Söyleşi

Metin Münir: Demirören, Milliyet’i Başbakan’ın oluru ile aldı

Metin Münir: Gazetecilik, Başbakan’ın tavrı yüzünden yapılması imkânsız bir meslek haline geldi. Biz gazetecilik değil, gazetecilik taklidi yapıyoruz

12 Kasım 2012 02:00

Hazal Özvarış

[email protected]

 

Türkiye medyasının en kendine özgü yazarlarından Metin Münir’in Milliyet gazetesindeki köşesi 2 Kasım’da yayımlanan “Veda yazısı”nın ardından kapatıldı. 

Daha önce “Çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Hiçbir zaman kendimi emekliye ayırmayacağım. Bunayıncaya veya ölünceye veya istenmeyinceye kadar çalışacağım diyen Münir, Kıbrıs doğumlu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken Kıbrıs krizi patlayınca iki sene mücahitlik yapan Münir, Turkish Daily News, BBC, Financial Times, Washington Post gibi saygın gazetelerde çalıştıktan sonra iş adamı Asil Nadir’in teklifi üzerine Türkiye medyasında önemli bir dönemeci ifade eden Güneş gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Nadir iflas ettikten sonra Sabah ve Vatan gazetelerinde köşe yazıları kaleme alan Münir’in son altı yıldır köşe yazılarını kaleme aldığı Milliyet gazetesi, Derya Sazak’ın Genel Yayın Yönetmelnliği’ne getirilmesinin ardından Münir ile yollarını ayırma kararı aldı.

Kararın kendisine elektronik postayla iletildiğini açıklayan Münir, Odatv’ye verdiği söyleşide “Belki de gazeteciliği bırakabilirim. Bu şartlarda gazetecilik yapmak imkânsız hale geldi” dedi.

Ekonomi yazılarının yanı sıra Türkçenin duyguları satırlara alabildiğine geçiren frekansını yakalayan üslubuyla da büyük bir ilgi gören Münir’le T24 için söyleştik. Bugün gazeteciliğe dair fikrinin neden değiştiğini, Milliyet’ten ayrılma sürecini, patronları ve gazetecileri ile medyanın bugününü nasıl değerlendirdiğini öğrenmek için kendisine e-mail aracılığıyla sorduk.  

“Milliyet’ten kovulmak başıma gelen en iyi şeylerden biri olabilir. Çünkü orada – şimdi bunu daha iyi anlıyorum – boğuluyordum” diyen Münir’e göre, “Gazeteyi satın alan Erdoğan Demirören tutucu, AKP yandaşı bir işadamıdır. Onun esas  amacı Başbakan’ı memnun etmek, medya dışındaki şirketleri için yönetimi dost edinmekti. Milliyet’i Başbakan’ın oluru ile aldı. Onun seveceği bir gazete yapılmasını  istiyor.”   

Münir “Hükümetin basın düşmanı, otokrat tutumu, medya için, patronlarının başka işler yapıyor olmasından çok daha öldürücüdür” diyor ve ekliyor:

“Gazetcilik, Başbakan’ın olumsuz tavrı yüzünden yapılması imkânsız bir meslek haline geldi. Biz gazetecilik yapmıyoruz. Gazetecilik taklidi yapıyoruz.”

1 Aralık’tan itibaren Ozanköy’den “Pazar yazıları” her cumartesi günü Suat Taşpınar’ın yönettiği www.turkrus.com adresinde yayımlanacak olan Münir’in T24’ün sorularına verdiği cevaplar şöyle:

 

‘Kendimi hapishaneden salıverilmiş gibi hissediyorum’ 

 

- “Formula 1 yarışçısı için kaza normal bir olaydır. Türkiye’de de gazeteciysen atılmak kolay. Buna kızmıyorum.” Bu sözleri Yeni Harman’dan Başar Başaran’a Milliyet’ten önceki deneyimlerinizi anlatmak için kullanmıştınız. Son olarak altı yıldır yazılarınızı kaleme aldığınız Milliyet gazetesi sizinle yollarını ayırdı. Bugün nasıl hissediyorsunuz?  

Kovulma mailini aldığımda kendimi kötü hissettim. Ama o günden bu yana her gün daha iyiyim. Kendimi hapishaneden salıverilmiş gibi hissediyorum. Yakında beni sokaklarda dans edip sağa sola eteğimden güller atarken görürseniz şaşmayın. Milliyet’ten kovulmak başıma gelen en iyi şeylerden biri olabilir. Çünkü orada – şimdi bunu daha iyi anlıyorum – boğuluyordum.

Ömür boyu bir kayayı dağın tepesine taşımak ve oraya taşıyınca aşağıya yuvarlandığını görmek ve bu mesaiyi sonsuza kadar tekrarlamak zorunda olan efsanevi Sisisfus var ya? Sisifus’un bağışlandığını düşünün.

 

‘Demirören tutucu; Başbakan’ın seveceği bir gazete istiyor’

 

- Odatv’ye verdiğiniz röportajda “Uzun zamandır tedirginim” ifadeleriniz yer aldı. Sizi tedirgin eden gelişmeler neydi?

Milliyet, yazarlarının hemen hemen hepsi ortanın solunda, liberal, laik, “Atatürkçü” bir gazete idi. Okurları da öyle. Gazeteyi satın alan Erdoğan Demirören tutucu, AKP yandaşı bir işadamıdır. Onun esas  amacı Başbakanı memnun etmek, medya dışındaki şirketleri için yönetimi dost edinmekti. Milliyet’i Başbakan’ın oluru ile aldı. Onun seveceği bir gazete yapılmasını  istiyor. Bu hem gazetenin yazar kadrosu hem de okurları ile çelişkili bir durumdur. Beni bu çelişki ve bu çelişki yüzünden kapasitemin çok altında çalışmak zorunda kalmak tedirgin ediyordu.

Patron gitmeyeceğine göre ben ve benim gibi düşünen yazarlar gidecekti. Atıldığıma şaşmadım. Atılmamın bu kadar gecikmesine şaşırdım.

 

‘Gazeteye milyonlarca dolar AKP’lileştirilecek diye ödendi’

 

- Milliyet’in ufkunda sizce ne var?

Hüsran. Demirören ve gazetenin başına getirdiği Derya Sazak, Milliyet’i sağa AKP’yi memnun edecek bir yere kaydırırlarsa gazete sadık okuyucularını kaybedecek ve yeni okuyucu kazanmayacak. Çünkü sağda, AKP’yi destekleyen Zaman, Sabah, Haber Türk, Star gibi çok sayıda, bu işi çok iyi yapan gazete var. Oradan çalınacak okuyucu yok.

Gazete sağa kaydırılmazsa Başbakan’ın desteğini kaybedilecek. Demirören ve adamı buna izin veremez. Gazeteye milyonlarca dolar gazete AKP’lileştirilecek diye ödendi. AKP’ye karşı yazılarla dolu kalsın diye değil.

Tabii, mucize olması da mümkündür. Bir bakarsınız Sazak, bu işi Ekrem Dumanlı’dan daha iyi yapar, Milliyet, Zaman gibi, milyonluk tirajlara ulaşır. Ancak gerçekçi olmalıyız. İsa’nın suyu şaraba çevirdiğinden bu yana mucize olmadı. Ve Sazak pek İsa’ya benzemiyor.

 

‘Milliyet’in en okunan yazarlarından olduğum halde kovuldum’

 

- Gazetenin sizinle ilişki kesme kararından Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak’ın size yolladığı mail ile haberdar olduğunuzu söylediniz. Mailde tam olarak neler yazıyordu? Ayrılma süreci nasıl gelişti, anlatabilir misiniz?

Hangi kelimeler kullanılarak nasıl kovulduğumun bir önemi yok. Önemli olan şu; neden kovuldum? Kötü gazetecilik yaptığım, işimi bilmediğim, çaptan düştüğüm, yalan haber yaptığım, okunmadığım için mi kovuldum? Hayır. İyi gazetecilik yaptığım, işimi çok iyi bildiğim, ortalama çapın çok üstünde olduğum, doğruları yazdığım, medyada hiç kimsenin girmediği veya giremediği konulara girdiğim ve Milliyet’in en fazla okunan yazarlarından biri olduğum halde kovuldum.

Bu genç gazeteciler ve gazeteciliğe girmeyi düşünen gençler için kötü bir haber: İşini ne kadar iyi ve doğru yaparsan kovulma şansının o kadar yüksek olduğu bir mesleğe girdiler veya girmeyi düşünüyorlar. Düşünecek olursanız, bundan daha ruh çökertici bir şey var mı?

- Derya Sazak’ın mailinde “Yeniden yapılanma kapsamında bazı köşe yazarları ile yolların ayrıldığı” ifadesinin kullanıldığı basına yansıdı. Siz de Türkiye tarihinde bir dönemeci ifade eden Güneş gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapmış bir gazeteci olarak, gazeteye yeni atanan bir genel yayın yönetmeninin yazarlarında değişikliğe gitmesini meşru bulmuyor musunuz? Sazak’ın size ilettiği kararın temelinde “yeni bir yazar kadrosu” düşüncesi olamaz mı?

Sazak gazetenin genel yayın yönetmenidir. Milliyet’te, kadını erkek erkeği kadın yapmak dışında her şeyi yapabilir. Ama “Şu an seni en az ilgilendiren şey nedir” diye sorarsanız size “Sazak’ın yeni bir yazar kadrosu kurmak dâhil herhangi bir konuda ne düşündüğüdür,” derim.

 

‘Demirören, Ercüment Karacan değil’

 

- Grup medyalarındaki kısıtlamalar malum. Ancak diğer yandan gazetecilikte insan faktörü de çok önemli. Kendi düzeyindeki birçok meslektaşının aksine, ismini tartışma konusu yapmamış bir isim olarak Derya Sazak'ın neden farklı bir Milliyet yapamayacağı konusunda bu kadar eminsiniz?

“İsmini tartışma konusu yapmamış olmak” bir meziyet mi? Emin olduğum şey Sazak’ın farklı bir Milliyet yapacağı ve o Milliyet’in tiraj almayacağıdır. Biraz önce nedenini açıkladım.

Çok iyi bir gazete yapmanın ilk ve en önemli koşulu şudur: iyi uyuşan çok iyi bir patron ve çok iyi bir genel yayın yönetmenin varlığı. İpekçi’nin sağlığında Milliyet bu özelliğe sahip idi. İpekçi öldükten sonra bu koşullar hiçbir zaman var olmadı. Şimdi de yok. Derya Sazak, Abdi İpekçi değildir. Erdoğan Demirören de Ercüment Karacan değildir. Buna bir de AKP faktörünü eklerseniz ....

- “Yeni bir yazar kadrosu” oluşturmanın sizce ayarı ne? Ya da şöyle soralım; hükümeti ve doğrudan Başbakan’ı sizin gibi eleştiren Hasan Cemal de Milliyet’ten atılır mı?

Aklınızdaki gazeteye, bütçenize göre falan yazar kadrosu ayarlarsınız. Genel bir ayar var mı? Sanmıyorum. Hasan Cemal’i atarlar mı?  Başbakan isterse atarlar. Gazeteyi bile atarlar.

 

‘Olaylar yanıldığımı ortaya çıkarırsa, özür dilerim’

 

- Bir parantez açsak; Davutoğlu’nun Suriye krizini yönetimini veya Irak hükümetine haber vermeden yaptığı Kerkük ziyaretini “Egosu büyük bir amatör”, “Tahminim Türkiye’nin en kötü dışişleri bakanı olarak tarihe geçecek” gibi sert ifadelerle eleştirdiniz. “Ben de çok ileri gitmiş olabilirim” dediğiniz yazılarınız oldu mu?   

Hayır. “Çok ileri gitmişim,” dediğim yazılarım olmadı. “Yeteri kadar ileri gitmemişim,” dediğim yazılarım oldu. Davutoğlu’nun Orta Doğu’daki politikası (buna Rusya ile ilişkileri soğutmasını da dâhil ediyorum) oluşum halinde bir felakettir. Eğer ileride olaylar yanıldığımı ortaya çıkarırsa, yanıldım der, özür dilerim.

- Odatv röportajınızda “Türkiye’deki hemen her gazeteci gibi ben de otosansür uyguluyordum” dediniz. Siz hangi konularda otosansür uyguladınız?

Birçok konuda otosansür uyguladım. Ben Milliyet’te kapasitemin yüzde onu ile çalıştım. Çünkü Türkiye’de (ve Milliyet’te) birçok şey araştırılamaz ve yazılamaz hale geldi. Bu süreç beter olarak devam edecek.  

 

‘Otosansür haberi yazmadan çöpe atmaktır’

 

- Gazete de yönetmiş bir gazeteci olarak otosansür biçimleri üzerine bizi aydınlatabilir misiniz? Nedir otosansür, hangi etkilerle ve hangi biçimlerde tezahür eder?

“Ben bunu yazarsam basmayacaklardır. Ya da, ben bunu yazarsam atılabilirim,” diye düşünürseniz otosansür yapıyorsunuz. Genelde haber yazıldıktan sonra çöpe atılır. Otosansür haberi yazmadan çöpe atmaktır.

- “Köşe yazarı cenneti, muhabir cehennemi” başlıklı yazınızda “Bir köşe yazarının bir günde kazandığı parayı bir ayda kazanan muhabirler var” notu düşmüştünüz. Medyada otosansürde köşe yazarlarının ve kazançlarının payı sizce nedir?   

Sıfır. Otosansüre neden olan alınan veya alınmayan paralar değildir. Patronların ve siyasilerin ve Türkiye’nin kremasını yiyenlerin yazılmasını istemediği şeylerin listesinin uzun ve müphem olmasıdır.

 

‘Başbakan gazeteciliği imkansızlaştırıyor’

 

- Gazetecileri Koruma Komitesi’nin Türkiye raporunda şu ifadeler yer aldı: “Türkiye’de gazetecilikte inanılmaz para var, diyen (Yasemin) Çongar, paranın 'şoförleri ve özel asistanları' olan ama mücadele edecek cesareti olmayan elit gazeteciler arasındaki kayıtsızlık kültürünü şiddetlendirdiğini öne sürdü.” Patrona yakınlaştıkça artan ücretler, gazeteciliği nasıl bir paranteze alıyor?  

Mücadele edecek gücü olmamanın para, şoför, özel asistanla ilgisi yoktur. Medyada genel bir bel kemiği eksikliği var. Bunun suçunu tamamen gazetecilere atmamak lazım. Ortam onları böyle yaptı. Türkiye’de gazetecilik, bin bir nedenden dolayı, hiçbir zaman doğru dürüst yapılamadı. Şimdi, Başbakan’ın olumsuz tavrı yüzünden, yapılması imkânsız bir meslek haline geldi. Biz gazetecilik yapmıyoruz. Gazetecilik taklidi yapıyoruz.

- 2004’te Vatan gazetesinde yazdığınız “Altmış! İy’ki doğdun Metin Münir” yazınızda geçen şu cümleleri geçtiğimiz günlerde Hakan Aksay hatırlattı: “Çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Hiçbir zaman kendimi emekliye ayırmayacağım. Bunayıncaya veya ölünceye veya istenmeyinceye kadar çalışacağım. Ancak, Milliyet’ten ayrıldıktan sonra Odatv’ye “Belki de gazeteciliği bırakabilirim. Bu şartlarda gazetecilik yapmak imkânsız hale geldi” dediniz. Sizi süreçte ümitsizliğe sürükleyen ne oldu? Gazeteciliği bırakmayı ciddi olarak düşünüyor musunuz?  

Gazetecilik ciddi olarak beni bırakmayı düşünüyor, demek daha doğru olmaz mı? Benim yaptığım gazeteciliğe Türkiye’de medya patronları ve yöneticileri genellikle itibar etmiyor.  

 

‘Bizde New York Times, Le Monde gibi kaliteli gazete olamaz’

 

- Bu sözler size ait: “Bir gazetenin hükümetle işi varsa o gazetenin gazetecilik yapması mümkün değil.” Kamu ihalelerinin varlığı düşünüldüğünde sizce bugün hangi basın organları gazetecilik yapabiliyor?

Taraf ve Cumhuriyet gibi hükümetle işi olmayanlar diğerlerinden çok daha hür. Ana akım gazeteler arasında hiç yok. Gerçi Aydın Doğan’ın artık hükümetle işi yok ama dünya basın tarihindeki en büyük cezaya çarptırıldıktan sonra onun da kolu kanadı kırıldı.

Bizde New York Times, Le Monde, Die Welt, Financial Times gibi kaliteli gazete yoktur. Olamaz da. Bunda da kabahati gazetecilerde bulamam. Onlar susuz denizde yüzmek zorunda olan balıklardır.

 - Milliyet’in sahibi Demirören Grubu için “Başbakan istese gazeteyi kapatacak noktadalar” dediniz. O zaman bir iş adamı neden gazete sahibi olur, sorusunun cevabı sizde var mı?  

Var. İstediğini yapacak kadar çok paraya sahip olduğu için.

- Kısa bir süre öncesinde kadar Demirören Medya Grup Başkanı olan Akif Beki, Medya Mahallesi programında Demirören Grubu’yla ilgili “Etik olarak o grupla ilgili bir yorum yapmayı uygun bulmuyorum. Tabii söyleyeceklerim var ama susmayı tercih ediyorum” dedi. Beki’nin sözleri size ne tür çağrışımlar yapıyor?

Beki’nin sözleri bende söyleyecekleri olan ama susmayı tercih eden bir kişiyi çağrıştırıyor.

 

‘Aydın Doğan medyada standartların yükseltilmesine önayak olmalı’

 

- Hürriyet’te yayımlanan “vişne suyu” haberini eleştiren yazınızı şu sözlerle sonlandırmıştınız: “Aydın Doğan bu mesleğe ne katkı yaptı? Nasıl hatırlanmak istiyor? Bu soruları kendine sormalıdır.” Bugün Doğan’dan Demirören’e, Ahmet Çalık’tan Tevhit Karakaya’ya medya patronlarının portresini siz nasıl çizersiniz?

Bu medya patronları hakkında bir şey söylemek istemem.

Vişne suyu yazımda Aydın Doğan’dan isimle bahsetmemin nedeni şudur. Türkiye’de para kazanan, kurumsallaşmış, okunan, tek ana akım gazete Hürriyet’tir. Gerisi hep yapay destek veya başka şirketlerden enjekte edilen parayla ayakta duruyor. Hürriyet’in özel ve ünik statüsünün ona getirdiği yükümlülükler olması gerektiğini düşünüyorum. Aydın Doğan’ın Türkiye’ye borcu var. Bana göre bu borç daha iyi gazetecilik için yatırım yapılarak ödenmelidir. Şarlatanların maskaralıklarını ilaç diye halka satmalarının propagandasını yapmak Hürriyet’e de, Aydın Doğan’a da yakışmaz. Hürriyet’in para için standartları bu kadar düşürmesine  ihtiyacı olmamalıdır.

Aydın Doğan medyada standartların yükseltilmesine önayak olmalıdır. O olmazsa başka kimse olamaz çünkü hiçbir gazetede Hürriyet’teki mali güç ve nefes yoktur. O herhalde o yazıyı yazdığım için bana kızmıştır ama... Gazeteci olarak işimiz doğru ama kızdıracak şeyler yazmak değil mi?

 

‘Hükümetin tutumu, patronların diğer işlerinden daha öldürücü’

 

- AB İlerleme Raporu’ndaki şu ifadeler yer aldı: “Üst düzey hükümet ve kamu görevlileri ile ordu defalarca basına yüklenerek dava açmaktadır. Hükümeti açıkça eleştiren makaleler (kaleme) almalarını müteakip gazetecilerin işten çıkarıldığı birkaç olay yaşanmıştır. Bütün bunlar, çıkarları düşünce ve bilginin serbestçe yayılmasının ötesine geçen işlerle uğraşan sanayi gruplarının medyada yoğunlaşmasıyla bir araya geldiğinde, Türkiye’deki ifade özgürlüğü üzerinde olumsuz etki yaratmakta ve uygulamada ifade özgürlüğünü sınırlandırmakta olup, bu durum oto-sansürü Türk medyasında yaygın bir olgu haline getirmektedir.” Türkiye’de medya patronlarının diğer iş alanlarından ellerini çekerek sadece medya patronu olarak kalmasına ihtimal veriyor musunuz? 

Hayır, vermiyorum. Ama diğer işlerini tasfiye edip sadece medya patronu olarak kalsalar bile artık çok geç. Hükümetin basın düşmanı, otokrat tutumu, medya için, patronlarının başka işler yapıyor olmasından çok daha öldürücüdür.

- Gazetecilik ilkeleri listenizde ilk beşe hangileri giriyor?

Dürüstlük, dürüstlük, dürüstlük, dürüstlük, dürüstlük.

 

İlgili Haberler