Politika

Meral Akşener: Bize gelen gömleğini çıkarmasın

Biz "Cumhuriyet ile Osmanlı", "Laiklik ile İslam", "Demokrasi ile cumhuriyet" diyeceğiz

04 Kasım 2017 10:10

İyi Parti lideri Meral Akşener,  “Türkiye’yi bayram sofrasında buluşturma’ projesinin ilkini Anadolu’nun Türklere açıldığı kapıdan, Bitlis Ahlat’tan başlattı. Burada partinin hedeflerini anlatan Akşener, "Vatandaşa ulaşacak merkezde bir siyasi organizasyon var artık" dedi. "Bize gelen gömleğini çıkarmasın" diyen Akşener, "Aytun Bey’in gömleğini çıkarması gerekmiyor. Onur Aydın diye bir kardeşimiz var, solcu, gömleğini çıkarması gerekmiyor. Durmuş Yılmaz, muhafazakâr mesela. Gömleklerini çıkarmadan bu milletin bütünlüğü, mutluluğu, kavga dilinin ortadan kalktığı, hayat tarzına saygılı bir Türkiye için çalışacağız" ifadesini kullandı.

Hürriyet'ten İpek Özbey'in sorularını yanıtlayan Meral Akşener'in açıklamaları şöyle:

Meral Hanım, hiç tereddüt ettiniz mi partiyi kurarken?

Hayır. 


Ya tabela partisi olursak, ya umduğumuzu bulamazsak diye…

Referandum sırasında özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir şey fark ettim. Bir tarafta HDP bir tarafta da AK Parti. İki sert yüz var. Ve ilk defa burada geçmişin özlendiğini gördüm. 


Nasıl bir özlem bu?

Diyelim ki Anavatan Partisi iktidardaydı. Ama Refah Partisi ve DYP’nin buralarda; Doğu ve Güneydoğu’da milletvekilleri vardı. İktidardan isteklerine yanıt alamayan vatandaş mutlaka muhalefete giderdi. Vatandaşın bir üçüncü yola ihtiyaç duyduğunu gördük. Seçmen bize nasıl davranacak göreceğiz ama bunun bir görev olduğuna kanaat getirdik. 


CHP’yi bu noktada bir yere koyamıyor musunuz?

CHP geçmişte vardı. Daha doğrusu SHP döneminde buralarda milletvekilleri vardı. Zaman içinde CHP’ye oy verecek insanların hangi alana kaydığını bilmiyorum.1999 seçimlerinde MHP’nin de vekilleri vardı, ondan sonra onlar nereye gitti, bilmiyorum. Görünen iki siyasi alan var. 


Peki sadece bu iki siyasi alanın var olması beraberinde neyi getirdi?

Güneydoğu böyle, ikili bir sistem var. Batı’daysa renkleri farklı yüzde 60’lık bir sağ seçmenin kendisinde toplandığına inanan –ki reel durum da bu-  rekabetin ortadan kalktığı ve CHP’yi o sağ seçmen üzerinde formatlamış, düşman kuvvet kabul edip, onu bir yere sıkıştırmış, sağın geri kalan bütün renklerini kendinde konsolide eden bir siyasi yapıyla karşı karşıya kaldık. Ama bu neyi getirdi? İncitici bir dilin, çemkiren bir söylemin, herkesin herkese hakaret ettiği ama bu hakaretlerin sonucunda da hiçbir şeyin olmadığı, işin cıvıdığı bir siyasi atmosferi getirdi. Şimdi bunun neticesinde ikiye bölündü Türkiye. Ne etnik, ne mezhep, ne siyasi aidiyet üzerinden tanımlayabiliriz biz bu durumu. Türkiye, evet-hayır diye ikiye bölünmüş ve bu iki kesim arasında bir geçirgenlik yok. Bakın ben güven endekslerini çok iyi takip ederim. Bu ülkede birbirine güvenen insanların oranı çok düştü. Hiçbir ülkede bu ülkede olduğu kadar noter yok.

Niye?

Devlet vatandaşına, vatandaş devletine, vatandaş birbirine güvenmiyor da ondan. 15 Temmuz iğrenç darbe kalkışmasından sonra daha da derinleşen hukukla ilgili büyük bir karamsarlık var. Şimdi siz kime güveneceksiniz. Ülkeleri kurallar yönetir, kurallar nedir, hukuktur. Hukuk insanların haksızlığa uğramamasını sağlar. Bunun ortadan kalktığına inanan, merci olarak nereye başvuracağını bilemeyen insanlar güvensiz olurlar. Meşru ifade alanları ve adalet ortadan kalktığı zaman insanlar önce korkmaya başlarlar, o korkanlar birbirini bulur ve sonra merdiven altı denilen zemine kayarlar. Ve bu genellikle darbe dönemlerinde olurdu ülkemizde. Dikkat ederseniz o dönemlerde bütün STK’lar kapalı olur. STK diye genellikle devleti temsil eden otoriter gücün hoş gördükleri ortaya çıkar. Diğerleri merdiven altına kayarlar. Türkiye bu süreci yaşıyor. Farkında mısınız İpek Hanım, insanlar gülümsemiyor. Barut fıçısı gibi herkes birbiriyle kavga etmeye hazır. 


Bu dili değiştirecek misiniz?

Elbette. Politikacı olarak ben bıktım kardeşim, sıradan vatandaş ne yapsın? Bu; otoriteyi temsil edenden başlıyor, diğer alanlara da kayıyor. Burada kadın olmanın avantajını da göreceğim ben. Yaşım ve cinsiyetimin büyük avantaj olduğunu düşünüyorum. 


Bundan 10 sene önce İYİ Parti’yi kursaydınız daha sert bir dil mi kullanırdınız?

Onu bilemiyorum. Çok şey yaşamış bir politikacıyım ben. En büyük özelliğim de hatalarımdan ders çıkarmaktır. Hatam olmadı mı, oldu elbette. Ama ben hata diye kabullenip özür dilediğim hiçbir şeyi tekrarlamadım. Tecrübemin önemli olduğunu düşünüyorum. Başardıktan, yani normalleştikten sonra inşallah gençlere teslim edip, huzurlu bir hayatı yaşayacağım. 


Her seferinde gençlere çok güvendiğinizi söylüyorsunuz… Bunu sağlayan ne oldu?

Ben eski bir üniversite hocasıyım. Gençlerle aram hep iyi olmuştur. Bakın ben, kendi sınıfının iyi tahsil görmüş bir kadınıyım. Sınıfsal olarak da kendini tanımlamış insanlardan biriyim. Ama yetiştirdiğimiz genç arkadaşlarımız bizden daha donanımlı. Bizim kafamızda bariyerler var. Kompartımanlara daha yatkınız. Onların arasında öyle bir şey yok. 


Mesela; sizin kafanızda olup, gençlerin kafasında olmayan bariyerler neler?

Biz dünyaya daha kapalı yetiştik. Bu arkadaşlarımız dünyadaki yaşıtlarıyla çok eşit bir ilişki kuruyor. Bizim en büyük bariyerimiz belki de şu olabilir. Batılı mevkidaşlarımızla karşı karşıya geldiğimizde ya onlardan korkup kaçtık ya da kendimizi kafamızda gettolaştırdık. Ya da çok hayran olduk. ‘Ben de’leri olduk. Bizim çocuklarımız kendilerini yaşıtlarından üstün de görmüyor, değersiz de hissetmiyor. Atatürk’ün de söylediği çağdaş medeniyeti artık teknolojiyle ve bu çocuklarla yakalamak mümkün. Çatır çatır kaçmadan Türkiye adına mücadele edebilecekler. Bunu çok önemsiyorum. 


Ya çok seviliyor ya da hiç sevilmiyorsunuz.  Bunlar kim; biliyor musunuz?

Biliyorum. Sosyal medyayı eskisi gibi takip edemiyorum. Ama geçmişte twitter’ımı tamamen kendim takip ettim. Genç bir kesim var. Seküler, Atatürk’ün değerlerine çok bağlı ve korkan. Bir kere “Türkiye elimizden gidiyor” diyenler seviyor. Ama biraz da temkinliler. “Tamam bakalım ne yapacak” diyorlar. Bir diğer kesim, kadınlar. Bana göre daha genç bir kadın grubu. Erkeklerde, muhafazakâr alandan da var, merkez sağ ve kendini milliyetçi olarak tanımlamış insanlarda da var bu sempati. 

Peki kim sevmiyor?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başkanı Sayın Erdoğan, siyasi kumaşı yüksek bir insandır ve rakibi iyi tespit eder. MHP’nin genel başkanlığına aday olduğumu açıkladığım andan itibaren beni de formatlamaya kalktılar. Kimisi FETÖ’cü dedi, kimisi bilmem ne! Onun getirdiği bir kanaat var. Bir de Adalet ve Kalkınma Partisi’yle hayatını özdeşleştirmiş “Kaybederse bana ne olur” diyen bir seçmen kitlesi var. Oradaki his buraya yansıyor. Fakat çok ilginçtir, o kitlenin içinde bile bir vicdan devreye giriyor. Benimle ilgili o kadar çok haksızlık yapıldı ki, bir süre sonra insanların vicdanı devreye girdi. 


Siyaset yıllarınızdan sizi hatırlayan ve benimsemeyenler, katı bir şekilde eleştirenler de var.

Doğru Yol döneminde sekiz ay içişleri bakanlığı yaptım. Sayın Çiller’in 1993’ten başlattığı bir güvenlik politikası vardı. Ben partiye 1994’te katıldım. Sayın Çiller ile eküri haline geldik. Genel olarak insanlar maliyeti yüksek insanlara nefret duyamaz. Sayın Çiller başbakandı. Kızgınlık bir şekilde birine kanalize edilir. O günün şartlarında bu bendim. Bana saldırmanın bir maliyeti yoktu. Tabii çok fırtınalı bir dönemdi. 


"Fakir köylü dızı diye aşağılandım"

 

Susurluk oldu…

Susurluk sonrasında bakan oldum ben. E benim ne alakam var Susurluk ile? Maliyet hesabı bu. Kendini sınıfsal olarak tanımlamış bir politikacı olarak ekonomik güç odaklarıyla da çok fazla haşır neşirliğim yoktu. O günlerde benimle ilgili yapılan tanım, “Fakir köylü kızı”ydı. Aşağılanma için söylenmişti ama ben bunu aldım, başımın üstüne koydum. Nasıl bu gençler, kendilerini Batılılar karşısında değersiz bulmuyorsa, ben de kendimi o günün çok önemli bir şahsının karşısında değersiz veya daha değerli bulmadım. Mesela mutfaklar beni hep sevmiştir. Gazetelerin televizyonların mutfakları da beni hep sevmiştir. Çünkü sınıfsal bir tavır aldım. İçişleri Bakanı’ydım, genel yayın yönetmenlerine hiç beyanat vermedim, o günün muhabirlerine verdim. Çünkü ben küçük bir memur çocuğuydum ve bütün her yere tırnaklarımla kazıyarak geldim. Bakın bugün hakkımda söylenenleri de geçiyorum; Erdoğan’ın etrafındaki bu yazar-çizer takımı nedeniyle ona çok acıyorum. Çünkü onun buraları kontrol etmesi, övüyorum derken lime lime edenleri görmesi mümkün değil. Siyaset şöyle bir şeydir. Herkes birbirinin düşmanı değildir. Gün gelir siyasetçiler, bir zorluk karşısında yan yana gelirler. 


Yenikapı buluşması böyle miydi?

28 Şubat döneminde Refah Partililer ile Doğru Yol Partililer de birbirleriyle dayanışma içinde oldular.  15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra bütün görüşlerin bir araya geldiği o huzurlu alan ortaya çıkmıştı. Şimdi bunun nasıl darmadağın edildiğine bakın. Çünkü bu yekpare huzur alanının oy dağılımında sorun var. Bu huzur alanında o kutuplaştırılmayan seçmenin seni, beni görmesi mümkün. 


Parti programında FETÖ ile mücadele var. “15 Temmuz gerçeğini ortaya çıkarmak şehitlerimize karşı namus borcumuzdur” diyorsunuz. OHAL ile yürütülen mücadelenin yeterli olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Sayın Erdoğan’ın bu konuda samimi olduğunu düşünüyorum. Kişisel olarak 17-25 Aralık’tan bu yana canının yandığına inanıyorum.  Fakat öyle bir geçirgenlik ve iç içe geçmişlik var ki, kimin eli kimin cebinde belli değil. Samimiyetle mücadele etmek istediğine inanıyorum ama bu mücadelenin gerçekten olduğuna inanmıyorum. Şöyle bir durum var: Eğer siz FETÖ’cülük üzerinden bir kriter koymazsanız, yani senin FETÖ’cün kaçar, benim FETÖ’cüm tutuklanırsa bu adaleti ortadan kaldırır ve aynı zamanda da işi sulandırır.  


Herkesin bir FETÖ’cüsü mü var?

Ben hariç ağırlıkta olduğu görülüyor. Benim sülalemde yok. 


Ama siz de FETÖ’ye yakın olmakla suçlanıyorsunuz.

Evet. Mesela bana “Meral Kılıçdaroğlu” diyen İsmail Kahraman “Belam” dediğim için beni mahkemeye verdi. İfade vermeye gittim Çarşamba günü. Bu kişinin bana söylediği sözlerde direk FETÖ suçlaması var. E elin sopası yok, bak damadı kaçak. 1000 yaşında adam. Ben kendisine “İsmail Akşener” desem, ne kadar iğrenç. Defalardır kamuoyuna beyanda bulunuyorum. Bu mücadeleyi yapanları göreve çağırıyorum. Benim dokunulmazlığım yok. Varsa bir terör örgütüne yandaş olmak, sempati duymak gereğini yapmanız lazım. Yok iftiraysa, o zaman o iftirayı atana da gereğini yapacaksınız. Bu nasıl bir devlettir ki, 8 yıldır evinin önünde polis kulübesi olan bir eski İçişleri Bakanı’nın ne olduğunu bilmiyor. Bir kere FETÖ’nün sermayedarları kaçtı kardeşim. Yeni bir iddia var.


Nedir o?

Diyorlar ki garibanlar hapiste, bir sektör oluştu. Parayı veren kaçıyor. Bu vicdanları yaralar. Ben iddialıyım. Şahsım, partim adına, altına imza attık, bu konuda mücadele etmek namus borcumuzdur. 


15 Temmuz gecesi neredeydiniz?

Evimdeydim. Beylerbeyi’nde, Küplüce denilen yerde oturuyorum. Köprünün ayağına yakın bir yer. 


Anlatır mısınız o geceyi?

Tarihi eser bir evde oturuyoruz. Üst katında televizyon yok. Günlük çalışan bir kızımız var. Akşam eve misafir geldiğinde ikramı ben yaparım. İki farklı aile misafirimiz. Çay, börek servisini yaptım. Telefonumun sadece WhatsApp’ı açık. Misafirlerimizden biri bizim genel idare kurulu üyemiz Feridun Bahşi; telefonuna köprüyle ilgili bir mesaj geldi. Herkes birbirini aramaya başladı. Hemen televizyonu açtık. Yoldan insanlar geçiyor, televizyonlarda bir gariplik var ama ne olduğu belli değil. Nihayetinde öğrendik. Diğer misafirimiz gitmek için bir tekne istedi. Biz onu sahile kadar indirdik. İnsanlar ellerinde bayraklarla neşeli şekilde köprüye çıkıyor. Eve geldik, öğrendik. Sayın başbakanla ilk tweet’i atan, kınayan siyasetçi olduğumu sanıyorum. 


Peki sokağa çıkmayı düşündünüz mü?

Bunu çok dürüstlükle anlatıyorum size ve ilk kez anlatıyorum. “Hadi bakalım” falan olduk. Fakat bir arkadaşımız aradı. Ülke TV’de başlayıp, sonra diğerlerine sirayet eden, bu darbenin başbakanının benim olduğuma dair bir yayın yapıldı. Tam gidelim mi derken, bunun bir provokasyona sebep olabileceğini düşünerek durdum. “Darbecilere destek olmak için çıktı” denilebilirdi çünkü. Asıl ilginç olanı şu, hiç çözemedik. Helikopter hep bizim evin bulunduğu o alanda döndü durdu. Ve iki büyük kurşun bizim polis noktasına geldi. Zırhlı yaptırmıştım ben. Sıyırdı geçti, kıyafetlerini giydikleri konteynırın camlarını indirdi. Fakat sonra, ertesi gün, çok ilginç bir biçimde yayınlar başladı. Onca erkek, sayın cumhurbaşkanı, başbakan, Kılıçdaroğlu, Bahçeli dahil hepsi bir yerlerde, hiçbirini tankın üstünde görmedim, ama tutturdular, “Meral Akşener niye tankın üstüne çıkmadı” diye. Buraya da bir soru işareti koydum.


Nedir kafanızdaki soru işareti?

Eğer Sayın Erdoğan’ın danışmanları, o esnada “Hazır elimiz değmişken Meral Akşener’i çıkaralım” diye bir plan proje yaptıysa amenna, bakın buna bir şey demem. Amaaa gerçekten o darbe başarılmış olsaydı, başbakanı cumhurbaşkanı olacak şahısları gizlemek üzere bir el devreye girmişse o zaman Sayın Erdoğan’ın bu işe dikkatle bakması lazım. 


Böyle olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Bilmiyorum. Neticede ben bu ülkede bir bakanlık yönettim. Sayın Erdoğan’ı FETÖ mücadelesinde samimi buluyorum ama çevresini kesinlikle samimi bulmuyorum. Kendimi Sayın Erdoğan açısından bir turnusol kâğıdı gibi görüyorum. Çevresinden kim bana çemkiriyorsa emin olsun kriptodur. 


"Nuri Polat avukatım değil"

 

“Meral Akşener’den Neden Korkuyoruz” başlıklı bir köşe yazısında hukuk danışmanınız Nuri Polat’ın FETÖ’ye angaje olduğu iddia edildi.  Ne diyeceksiniz?

Hiç alakası yok mesela. Nuri Polat, benim ne danışmanım ne avukatım. Ne yakınım, ne uzağım. Ben bu arkadaşı MHP İstanbul il başkan yardımcısı sıfatıyla tanıdım. 


Şahsınızla veya partinizle ilgisi yok mu yani?

Hayır yok. Ne Sayın Ahmet Kekeç ne diğerleri fikri takip yapıyor. O kadar hatalı yazılar var ki. 28 Şubat’ta bu arkadaşlar, benim FETÖ’yle bir olup askeriyeye kumpas kurduğumu iddia ettiler. Bu tutmadı. Çünkü 28 Şubat’ta Tansu Hanım başbakan yardımcısı, Erbakan başbakan, ben İçişleri Bakanı’yım. Ne yapmışım ben. Bana bir belge gelmiş. Ben de ilk amirim olan Başbakan Yardımcısına iletmişim, o başbakana, başbakan da cumhurbaşkanına iletmiş. Cumhurbaşkanı da genelkurmay başkanına vermiş. Hatalı durum var mı? Yok. Peki bu belgenin oluşmasını sağlayan kişi nerede? Yeni Şafak’ın yazarı. O belgenin geldiği kişi, A Haber’de haber yapıyor. Peki o belgenin verildiği şahıs Sayın Çiller nerede, Sayın Cumhurbaşkanı’nın hasbahçesinde. Sayın Çiller’in beyninin tamamı üç kişi: Mümtazer Türköne hapiste. Hüseyin Kocabıyık AK Parti’den İzmir milletvekili. Rahmetli Şükrü Karaca vefat etti. Peki aynı yazar çizer takımı, beni FETÖ’nün bakan yaptığını iddia etti. Kendi kendimi bakan atayamayacağıma göre biri beni atadı. Sayın Çiller. Peki FETÖ söylüyor, bu kadını bakan yap, o da “Baş üstüne hocam” diyor. E sayın Çiller nerede? Fikri takip yapmıyorlar…


"O zaman üniversitede hovaydın"

 

Sayın Akşener; 90’lı yıllarda zirve yapan faili meçhul cinayetlerde sizin de sorumluluğunuz olduğu iddia ediliyor. Bu anlamda pişmanlıklarınız var mı?

Faili meçhul hikâyesinin içinden ben çıkmam. 1993’te Kocaeli Üniversitesi’nde İnkılap Tarihi bölüm başkanı olan bir kadın hocaydım. Kayınvalidesi ve kayınpederiyle oturan bir kadın. Kayınpederim İzmit’in bilinen isimlerinden birisi. Hatta oğluyla evlendiğimde, “Benim gelinimin toplu taşıma araçlarında saçına başına dokunulmasın” deyip, yaşlı bir amcanın taksisi ayarlandı. “Sen bununla gidip geleceksin kızım” dendi. Böyle bir aileye gelin gitmiş bir hocayım kardeşim. Tansu Hanım’a bağırmak her zaman maliyetti. Bana bağırmanın maliyeti yoktu. Faili meçhulü tartışırız ama o mücadelenin en şiddetli yapıldığı dönemde ben Kocaeli’de oturan bir hocaydım. Bakın bu ülkede bir Cumhurbaşkanının batılı ülkelerin tehdit etmesini, bizim dışımızdaki güçlerin zora sokmasını kabul etmeyecek insanlardan biri ben ve benim arkadaşlarım. Bizim bir devlet anlayışımız var. Günün sonunda Türkiye yan yana gelir. Öyle ağır hakaretlerle istiskal ederek, itibarsızlaştırmaya gayret etmek doğru değil. Benim bir ailem var. Ağaç kovuğundan çıkmadık hiçbirimiz. Torunumun gayri meşru olduğunu yazdırdılar. Mahkemeye verdim, IP bulunamadı biliyor musunuz? Torunumun 15 sene sonra bunlar olurken, babaannem ne yapmış, bunu ona göstermem lazım. 


İYİ Parti’yi kurmanızda hakkınızdaki kaset iddialarının bir etkisi oldu mu?

Elbette. Hayatım hep mücadeleyle geçti. Hocayken de öyle. Ama bunca senedir hiç kadınlığım üzerinden yorum yapılmamıştı. 61 yaşındayım, bir babaanneyim, bir kocam var, 35 yaşında oğlum var, bunlar ne düşünüyor? Ben 2012 yılında  çok baskı gördüm ama hiç parti kurmayı düşünmedim. 7 Haziran’da malum hikâye oldu. Sonra sert bir mücadele geçirdim. Sayın Cumhurbaşkanı aradı. 35 dakikayı geçen telefon konuşmasında, bir daha böyle şeylerin tekrarlanmaması için bu iki kişinin göz önünden çekileceğini söyledi. Ama ben davayı çekmedim. Bu sırada Sayın Bahçeli, bir kadın genel başkan yardımcısını bana gönderdi, onun da şöyle bir sözü oldu, ilk kez paylaşıyorum. “Sayın Bahçeli, biz kasetlerle ilgili bedeller ödedik. Artık hani kaseti olanı vermiyoruz” dedi. Orada da bir şeyler yıkıldı. Ama bir görevdi, milletvekili sırasına girmiştim. Seçim bitti, Eve dönmeye karar verdim. Rahmetli abim, Sayın Bahçeli’nin arkadaşıydı, benim hayatımda özel bir yeri vardı. “Kızım müracaat et, ama öyle et ki seni sıraya koymasınlar. Sonra şantaja maruz kaldı derler” diye uyardı. 1 Kasım’a kadar sakin bir süreç geçirdim. Açık oyumu MHP’ye verdim, o bir borçtu. Ve defterleri kapatma kararı almıştım. Sonra çok büyük baskı gördüm ve bir yola çıktık. Bana bu partiyi kurduran nedenlerden biri atılan iftiralardır.


Samsun’dan yola çıkacağınızı düşünmüştük, Ahlat’tan çıktınız.  

Ve siz benim evimdesiniz. Ramazan bayramını da burada geçireceğiz. Babaanne- anneanne sofrasını kuracağız. O sofranın özelliği, bütün eller eşit şekilde o yiyeceklere ulaşırdı. 


Buradan sonra nereye gideceksiniz?

Bütün Türkiye’yi dolaşacağım. Şimdi Edirne’ye sonra Rize, Şırnak, devam edecek. 

"Cumhuriyet ile Osmanlı"

Merkez sağdaki boşluğu dolduracak mısınız?

Merkez sağ seçmeni yerinde duruyor. Bu seçmen, Batı’da CHP’ye, orta Anadolu ve buralarda Ak Parti’ye kaydı, biraz da MHP’ye. Cumhuriyet değerlerinin korunacağı, Atatürk’ün hele anasına sövülmenin ‘cıs’ olacağı bir alanın yaratılacağı, tacizin, tecavüzün, işkencenin ortadan kaldırılacağı, üretimin olacağı, nefes alınacak, vatandaşa ulaşacak merkezde bir siyasi organizasyon var artık. Aytun Bey’in gömleğini çıkarması gerekmiyor. Onur Aydın diye bir kardeşimiz var, solcu, gömleğini çıkarması gerekmiyor. Durmuş Yılmaz, muhafazakâr mesela. Gömleklerini çıkarmadan bu milletin bütünlüğü, mutluluğu, kavga dilinin ortadan kalktığı, hayat tarzına saygılı bir Türkiye için çalışacağız. Hep şu dendi, “ya cumhuriyet ya Osmanlı”. Hayır biz öyle demiyoruz, “Cumhuriyet ile Osmanlı” diyoruz. Laiklik veya din dediler. Biz “Laiklik ile İslam” diyeceğiz. “Demokrasi ile cumhuriyet” diyeceğiz.  


Herkesin olduğu bir partide bir karmaşa olacağı görüşü hâkim. Daha doğrusu temelsiz bir yaklaşım olarak görülüyor

Biz bunu Doğru Yol Partisi’nde yaptık. Yapılmıştı, biz dahil olduk daha doğrusu. Anavatan farklıydı. O kompartımanlara ayrılmıştı. Rahmetli Özal yapıştırıcıydı, aradan çıkınca dağıldı. DYP öyle değildi, bir genel çerçevesi vardı. Hakikaten vatanseverlik üzerine, o sistemde kendini ifade etmekte bir zorluk yaşamazdın. Bütün teşkilatlar benim ülkü ocaklı olduğumu bilirdi. 


Kırmızı çizgileriniz neler?

Türkiye’nin birliği ve beraberliğinin bozulması ve israf. 


"Kürt meselesi değil Güneydoğu meselesi!"

 

Kürt meselesinde tavrınız ne olacak?

Biz ona ‘Kürt meselesi’ değil, ‘Güneydoğu meselesi’ dedik. Çünkü Kürt meselesi dediğiniz zaman şöyle bir şey oluyor: Şuurun altına şöyle bir mesaj iletiyorsunuz. Kürtler problem! Evet bizim burada problemlerimiz var. Ekonomik, sosyal, siyasi, açılımların getirdiği çıta yüksekliğinin yarattığı bir hayal kırıklığı ve bir de eli silahlı terör var. Bugün iri yarı laflar ederek bir dakikada çözemezsiniz. Dokunarak, birbirimizi anlayarak, açık seçik konuşarak üzerine gitmeliyiz. 


Ahlat’ta ev tutmanız sadece Türklerin Anadolu’ya girişiyle ilgili değil sanırım. Kürtlere de mesaj veriyor musunuz?

Herkese bir mesaj. “Sen Türksün, ben Kürdüm” diye bir şey yok. Herkes kendinin ne olduğunu bilir. Babamın ailesi Yunanistan’a Diyarbakır’dan gönderilmiş. Ailemin geldiği yer Diyarbakır. Bir de etnik aidiyetin günümüzde psikolojik olduğuna ve buna da saygı duyulması gerektiğine inanıyorum. Aidiyetiniz sizinle alakalı ve çok kıymetli. Karşılıklı saygı göstermeliyiz.


"Eşim 'Malımı mülkümü satarım' dedi"

Eşiniz sizi destekledi mi?

Burada çok büyük desteğini görüyorum. İlk başladığımda “Sen bilirsin hanım” dedi. Şimdi yaşadıklarımızdan dolayı çok büyük destek veriyor ve şunu söylüyor: “Bu uğurda malımı mülkümü satacağım.” Kafaya koydu adam. Çok ilginç, “Neyle kuruyorsunuz partiyi” diyorlar, valla kuruş hesabı veririm.