Söyleşi

Mirgün Cabas: Umarım bir gün başka bir iktidar görürüz; gazetecilik yapabileceğimizi kanıtlarız

"Eskiden askerlerin durduğu yerde bugün siyasal iktidar duruyor"

28 Haziran 2017 11:28

Gazeteci Mirgün Cabas, AKP'nin iktidarda olmadığı son yılı anlattığı kitabında bugünlere nasıl geldiğimizi cevaplıyor. Türkiye'de önemli değişikliklerin olduğunu kaydeden Cabas "AKP'nin 15 yıllık ve kim bilir daha ne kadar sürece kolan iktidarına hangi koşullar yol açtı" sorularının cevabını vermek için yazdım" diyor. Cabas'ın okurlarla yeni buluşan "2001 Eski Türkiye'nin Son Yılı" adlı kitabını "Türkiye, 2000’li yılların başındaki Türkiye de değil. Çünkü sevin ya da sevmeyin, Türkiye aynı Türkiye değil” diyerek Cumhuriyet gazetesinden Dilek Şen'e anlatıyor.

-Eski Türkiye’nin 16 Nisan’dan sonra metafor olmaktan çıkıp bir gerçek haline geldiğini söylüyorsunuz.

Evet. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtik, henüz tam anlamıyla uygulanmamasına rağmen gördüklerimiz, Türkiye’nin nasıl bir yer haline geleceğine dair bize yeterince fikir veriyor. Bu yüzden metafor olmaktan çıktı ve burası artık yeni bir Türkiye. Keyfiliğe çok fazla alan tanıyan bir anayasayla, bir başkanın kafasına göre yöneteceği bir yer. Türkiye zaten 1990’larda askerlerin dayattığı keyfilikten, siyasilerin kaprislerinden, yargının başına buyrukluğundan çok çekmişti. Şimdi anayasal, sistemli bir keyfilikle yönetileceğiz.

Kendini tükeden düzen

-Öyleyse eski ve yeni Türkiye ayrımını yapan tarih, neden 16 Nisan değil?

Yeni Türkiye anayasa değişikliği ile başlamadı. O, rejim anlamında yeni bir Türkiye. Ama bu ülke siyasal, toplumsal ve kültürel olarak AKP’nin iktidara gelmesinden sonra yeni bir yola girdi. 2001 AKP’nin iktidarda olmadığı son yıl. 2001’i yeni Türkiye’nin sebeplerinden biri olarak da görebiliriz. AKP’nin önünü açan pek çok şey yaşanıyor. O olaylar, onlara sebep olanların siyasi ömrünü tamamlamalarına da sebep oluyor. Merkez sağın, MHP’nin, DSP’nin bir anda çökmesine neden olan bir dizi siyasi gelişme yaşanıyor. Kendini tüketen bir siyasi düzen. Kendini tüketirken AKP için mıntıka temizliği yapıyor, askerlerin ve Anayasa Mahkemesi’nin elbirliğiyle AKP dünyaya geliyor...

-Kitapta, sonunun herkesçe nasıl doldurulacağını merak ettiğinizi söylediğiniz “Eski Türkiye pek matah bir yer değildi, ama” diye başlayan cümlenin ardını siz nasıl dolduruyorsunuz?

Bugünle karşılaştırdığınız zaman çok daha canlı bir medyanın, eğlence ve kültür hayatının olduğunu, siyasetçilerin bu kadar otoriter ve ceberut olmadığını, partizanlığın devletin iliklerine kadar işlemediğini görüyorsunuz. O gün başörtüsüne karşı bir toleranssızlık varken, bugün de başörtüsüz kadınlara karşı yaşanan saldırganlığı görüyorsunuz. O yüzden bugüne bakıp da “Yeni Türkiye, şöyle iyi, böyle iyi” diyeceklere, mutlaka 2001’den başka bir argümanla “Evet, ama” diye başlayacak bir cümle kurabiliyorsunuz.

Tek parti tahakkümü

-Farklar ve benzerlikler neler sizce?

Eskiden askerlerin durduğu yerde bugün siyasal iktidar duruyor. HDP’nin eşbaşkanları ve milletvekilleri cezaevinde, her gün bir başka milletvekili ifade vermeye gidiyor ya da gözaltına alınıyor. Ana muhalefet partisinin milletvekili tutuklanıyor. Bütün bunların arkasında bugün asker yok, siyasal irade var. Bir parti diğer bütün partilerin yok olması için uğraşıyor. Hem yasalarla hem ekonomik baskılarla her alanda herkese bir ayar verme gayreti... Cezaevine atılan gazeteciler, Gülen Cemaati ile el ele ülkenin şirazesinin kaydırılması... Bütün bunlar, 28 Şubat döneminde askerin uyguladığı ceberutluktan çok daha fazlası. Birkaç yıl sonra böyle bir çalışma yapmak istesek bugünün haberleri yarın bize ne söyler? Pek çok şey söyler, ama gerçeği söylemez. Haber niteliği taşıyan şeyler, gazetelere ve televizyon kanallarına olduğu gibi yansımıyor. İktidarın uzun bir sopası var ve işini yapmaya çalışan her gazetenin, gazetecinin kafasına o sopa iniyor. Bu kadar sansür, baskı ve korku ortamında gazetelerin işlerini doğru yapamadığını biliyoruz.

-“Gazetecilerin bazıları mesleklerini yapıyor, ama pek çoğu da en iyi yaptıkları işi yapamıyor” diyorsunuz. Bugünkü gazeteciliği nasıl buluyorsunuz?

Bu işi ana akım medyada da yapmaya çalışan ama istediği gibi yapamayan pek çok meslektaşım var. Medyada ciddi bir nitelik erozyonu olduğunu da biliyorum. Haber herkes için ateşten bir top, yakmasın diye elden ele atılıyor, sonunda da ortada kalıyor. Hiç kimse elindeki haberin dört başı mamur bir hale gelmesi, basın toplantısında muhatapların birazcık daha zorlanması, kulisine bakılması gibi yollara sapamıyor. O yüzden de gazetecilik, giderek halkla ilişkiler faaliyetine dönüyor.

-Bu durumda, gazetecilere düşen özeleştiri ne sizce?

1990’larda siyaset oyunlarını oynamaya hevesli olanların, dönemin gazete yöneticilerinin ve etkili yazarlarının külahlarını önlerine koymaları gerekiyor. Nasıl olduysa hemen hepsi hâlâ bu çarkın içinde çünkü. Bugünkü düzende o günkü her unsurun; insanların onlardan illallah etmiş olmalarının payı var.

'Tekinsiz bir ortamda yaşıyoruz'

Türkiye’de gazetecilerin başına gelenler ortada. İşsiz olmasına karşın işini yapmaya çalışan bir gazetecisiniz, endişeleniyor musunuz? Bugün eline kalem alan her gazeteci ya da sosyal medyada iki kelam eden herkes, “Derdimi doğru anlatamazsam başım derde girer” diye yazdıklarını üç defa okuyor. Tekinsiz bir ortamda yaşıyoruz. Adaletin fizik kuralı gibi, her ortamda herkes için aynı şekilde işlemediği bir düzende insan elbette kendini güvende hissetmiyor. Tek dileğim şu; umarım bir gün başka bir iktidar görürüz ve gazeteciliği o gün de tıpkı bugün yapmaya çalıştığımız gibi yapacağımızı kanıtlayabiliriz ve derdimizin bağcıyı dövmek olmadığını gösterme fırsatımız olur. Bugün “muhalif gazeteci” olarak adlandırılan ama aslında sadece işini yapan insanlar adına dileğim bu.