten sorunun içerisinde ve akışta kendisini gösteriyor. Tabii ki, garip örnekler çok. Bu iktidar-medya ilişkisi bugüne de has değil. Tek parti döneminde de, DP döneminde de böyle farklı örnekler karşımıza çıktı. Hem gazeteler iktidarları etkilemeye çalışırlar, hem de iktidarlar medyayı kendi hükümleri altına almaya çalışırlar. Bugünün krallığı kamuoyu ise eğer, çünkü yönetim seçimlerle belirleniyor, kamuoyunu etkileyen unsurlar birinci erk oluyor. Medya günümüz kamuoyu krallığının kralıdır. Siyasi iktidarların bugün de medyayı kontrol altına alma derdini bu yüzden biraz anlıyorum ve işin doğası diye bakıyorum. Şimdi de geçmişten farklı olarak 11 yıldır tek başına iktidar olmuş bir parti var. Patronlara açılan telefonlarla çok taşın yerinden oynatıldığı biliniyor…

 

‘Gazetelerin Ankara büroları tasfiye ediliyor’

 

- Size açılan telefonlar var mı? Milli Gazete'ye Ankara'dan hiç bir rica veya serzeniş iletildi mi?

Milli Gazete son bir buçuk yıldır değişti, bülten havasından çıkarak etkili bir gazete haline geldi. Özel haberlerimizle kendi gündemimizi belirleyen bir pozisyona doğru gidiyoruz. Ancak bugün Türkiye'deki bazı gazeteler fincancı katırlarını ürkütmek istemiyor. Bu yüzden gazetelerin Ankara büroları zayıflatıldı. Ben Ankara'da gazetecilik yaptığım için biliyorum. Eskiden Ankara muhabirlerinin imzalarını ve fotoğraflarını birinci sayfada çok görürdük. Ama bugün patronların Ankara bürolarından manşet çıkarma derdi yok, tersine Ankara, parlamento büroları dolaylı olarak tasfiye edilme noktasına gidiyor. Bugün gazetecilik derdi olan nadir gazetelerden biridir Milli Gazete. Bu nedenle fincancı katırlarını ürkütme noktasında, bel altı vurmamak koşuluyla, kendimize engel koymuyoruz. “Hak Geldi Batıl Zail Oldu” düsturunu logosuna nakşeden, bu nişanı 41 yıldır hakkıyla taşıyan bir gazeteden farklı bir duruş kimse beklemesin. Milli Gazete’nin duruşu, yayın politikası konjonktürlere göre, iktidarlara göre, hava durumuna göre değişmez.

 

‘Ankara’dakiler bizi de arıyor, ‘Sözcü yapıyor, siz de mi’ diyorlar’

 

- Sorumuzu tekrarlayalım: Ankara'dan size telefon geliyor mu? 

Tabii ki fazlasıyla aranıyoruz. AKP camiası ve Milli Görüş camiası çok iç içeydi, devam eden eski birtakım ilişkiler var. Bazen dolaylı olarak haberler geliyor, bazen bakanlar arıyor, bazen de bakanların danışmanları arıyor. Uyarı olarak değil, ama haberlerin yankısını görüyoruz.

- Tam olarak neler söylüyorlar?

Genellikle bu işlerde habere konu olan kişi ya o mevzunun doğru olmadığı söylüyor, ya "Ya kardeşim bu işin sırası mıydı? Şu şu şu oluyorken bari siz üzerimize gelmeyin" diyor ya da "Bu AKP düşmanlığı nedir" diyor... "Sözcü, Cumhuriyet böyle yapıyor, siz de mi" tavrına kayabiliyor konuşmalar. Hâlbuki arada nüanslar var, Milli Gazete'nin derdi bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek. Doğruları söylemek bizim 40 yıllık şiarımız. Demirel’li 70’li yıllarda, Özal’lı 80’li yıllarda gördüğümüz her doğruyu yazdıysak, şimdi Tayyip Bey iktidarda diye bu şiarımızdan vazgeçecek değiliz.

- Ankara'dan kim, kimi arıyor? Siz ne kadar sık aranıyorsunuz?

Bunun çeşitli yolları var. Doğrudan bir genel yayın yönetmeni her zaman aranmaz. Keza bir Ankara temsilcisi de öyle. Bunun değişik yolları var.

- Ne gibi?

Yandaş internet portalları üzerinden mesajlar gönderilir. Bazı gazetelerde, bazı köşe yazarları bunları kendilerine görev addeder, gündeme getirmeye çalışırlar. Bazen de danışmanlar vesilesiyle yürür bu işler.

- Somutlaştırabilir misiniz; hangi siteler, hangi yazarlar, hangi danışmanlar?

Polemik çıkarmak istemem.

- Medyanın dizayn edildiğini söylerken araçlarından bahsetmiyorsunuz.

Örnek vermeyeceğim ama medya şekillendirilirken bunun despotik yollarla yapılmasını kesinlikle doğru bulmam. Örneğin hükümetin bir yayın kuruluşunun süren davalarına müdahil olması gibi durumlar kabul edilir olamaz.

- Size dava açıldı mı?

Hayır. Ufak tefek tekzip davaları sadece. Buna Milli Gazete’de çok özen gösteriyor, hakaret yok, kişisel saldırı yok. Milli Gazete asla insanların özel hayatlarını ifşa derdine düşmez, küçük düşürme ve aşağılama gibi yollara başvurmaz. Biz, yapılanlar veya yapılmayanlar üzerinden hareket ederiz, eleştirilerimizi bunlar üzerine kurarız. Asparagas ve yakıştırmalarla değil, hakikatler üzerinden yol alırız. Ve yol gösteririz. Kamu görevi de bu değil midir?

 

‘AKP yönetimi bize ‘bari siz yapmayın’ diyor’

 

- Yazı işleri toplantısı yaparken size "yarın Ankara'dan telefon gelebilir" dedirten başlıklar neler oluyor?

Bir defa bir bakanı somut biçimde manşet yaptığınızda mutlaka bir telefon alıyorsunuz. Ya da hükümetin sizin camianızla ilgili atraksiyonları varsa, o konuda çok hızlı bir şekilde refleks gösteriyorsanız, böyle bir yaklaşım çıkabiliyor.

- Örnekler ne? Mesela İsrail'in Mavi Marmara özrü ardından attığınız "İhanet anlaşması" başlığı ardından arandınız mı?

Hayır, nedeni şu kanaatimce: O anlaşmayla birlikte AKP tabanında da aynı rahatsızlık yaşandı. Mavi Marmara'nın bütün mağdurları da bu anlaşmaya itiraz ediyor. O manşetimizin camiada ve AKP tabanında yankı bulduğunu biliyorum. Milli Gazete'nin 40 yıldır tirajı üç aşağı beş yukarı belli. Ama gazetenin Ankara'daki etkisi tirajından çok daha fazla. Bize "Bari siz yapmayın" diyor AKP yönetimi, çünkü Milli Gazete bugünkü yayınlarıyla, onların vicdanlarını sarsıyor. Ama biz istismar yapıldıkça vicdanları sarsmaya devam edeceğiz. Ofsayta düşülürse ‘kim ne der’ diye sağa sola bakmadan bayrak her zaman kaldırılmalı.

 

‘Darbeci zihniyet akreditasyonunu bugün AKP bize uyguluyor’

 

- Başbakan'ın uçağına bu görüşleriniz nedeniyle mi çağrılmıyorsunuz?

Başbakan'ın uçağına bugüne kadar hiç çağrılmadık, en azından bizim genel yayın yönetmenliği dönemimiz için bu böyle. Yanlış anlaşılmasın; davet almamayı dert etmiyoruz, ama alırsak o uçağa bineriz. Bunu genel yayın yönetmenlerinin Başbakan ile çektirdiği fotoğraf karesine dair ‘ah keşke ben de illa orada olsaydım’ diye iç geçirerek, bir hevesle söylemiyorum. Kurumsal açıdan bakıyorum. Yılların gazetesi o uçakta olmalı, çağrılmalı. Çağrılmamak bizim ayıbımız değil, çağırmayanların eksiğidir, ayıbıdır. Milli Gazete mazisiyle, tarihiyle, bu millete, bu ümmete ve bu topraklara olan aşkıyla bu devletin her yerinde temsili hak ediyor. Elbette o kareye girdik diye de rotamızı değiştirmeyiz.  

 

‘Başbakanlık uçağına, genelde ayakta alkışlayanlar biniyor’

 

- Sizce neden uçağa çağrılmıyorsunuz?

Gazetemizin olaylara bakışından, Erbakan’ca duruşumuzdan. O uçağa binenler genelde ayakta alkışlayanlar olduğuna göre Sayın Başbakan’ı ve iktidarı ayakta alkışlamadığımızdan belki de. Önceki sene Başbakanlık'ta genel yayın yönetmenleri ve gazete patronları ile bir toplantı yapıldı. Ve bazı gazeteler çağrılmadı, çağrılmayanlardan biri de bizdik. Sayın Başbakan bu toplantıyı AKP'nin bir toplantısı olarak yapıyor olsa bu tutumu anlarım, ama bu hükümet olarak yapılıyor ve bir devlet brifingi veriliyor. Söz konusu devlet olunca manavdan karpuz - kavun seçer gibi ‘o gazete gelsin, bu gazete gelmesin’ diye seçmek doğru olmaz. Bu konuda Başbakan'ın Basın Danışmanı Lütfullah (Göktaş) Bey'le telefonda görüştüğümüzde "Yer sorunu var" diye bir mazeret sunuldu. Eminim bu mazerete kendileri de inanmıyordu. Devlet meselesinde sandalye sorun olamaz, ki bazı yandaş gazetelerden iki ya da üç temsilci vardı. İktidarın en büyük eksikliklerinden biridir bu. Gazetelerin akreditasyon meselesi çok eskilerde kalmalı oysa. Bir dönem Genelkurmay'ın yaptığı bir çalışmaydı. Bu zihniyet darbeci zihniyetin uzantısıdır.

 

‘AKP kadrosunun bize teşekkür etmesi gerekirdi’

 

- Okuyucular için not düşelim. 20 Ekim 2011'de Erdoğan, Başbakanlık Konutu'nda medya patronları ve genel yayın yönetmenleriyle PKK'ya ilişkin haberler hakkında görüştü. Hem toplantının oto-sansüre teşvik niteliği, hem de Erdoğan’ın Kürt sorunu konusunda Kandil’de de söyleşilere de uzanan gazetecilik çabasına karşılık Hasan Cemal’e ilişkin olarak yaptığı “nüfuz, ün, para” sorgulaması tartışma konusu oldu. Şimdi aktardıklarınızsa ayrıca ilginç, çünkü bugün TSK’nın bile savunamadığı akreditasyon engeline Milli Görüş geleneğinde yetişen bir parti tarafından uğruyorsunuz. Bu sizin için ne demek?

Kendi adımıza olmasa da üzüntü duyduğumuz bir durum bu. Milli Gazete ikliminde yetişmiş bir kadronun bırakın akreditasyon uygulamasını, bize teşekkür etmesi gerekirdi diye düşünüyorum, Çünkü herkesin alkışladığı bir ortam var; ihale alanlar da, samimi olanlar da alkışlıyor; susanlar da çıkarları için susuyor. "İyi ki Milli Gazete var" demelerinizi beklerdik çünkü 41 yıl önceki besmelemize sahip çıkmamızı en iyi onların algılaması gerekiyor, biz doğru bildiklerimizi söylüyoruz. Bizimki AK Parti düşmanlığı değil, aksine Allah indinde dostluktur; çünkü yol gösterici bir yayıncılık yapıyoruz. Birine, doğru ve yanlış gösteriliyorsa o kişiye düşen o vazifeyi yapana teşekkürdür.

- Milli Gazete AKP öncesindeki sivil iktidarlarda akreditasyon engeli yaşamış mıydı?

Herhangi bir parti döneminde bu sorunu yaşamadık, ama tabii askeri darbeleri, Dışişleri Bakanlığı ve başka kuruluşları kenara koyarak söylüyorum. CHP’nin ve zihniyetinin iktidarlığında bile bildiğim kadarıyla Milli Gazete akreditasyon sorunu yaşamamıştır. Ama Sayın Başbakan, bu akreditasyondan haberdar mı bilmiyorum. Belki bazı bürokratların işgüzarlığıdır.

- Sizce Başbakan'ın bilmemesi mümkün mü, yoksa yakıştıramıyor musunuz?

Yakıştıramıyorum, diyelim.

 

‘28 Şubat zihniyeti kendi kendini tasfiye ediyor,

AKP ise kendi medyasını oluşturma gayretinde’

 

- Akreditasyonun yanına işten atılan gazetecileri, müdahale edilen manşetleri koyduğunuzda “AKP, bugün medyaya kendi 28 Şubat’ını yaşatıyor” diyen birine katılır mısınız?   

28 Şubat meselesine girecek olursak Mehmet Ali Birand’ın Milli Gazete’de manşet olan sözünü hatırlatmam gerekir meslektaşlarıma. “Yatacak yerimiz yok” demişti Birand 28 Şubat’ta medyanın üstlendiği o karanlık rolü bize anlatırken. Ama AKP’nin medyaya 28 Şubat’ın hesabını soruyor yaklaşımı da doğru değildir. Zira bizatihi AKP 28 Şubat sürecinin bir sonucu, bir ürünüdür. 11 yıllık iktidar dönemindeki birçok ana hat politikalara baktığımız zaman bu gerçeği de görmek mümkündür. 28 Şubatçı zihniyeti başlı başına çağdışı bir zihniyet olduğu için kendi kendisini tasfiye etmektedir. İktidar hesaplaşma değil, kendi medyasını oluşturma gayretindedir.

 

‘AKP içerde ‘Milli Görüş gömleğini çıkarmadık’ dedi’

 

- 3 Kasım 2002 genel seçimlerinin ardından Ankara Temsilcisi olarak yaptığınız analiz şu oldu: "Millet, kurtuluşun tek çaresinin Milli Görüş’te olduğunu gördü. Bu yüzden Milli Görüş’e döndü. Ancak bunu bilenler medyayla propagandayla son anda milletin elini sürçtürdü. Milli Görüş’ün tek ve gerçek temsilcisi SP yerine benzerine yöneltildi. Hedef doğru fakat nişan yanlış alındı, aldırıldı. Bütün olay bu.” Bugün yanıldığınızı düşünüyor musunuz?

Hayır. 2002 sonuçları, 28 Şubat sürecinde Erbakan'a yapılanlara verilen tepki sonucudur. Milli Görüş içinden çıkan bir grup dışarda Avrupa'ya, ABD'ye sıcak mesajlar verilirken içerideki kampanyalarda "Erbakan'ı Cumhurbaşkanı yapacağız, biz aslında Milli Görüş gömleğini çıkarmadık" dedi. Dışarıya farklı konuşuldu, kapalı kapılar ardında farklı mesajlar verildi. El sürçtürüldü.

- Aynı seçimde SP’ye yüzde 2,5 oranında oy veren halkın eli 11 sene boyunca yapılan referandumlar dahil 7 seçimde sürçmüş olabilir mi sizce?

Bahsettiğim propagandalar sonrasında yüzde 36 oy aldı. Devamındaki seçimler bu tabloya göre cereyan etti. İlk seçim çok önemlidir. Bugünün AKP’lileri dünün Refahçıları oldukları için yüzde 36 oy almışlardı. Dünün Refahçısı bugünün AKP’lileri Refah’ın Milli Görüş tam zıt kutbuna düşmüş, küresel bir figüran olmuşlardır. 

 

‘ABD ile işbirliği yapsa da, Erdoğan çalışkan ve karizması var’

 

- Üç genel seçimi artan oranlarla kazanmak sizce sıradan mı?

Tabii ki sıradan olamaz ve küçümsenemez. Tayyip Bey, toplumun nabzını dil olarak çok iyi tutuyor. Ve çok çalışkan da bir lider. Amerika ile işbirliği yapsa da, birçok yanlışa imza atsa da halkı etkileme ve onlarla konuşma konusunda bir karizması var. Bugün AKP'nin sözcüleri ve Başbakan’ın söylemleri baktığınızda çok doğru olabiliyor ama doğruları yapmıyor. Ekranlarda, mikrofonlarda doğrular söyleniyor, ama o söylenen doğruların doğrusu yapılmıyor. Halkımız da yapılanlara değil, maalesef konuşulanlara, polemiklere bakıyor. “Kılıçdaroğlu’na ne güzel cevap verdi” duygusu her şeyin üzerine çıkıveriyor.  

- "Doğrular" konusunda siz yanılıyor olabilir misiniz?

Doğrular konusunda biz yanılıyor olsaydık Sayın Başbakan bizim söylemlerimizi kullanmazdı. Söylemler bizim, ama yapılanlar AKP’nin. Seçmenden AKP’ye oy akışına gelince bu konuda CHP’yi de özel olarak tebrik etmek lazım. Sağ olsun Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP’li sözcüler AKP’nin iktidarda tutunması ve seçimlerde en yüksek oyu alması konusunda çok iyi çalışıyor.

- SP de, CHP gibi "iyi" mi çalışıyor?

CHP de, AKP de kendi saflarını sıklaştırıyor. Gezi olaylarının ikinci aşamasında da Tayyip Bey bunu tercih etti. Saadet Partisi algı duvarlarını ve açıktan ve gizli ambargoları aştığı takdirde her şey değişecektir zaten.

 

‘AKP’nin ehliyeti işbirlikçilikteki başarısı!’

 

- Bugün "AKP, SP'den daha ehliyetli" diyen bir Milli Görüşçü olabilir mi?

Olamaz, çünkü hedefler ve çıkış noktaları farklı. Milli Görüş'ün hedefinde ‘yeni bir dünya’ ve ‘İslam birliği’ vardır, ama AKP'nin hedefinde Batı'yla tam entegrasyon ve Batı’nın İslam coğrafyasındaki modeli olmak var. Biz ‘İslam dünyasına liderlik’ diyoruz, AKP ‘İslam dünyasına modellik’ diyor. Milli Görüş, İslam Birliği’nin ilk adımı olan D-8’leri pasifize eden, buna mukabil Hıristiyan kulübü olan AB için AB Bakanlığı kuran bir anlayışla asla bağdaşamaz.

- Peki bunu diyen Milli Gazete kurucusu Hasan Aksay olsa?

O olsa bile bir şey değiştirmez. Ben olsam bile bir şey değiştirmez. İlkeler bellidir! Gerçek ortadadır, AKP’nin ehliyeti ‘işbirlikçilik’teki başarıda kendisini gösteriyor!

- Hasan Aksay’ın neden bunu söylediğini merak etmez misiniz?

Bakın bugün Star'dan Yeni Şafak'a, Anadolu Ajansı'ndan Akit'e pek çok yerde Milli Gazete'nin içinden çıkmış birçok isim vardır. Olabilir, Sayın Başbakan da bu camianın içerisindeyken belediye başkanlığı yaptı. 

- Hasan Aksay şimdi Akit'te yazdığı için Milli Görüş çizgisinden çıkmış mı oluyor?

Asla. Kişisel mevzulara indirgemenize gerek yok. Ve ben Hasan Aksay Ağabey’in Milli Görüşçülüğünü tartacak yeterlilikte de kendimi görmem. Hasan Ağabey’e Milli Görüşçü değildir de diyemem.  

- Kişisel ilişkileri hedefleyerek değil, AKP - SP karşılaştırmasında farklı düşüncelere ne kadar açık olduğunuzu öğrenmek için soruyoruz.

Hasan Aksay'a büyük saygı duyarım, ehliyet konusu da kendi kanaatidir. Sadece aynı şekilde düşünmüyoruz.

- Gazeteden gidelim. Hasan Aksay, Tevhit Karakaya, Fehmi Koru, Hasan Karakaya, Ahmet Kekeç, Sadık Albayrak dahil pek çok kişi var Milli Gazete'de yetişti, ama kalanların sayısı hayli az. Milli Gazete terk edilen bir okul mu?

Hayır, Milli Gazete bu isimler üzerinde de etkisini sürdürüyor ve yeni kadrolar yetiştiriyor. Geleniyle, gideniyle 500 kişi istihdam edemezsiniz burada. Milli Gazete yeni nesiller yetiştiriyor.

 

‘Eski Milli Görüşçü işadamları AKP iktidarında zengin oldu’

 

- Gelir-gider dengeniz tutuyor mu, bütçeniz ne durumda?

Milli Gazete zor şartlarda yayınlarını yapmak durumunda. İster tiraj, ister reklamlar olsun sıkıntılıyız. Gelir-gider dengemiz ancak kendi yağımızda kavrulabilecek ölçekte. Birçok gazete gibi biz de kilo kilo ek vermek isteriz, ama ciddi anlamda ekonomik açmazlarla karşı karşıya kalabiliyorsunuz.

- Camianın işadamları size destek olmuyor mu?

Tabii ki bugün hala Milli Görüş içinde kalan işadamları reklamlarla bize destek veriyor. Fakat bazı yazarların söylediği gibi, eski mücahitler yeni müteahhit oldu. Çoğu AKP süreciyle camiadan ayrıldığı için daha az bir kaynak aktarımı oluyor bize. Hoş reklam verebilecek olanlar da bazen iktidarlarla, belediyelerle olan işlerinin bozulabileceği gibi bir anlaşılmaz paradoks ortaya koyabiliyor.

- Eski Milli Görüşçü işadamları AKP'de ne yapıyorlar?

Daha zengin oluyorlar.

- Nasıl oluyor bu?

Bu konulara girmek istemem.

- İsimlerden ziyade sizin İslamcı işadamlarının evrimine dair gözlemlerinizi merak ediyoruz.

Daha dün küçük bir atölyesi, fabrikası olan bir kişiye bakıyorsunuz bugün ulusal, hatta uluslararası şirkete dönüşmüş. Ya da çok büyük ihalelere ortak olmaya başlamış.

 

‘AKP’li beyaz Lazlar, beyaz Kürtler ve beyaz Türkler peydahlandı’

 

- Çalışmış da kazanmış’lardan farkı ne bu grubun?

Tercihlerle ilgili farkı var. Ama bugün AKP'den ihale alan herkes bu kazancı hak etmeden kazanıyor, demiyorum. Bir genelleme işinin hakkını verenlere, adaleti gözetenlere haksızlık olur. İhale almayı suç da ilan etmek istemem.

- "Hayatın olağan akışına aykırı bir servet artışı olanlar var" mı diyorsunuz?

Evet. Sonuçta kendi başına iktidar olanlar kendi zenginlerini oluştururlar. Sayın Özal'ın da büyük zenginleri vardı. Bugün de AKP, yeni zengin bir İslamcı sosyete oluşturmuştur. AKP’li ‘beyaz Türkler’, AKP’li ‘beyaz Lazlar’ ve AKP’li ‘beyaz Kürtler’ peydahlanmıştır.

 

‘AKP döneminde ihaleci bir İslamcılık ortaya çıktı’

 

- Bu "İslamcı sosyete"nin hacmi ne?

Bilemem, çünkü onların arasında değiliz. Ama makam ve para önemli bir imtihan. Vicdanlarını rahatlatmak için dünya görüşlerini değiştirebiliyorlar. Maalesef ihaleci bir İslamcılık ortaya çıktığı için her şeye para gözüyle bakmaya başlayan ve gücü elde edeyim de sonra davama sahip çıkayım, diyen insanlar var ve zamanla o güce tapmaya başlıyorlar. AKP'ye yaklaşan bugünün yeni zenginleri belki başlangıçta çok iyi niyetle oraya gitmiş olabilir. Ufak ihalelerle başlamış olabilirler, ama insanların sahip olduğunu sandığı şey bir süre sonra insana sahip olmaya başlar. Zenginlik Müslümanlara sahip olmaya başladığı için ciddi bir paradoks yaşıyoruz. Dünyevileşme ahireti unutturuyor… İnsanoğlu dünyevileştikçe, paranın kulu haline gelmeye başladıkça, zenginliği ve gücü hak sebebi saymaya başladıkça adaleti de, vefayı da unutuyor. Bugün bunlar yaşanıyor.

 

‘Haram ve helalin en çok birbirine karıştırıldığı dönemdeyiz’

 

- 2001'de Milli Görüşçü olan atölye sahibi birinin AKP iktidarında yürütülen bir devlet ihalesini alması için kriterler ne, sizce ihaleler nasıl alınıyor?

Biçilen görevler var. Bir; AKP aleyhine olamıyorsunuz. Peşinen AKP'nin yaptığı her şeyi doğru olarak kabul ediyorsunuz. Ve bu kamuoyu üzerinde ciddi bir etkiniz oluyor. İki; Milli Görüş'le de bağlarınızı kesmeniz gerekiyor. Bunun sözde Müslümanların iktidarında yaşanıyor olması çok daha acı. Bize göre, Müslüman dünyalık düşünemez. Müslüman illa sürünecek, demiyoruz ama bazen üç, beşten büyük olmalıdır. Yani helal olan üç, haram olan beşten büyüktür. Biz haram ve helalin birbirine karıştırılarak İslamcılık yapılmasına karşıyız. Ve çok iddialı olduğunu düşünmüyorum, haram ve helalin en çok birbirine karıştırıldığı dönemi yaşıyoruz.

 

‘Kayırmacı ihaleler, 10 liralık işi 100 liraya vermek...’

 

- Tam olarak bu zenginleşmeyi haram yapan ne?

Alın teri ve hak ediş tabii ki. Başkalarını yıldırarak, başkalarının hukukuna girerek, rakipleri olur olmadık yöntemlerle saf dışı bırakarak helallik oluşamaz. Kayırmacı ihaleler değil, vergilerin korunması yoluyla yapılıyorsa ihaleler helal kazançtan bahsedebiliriz. 10 liralık işi 100 liraya veriyorsanız ve alıyorsanız bu işi yapsanız da karşılığı helal olabilir mi ki! Zenginlik meşru yollarla nasip oluyorsa, helallik dairesinde yürünüyorsa anlamı var. Zenginliğin zekatı veriliyorsa helalliği var. Ama bugünün zenginleri zekat bile vermez hale gelmiştir. Ama sorsanız onlara İslamcılardır. Fakirin hakkını vermeyen zenginlik bugünün modası.

 

‘Hiçbir mal varlığı olmayan vekillerin bugünkü konumlarını biliyoruz’

 

- Peki neden “en çok AKP döneminde?”

Çünkü biz bu insanları tanıyoruz. Parlamento muhabirliği yaptım yıllarca, milletvekili olup da geldiklerinde hiçbir mal varlıkları olmayanların şimdi geldikleri pozisyonları biliyoruz. Ya da AKP içerisinde siyaset yapanların SP’deykenki ekonomik durumlarını biliyoruz. Bürokratların aldıkları maaşlar belli, ama bazı bürokratların bugünkü pozisyonları belli. Hayatın olağan akışına göre hızlı bir statü, ekonomik sınıf atlama söz konusu.

- Milli Gazete ihale almaya çalışıyor mu?

Sektörümüzde giriyoruz, ama alamıyoruz.

- Siz ne tür ihalelere giriyorsunuz?

Biz sadece gazeteyiz ve sadece matbaayız.  Gazetemiz var ve baskı işleri yapıyoruz. Türkiye'deki genel sorun da zaten ahtapotun kolları gibi farklı kollara yayılma, tekelleşme. Bir yayın girişimiyle başladığınız medyada televizyon, dergi, radyo diye giderek yatay bir tekelleşmeye giriyorsunuz. Bu bile sakıncalıyken Türkiye'de dikey tekelleşme de var. Bir patronun hem gazetesi, hem televizyonu, hem dergisi, radyosu var; bir de bunlara ilaveten holdingi, bankası, enerji, inşaat şirketleri oluyor.

\

 

‘Çoğu zaman pişirilen gündemin tapıcısı değiliz’

 

- Milli Gazete’nin söyleşi boyunca vurguladığınız “fark”ına dair başka bir açıyı Ocak 2013’teki bazı manşetlerinizle örneklendirelim. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez Paris’te öldürüldükten bir gün sonra siz "2 yıl sonra Eyüp Sultan'dayız" manşeti attınız. Suikaste dair ayrıntılar ortaya çıkarken sizin manşet konularınız şöyle devam etti: İncirlik Üssü, Fransa’nın Mali’yi işgali, Zerdüştlük, Kamalak’ın açıklaması, Mali, İsrail ve tohumculuk, yine Mali, yine Kamalak’ın açıklaması... Ajans haberlerine mesafeli yaklaşımınızı biliyoruz, ancak onları ayıklarken Türkiye gündemini de ayıklıyor olabilir misiniz?

Hayır. Bazı dönemlerde gazeteler kendi ilgi alanlarına yoğunlaşır, bazen de sıcak haberler manşet olur. Ama genellikle birçok haber bir şekilde maksatlı, giydirilmiş oluyor. Gündemin tapıcısı değiliz, zira çoğu zaman gündemler pişiriliyor.

- Sizce Sakine Cansız'ın barış sürecinde öldürülmesi önemsiz miydi?

Elbette önemli bir hadisedir. Ama bize göre Mali'nin Fransa tarafından işgal edilmesi çok daha önemlidir. Sonuçta bir İslam ülkesi, bir Avrupa ülkesi tarafından işgal ediliyor. Sakine Cansız ve diğerlerinin Paris’te öldürülmesi konusu önemlidir, ama bu olay bizim masamızda Fransa’nın Mali’yi işgalinden, İncirlik Üssü’nden, Zerdüştlük, İsrail’in tohumculuğumuza koyduğu ipotekten de önemli değildir. Bu konuyu haber yapmadık değil. Ama manşetlerimizi ajanslara attırmamaya çalışıyoruz.

- Binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan Kürt meselesine dair kritik bir zamanda gerçekleşen bir suikast Mali’nin işgali kadar manşetlerinizde yer almayı hak etmiyor mu hakikaten? 

Kimsenin Mali’nin işgalini yazmadığı bir günde, üç maymunu oynadığı bir günde elbette ki Mali’deki işgal ve Fransız katliamları daha önemlidir. Biz elhamdülillah Müslümanız ve Mali, Afrika’nın kara insanlarının ülkesi diye bu işgali saklayamayız. Bir Müslüman ülkede yapılan işgal operasyonu Paris’teki cinayetten mühimdir. Bırakın bu da Milli Gazete’nin farkı olsun.

 

‘Gezi Parkı’nda eksiğimiz olabilir’

 

- Örneklere Gezi Parkı eylemleriyle devam edelim. Gezi, 29 Haziran'da bazı gazetelerin birinci sayfalarına girmeye başlarken sizin manşet konularınız şöyle oldu: Ayasofya, AB Yerel Basın Çalışması, “diyalog dini”, - şafak operasyonundan bir gün sonra - “Mezuniyet bataklığı". Gezi olayları ancak 2 Haziran’da "Taksim Dersi" manşetiyle girebildi gazetenize. Haftalık bir dergiyi ancak kurtaracak bir tempo değil mi bu? Erbakan’ın sizden yaratmanızı beklediği heyecanı karşılıyor mu sizce?

Açıkçası Gezi'nin Cumartesi Anneleri'nin eylemleri gibi cereyan edeceğini düşündük. Fakat şafak operasyonu ile birlikte olayın seyri değişti. Onun üzerine bizim de gündemimize girdi.

- Hata veya öngörüsüzlük olarak nitelemiyor musunuz tutumunuzu?

Hata değil, ama önceliğimiz olmadı. Ayrıca kim öngördü? Sözcü, Cumhuriyet görmüştür belki ama kim gerçekten öngörebildi? Eksiklik derseniz eksiklik diyelim. Eksikliğimizle de biz Milli Gazete’yiz. Hangi yayın eksiksiz, hatasız. Türkiye’de arşivlere baktığınız zaman göreceksiniz ki öngörü diye bir şey zaten yok.

- Eleştirinize ilişkin örnekler çıkarılabilir ama Gezi’yi örneğin, Hürriyet ve Milliyet birinci sayfalarından gördü. Ancak siz, performansınıza rağmen 5 Haziran’da “İktidara toz kondurmayan medya iktidarın hatalarının tozunu alırken, ‘darbeci’ medya kışkırtıcılık yaptı. Olayları bütün yönleriyle okuyan ve yol gösteren yine Milli Gazete oldu. Ne yanlışları sakladık, ne de doğruları yazmaktan çekindik" dediniz.

Bizim kastımız tahlildi, olayları en hızlı yansıtan anlamında söylemedik. Hız değil, doğru bakış, doğru analiz önceliğimiz. Bu konuda Taksim Dersi manşetimiz nedeniyle AKP çevresinden ciddi eleştireler aldık. Doğrudan AKP'ye yapılan bir gönderme gibi algılandı. Oysa biz spotlarımızda olayları ve ana muhalefeti de eleştirdik.

- Hasan Aksay’ın gazetenin ilk başyazısında not düştüğü "Herkesin Hakk'ına azami saygılı olma kararıyla yola çıkıyoruz" şiarının bugün arkasında mısınız?

Evet. Hasan Aksay Ağabey’in başlarken yazısında konulan bütün ilkeler bugün için de geçerlidir. Ve o ilkeler üzerine yürüyoruz..

 

Milli Gazete’nin ‘nefret söylemi’ eleştirilerine cevabı

 

- Nefret söylemi listelerinde Milli Gazete, Akit'le yarışır gözüküyor. Bunların arasında en sık Yahudiliğe dair yapılan haberler geliyor; "İşte Yahudi kafası" manşeti veya "Yahudilerden dost edinmemek gerek" yazısı sadece iki örnek.

Bu bir nefret söylemi olamaz ki. Kuran-ı Kerim'de de çok sık yer buluyor.

- Sizin İsrail politikalarına eleştirilerinizin tüm Yahudileri kapsayan bir şekilde verilmesi herkesin Hakk'ına saygılı olma şiarınızı delmiyor mu?

Biz Yahudi bir vatandaşı hedef almıyoruz. Ama dünyada iç içe geçmiş kavramlar var, bunlardan biri siyonizm. Yahudilik de siyonizmle özdeşleşmiştir. Kastımız küresel ırkçı emperyalizmin yeryüzünde ortaya çıkarmış olduğu ifsat ve kaos düzenine olan eleştirilerdir. Biz küresel sömürü dünyasına itiraz ediyoruz. Siyonist örgütlere, siyonist sömürücü zenginlere ve onların halkları kaos denizlerinde yüzdürmelerine itiraz ediyoruz.

- "İşte Müslüman kafası" diye bir manşet görseniz "Sizi değil, teröristleri kast ediyoruz" savunması sizin için yeterli olur muydu?

Diyorlar zaten. O manşetler İsrail medyasında boy boy var. Onları bırakın, bizim gazeteler arasında bunları yapanlar var. İslamofobi var. İslam eşittir terörist mantığını yerleştirmek isteyenler var. İslam’dan nefrete kimse ses çıkarmıyor.

- İsrail medyasında söz ettiğiniz şeyleri yapanların yaptıklarını yapıyor olmak içinize siniyor mu?

Biz gidip de Filistin'i işgal etmiyoruz, Mescid-i Aksa ile ilgili yıkım çalışmaları yürütmüyoruz. Bir tarafta ezilmiş halklar var, öbür tarafta siyonizm çerçevesinde yaşanmakta olanlar var. Kaldı ki, bizim muhatabımız ve hedefimiz asla kişiler, inançlar olamaz. Yıkım, ifsat, sömürü şebekeleridir. Bugünkü dünyayı böyle yönetenlerdir.

 

‘Eşcinsellik sapkınlık, bizden saygı maygı beklemesinler’

 

- Yahudiliğin yanı sıra Hıristiyanlığa, Ermeni papazlara ve eşcinselliğe dair yaptığınız haberler de nefret söylemi araştırmalarına giriyor. Hassasiyetlerinizle “küresel sömürü dünyası”na itiraz ettiğinizi söylerken sıradan insanların hissettiklerini göz ardı ediyor olabilir misiniz?

Bir Ermeni vatandaş, Ermeniliğiyle iftihar edebilir. Bir Yahudi de Museviliğiyle iftihar edebilir. Biz onları baskı altına almayı düşünmüyoruz. Biz siyasi uzantılarıyla, siyasi planlar ve projelerle savaş halindeyiz. Bu bizim onların inancıyla bir savaş halinde olduğumuz anlamına gelmez. Eşcinsellerle ilgiliyse yepyeni bir süreç başladı, evlenmeye başladılar, bu da dünyada teşvik görüyor. Biz bu sapkınlığa temelden karşıyız.

- Azami saygı ilkeniz bu noktada iptal mi?

Saygı dediğiniz nedir? Yüzde 99'un Müslüman olduğu bir ülkede başörtülü biri kamuda yer alamıyorken siz sapkınlığa saygıdan bahsediyorsunuz. Ben buna asla saygı duyamam. Bu Kuran'ı, İslam'ı reddediştir. Ben buna saygı duyamam. Toplumumuzda Zeki Müren vardı, sonra Fatih Ürek gibi bir sürü isim çıktı. Şimdi dizilerde eşcinsel tipler, roller var. Şimdi bu milletin çocukları neden özensin bunlara...

- Sizce özeniyor mu çocuklar?

Tabii! Yaygınlaşması olmasından daha tehlikeli olan şeylerden biridir eşcinsellik. Bizim bu sapkınlıkların yaygınlaşmasına karşı duruşumuz nettir. Söz konusu eşcinsellikse saygı maygı kimse bizden beklemesin.

- Şiddet mi beklesin?

Hayır. Bizim mazimizin en küçük noktasında bile şiddet yok, burada beklenilsin. Bu apayrı bir şey. Kimseyi hedef göstermiyoruz.

- “Domuzlar eşcinseldir” diyerek başlayan bir yazarınız, “domuz yiyenlerin domuza benzediğini” söylemişti. Siz bu görüşü paylaşıyor musunuz?

Domuz yiyenlerin o etten nasıl etkilendiklerine dair yapılan araştırmalar var. Bu konu o yazıya konu edilmiş olabilir.  

- Siz domuza benzeyen birini gördünüz mü?

Şeklen değil ama domuzun birtakım özellikleri vardır. Domuz kendi dışkısını yer, bütün hayvan aleminde eşin kıskanılması vardır, domuzda bu yoktur. Bu anlamda söylenmiştir.

- Dışkısını yiyen insanlar mı var?

Hayır, ben o hayvanın özelliklerini sayıyorum.

- Milli Gazete’nin tavrının tartışma yarattığı bir başka konu: Kadınları mozaikleme. Önce bir heykel, ardından kadın bir güreşçi, son olarak da belediyenin Ramazan etkinliğinde halay çeken bir kadının mini sayılamayacak eteğinin altından gözüken bacaklarını mozaiklediniz. Neden?

Çocuk diye lanse edenler oldu ama genç bir kızdı o. Milli Gazete'nin 40 yıldır ilkeleri vardır, bu kriterlerini de reklamlarında dahi olmak üzere uymak gayretindedir.

- Nedir kriterleriniz?

1- Banka ve faiz reklamı koymayız, 2- Coca Cola gibi emperyalizmle özdeşleşmiş markaların da reklamını koymayız, 3- Ahlaka mugayir, kadının bedeninin istismar edildiği görüntülerine parayla bile olsa gazetemizde yer vermeyiz.

- Milli güreşçi veya heykel tam olarak nasıl "istismar" edilmişti?

Bir erkekle bir bayanın güreştirilmesi ayrı bir fecaattir. Biz İslami bir gazeteyiz, fuhşa ve teşhiriyata karşıyız. Bu konuda eleştirilmekten  de gocunmuyoruz, bu bizim için iftihar meselesidir.

 

‘Şortlu erkek görüntüsü bizim açmazımız’

 

- Şortlu bir adamı da mozaikler misiniz?

O bizim için bir açmaz. İslami fıkha uymaya çalışıyoruz. Spor sayfamızda futbolcuları kullanırken de çok fazla şortlu fotoğraflar kullanmamaya çalışıyoruz. Ama fıkhi anlamda erkeğin tesettürü ile ilgili birkaç farklı yorum olduğu için buna bazen izin verebiliyoruz.

- Gazetenize askılı tişörtle gelsem sorun olur muydu?

Sizi kapı dışarı edecek değiliz. Ama tabii ki sizin de bize saygı göstereceğinizi biliriz.

- Eski merkez medya başörtülü kadınlara tavır alırken, siz de kadınları ve kıyafetlerini görmek istediğiniz gibi gösteriyorsunuz. İslami veya değil, erkek medyanın kadınlara çizdiği sınırların farkında mısınız? 

Bizim camiamızda bu konuda İslami hassasiyetleri ön planda tutmaya en çok kadınlar riayet ederler. Bizden önce kadın okurlarımız bize itiraz ediyor. Sonuçta bir aile gazeteyiz. Bir ailenin evine giriyorsak belli ilkeleri sürdürdüğümüz içindir. Yanlış yaparsak, o ailenin önce bayanlarının tepkisini çeker. Bundan geri atmayız.

- Peki sınır ne, nereye kadar mozaiklersiniz?

Biz teşhiri mozaikliyoruz. O heykel de bir teşhirdi. Bizim için kriter teşhiri kapatmaktır. Bir gün tam sayfa reklam teklifi geldi, kanepe reklamıydı, bir bayan uzanmıştı ve cinselliği çağrıştıran, bedensel istismara uğramış bir kadın görüntüsü vardı. Ve biz bu ilanı girmedik. 20 bin liralık bir ilanı elimizin tersiyle ittik. Ertesi gün bir başka mobilya reklamı geldi. Koltuğun önünde ve ayakta karı koca poz vermişlerdi. Orda da kadının kolu açıktı ama onu mozaikleme derdine düşmedik çünkü bir aile fotoğrafıydı bu. Teşhir ve fuhşiyat yoktu. Ama gönül ister ki, tam anlamıyla görsellerimizde İslami hassasiyetleri uygulamayı başaralım.

- Yazı işlerinde kaç kadın çalışanınız var?

Yok.

- Dolayısıyla bir kadın fotoğrafının teşhir olduğuna erkekler karar veriyor?

Bu yaptığınız kolaycılık. Biz şahsi düşüncelerimizle karar vermiyoruz. Bu kararları fıkhi yorumlar, fetvalar çerçevesinde veriyoruz.

- Bir kadının da katılması farklı bir bakış açısı sağlamaz mıydı?

Kadın yazarlarımız var. Gerek bayan yazarlarımızın, gerekse bayan okuyucularımızın gazetemize katkısı da büyük. Bayan yazarlarımızla da istişarelerimiz oluyor tabii ki.