Gündem

Milli Görüş'ten 'AKP' mesajı: Kök hücreyi çatır çatır parçalayan yeni yetmelerin havasından geçilmiyor!

"Yeni dava adamları yetiştirmek zorundayız, bizden rahatsızlar"

18 Ocak 2018 13:18

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'yi kuran çekirdek kadronun içinde yetiştiği Milli Görüş çizgisinin yayın organı Milli Gazete'nin bugünkü sürmanşetinde Kosovalı gazeteci Adelina Stifhta'nın hükümeti eleştirdiği yazısına yer verildi. "Saadet Partisi: Kök hücre harekete geçebilecek mi?" başlıklı yazıda, "Milli görüş kök hücresini, çatır çatır parçalayan bu yeni yetme hücrenin, havasından geçilmiyordu. Saklamamak gerekir, yeni yetmeler, yaşlı Erbakan Hoca’yı pek de 'küçük' görüyorlardı. Kaptanın, hataları ile, “gemiyi karaya oturttuğunu” söylüyorlardı" denildi.

Stifhta, "Kök Hücre' yeni dava adamları yetiştirmek zorunda. Aksi halde “topyekün” kaybedeceğiz" diye yazdı.

Sfishta'nın Milli Gazete'de yer alan yazısı (18 Ocak 2018) şöyle:

Kök hücreler yüksek çoğalım potansiyeline sahip çok kritik hücrelerdir. Değişmeden yüksek çoğalımı gerçekleştirebilirler ya da değişime uğrayarak yüksek çoğalımı gerçekleştirebilirler.

Değişmeden çoğalan “kök hücreler” mevcut yapının korunmasını ve güçlenmesini sağlarlar. Değişerek çoğalan “kök hücreler” ise farklı yapıların oluşmasına neden olabilirler.

“Kök Hücreler” iki önemli rol oynayabilirler:

Self-Renewal rolü: kendini yenileyebilme yeteneği.
Differrentiation rolü: değişime uğrayabilme yeteneği.

Kök hücreler; sürekli çoğalabilir ve belirli bir kullanılabilir hücre havuzu oluştururlar. Doğru sinyali aldıklarında çeşitli hücre tipine dönüşebilirler veya çoğalabilirler.

Kök hücrenin fonksiyon görebilmesi için bu “iletişimin” açık olması gerekir. Doğru sinyal “kök hücre” havuzuna ulaşabilmelidir.

Sanırım “kök hücre”lerin önemini ve fonksiyonlarını anlatabildim. Elbette mesele ihtisas sahiplerine ait. Ben Saadet Partisi’nin Türk siyasetindeki “Kök Hücre” rolünü anlatabilmek için böyle bir giriş yaptım.

Türkiye’nin yönetimi için bir “milli model” yaratabilmek düşüncesi ile yola çıkanlar, “ithal ikame” ile ülkenin kurtuluşa kavuşamayacağı kanaatindeydiler.

Milli oldukları için, milletin bütün hususiyetlerinin bu “model” içinde kapsanması ve milletin tarihi rolünü oynayabilmesi için de “güçlü bir kalkınma modeli” yaratılması “öncelikleriydi”.

Erbakan döneminde “milli görüş” olarak adlandırıldı bu anlayış ve daha net bir vaziyete sokuldu.

Milletin cevherine inanan “milli görüşçüler”; “taklit”i reddediyor, “orijinal bir medeniyet sevdası”nın ardına düşüyorlardı. Tıpkı “ecdadın yapabildiği gibi”, kendilerine güveniyorlardı.

Milli görüş, öncelikle kendi bilimsel potansiyelini oluşturma ve buna dayanarak milli sanayisini kurma iddiasındaydı.

Ayrıca, diğer medeniyetlerin kendi içlerinde oluşturdukları “beraberliklerin” milli görüş değerlerine sahip ülkeler arasında da kurulabileceğini, hatta kurulması gerektiğini düşünüyorlardı.

Milli değerlerin başında “Müslüman olmak” parametresi yer alıyor ve buna göre milli görüş, bir ayağı bu değere kilitlenmiş bir eksen oluşturabilmeyi amaçlıyordu.

Bir medeniyeti taklit eden, kopya olan sistem, elbette milli görüşten rahatsız oldu ve ona tuzaklarını kurmaya başladı.

Uzatmayalım. Asker kullanıldı veya asker görevini icra etti ve “milli görüş” liderliği ve kadroları ülkeyi yönetmeye “layık görülmedi”, kısa süreli “kaptanlık” askerin müdahalesi ile sona erdirildi.

İşte bu noktada “kök hücre” başkalaşarak yeni bir “hücre” meydana getirdi.

Yeni hücre “milli görüş gömleğini çıkarttık, kökümüzle alakamız yok” diyordu.

Pek de umursamıyordu, değer, milli, orijinal medeniyet, milli sanayi, filan.

Diğer medeniyete mensup olanlar bu yeni hücreden pek memnundular. Acemilikleri, derinliği ve tuzakları görmelerini engelliyor, ışıltılı tuzaklar ayaklarının altındaki uçurumları fark edememelerine neden oluyordu.

Pek de gayretleri olmamıştı bu doğumda aslında. Azıcık asker filan kullandılar, algı yönetimi gerçekleştirdiler vesselam. Gömleği çıkaranlar zahmet çekmemişlerdi.

Milli görüş kök hücresini, çatır çatır parçalayan bu yeni yetme hücrenin, havasından geçilmiyordu. Saklamamak gerekir, yeni yetmeler, yaşlı Erbakan Hoca’yı pek de “küçük” görüyorlardı. Kaptanın, hataları ile, “gemiyi karaya oturttuğunu” söylüyorlardı.

“Kök Hücre” kendini çok mahzun hissetmeye başladı ve 20 yıllık bir “hicran dönemi” yaşadı. Yeni hücrenin saçtığı ışık nedeniyle “kök hücre” pek bir silik görülüyordu.

Yeni hücrenin vücut üzerindeki deformasyonu; milleti diğer medeniyetlerin bağımlılığından kurtarmayı bırakın, milleti daha da bağımlı hale getirmiş, milletin gözünün ferini söndürmüş, medeniyetlerin temelini oluşturan “ahlakı” yerlerde sürünür vaziyete getirmiş, medeniyet meydana getirebilmede en büyük değer olan onur-şahsiyet yıpratılmış, motoru olmayan tank-yabancı patent demo araba-kağıt üzerinde yerli, bilimsel tabana sahip olunmadığı için komple yabancı, sözüm ona yerli üretimler-ithal tarım ve ziraat-ithal hayvancılık gibi tepeden tırnağa dışa bağımlı bir “al-sat” sektörü oluşturmuşlardı.

Yeni hücre, çoğaldı, çoğaldı ve bütün toplumu sardı. Zahmetsiz “rahmet” bekliyordu bu yeni yetmeler. “Ağır sanayi” filan boş sözlerdi onlara göre. Havadan para kazanmak, jeep-villa-birkaç hanım almak, servetler yığmak, yarışın en önemli gerekçeleri idi. Rüşvet, yolsuzluk, beytülmalı talan gırla gidiyordu. Yurt dışında numune olması gereken bu yeni hücrelerden bazıları harama uçkur çözebildiler. Hem Türkiye’yi ümit görüp gelen Müslüman hanımları hem de gittikleri ülkelerin Müslüman hanımlarıyla. Elbette “bu mu Türk-Müslüman” diyen acı hatıraları geride bırakarak. (okuyucu bağışlasın açık yazmam gerekiyor facianın anlaşılması için).

Muhakkak bu yeni hücreler kazanıyorlardı, ama sardıkları toplum çürümekte ve Allah’ın en son dini gözlerden ırak bir hurda deposuna atılmaktaydı.

Yeni hücrenin bozulmuş değer yargıları, artık toplum için İslam’ın ne denli çiğnenebilir, aşındırılabilir, Allah’tan korkulmayabilinir v.b. davranış biçimlerini oluşturuyordu.

Bu acemi hücre; hem kendini hem de sahip olduğunu iddia ettiği değerlerini ve de milletin değerlerini yerle yeksan etmişti velhasıl.

Uzatmayayım, topluma olanları hepimiz görüyoruz.

Ha bir de “dava” vardı. Güldürmeyin insanı. Ne dava kaldı ne dava sahibi.

Gelelim esasa.

Sözümün özü şu:

Milli hareketin “kök hücresi” hala sağ ve salim.

Milyonlarca eziyet çekilerek bu “kök hücre” muhafaza edildi, çok şükür.

Milletin derdi tonlarca. Uhulet ve suhuletle bu devasa meseleleri çözecek, sakin-kararlı-bilgili-disiplinli gayretlere ihtiyaç var.

“Kök Hücre” yeni dava adamları yetiştirmek zorunda. Aksi halde “topyekün” kaybedeceğiz.

Kök hücre başarır, bu yeteneği var. Ve esasen kök hücreler “zor zamanların” aktörleridir.

Derdimiz bireysel olsa, kendimiz olsak, ne gam. Ama bütün mazlumlar; gerçek dava adamlarını, fedakarları, milleti için kendinden vaz geçebilecekleri bekliyor.

İhtiyaç hayati, şakası YOK.

Milletimiz bütün coğrafyalarda “fakru zaruret” içinde. Tefrika almış başını gitmiş.

Evet size söylüyorum “Kök Hücre” Saadet Partisi.

Olanlara rağmen kırgın olmadığınızı biliyorum.

Millet için açın bağrınızı, herkesi kucaklayın, davaya, gerçek dava adamı gibi sahip çıkın. Kendinizi feda etmesini bilin.

Kök hücreler biliyorsunuz “uygun iletişimle” süratle çoğalabilirler ve değişime uğramış hücrelerin yerini kısa sürede alabilirler.

Söz konusu milletin onuru ve istikbali. O halde gerisi teferruat.