Politika

Mehmet Altan: Türkiye ya yönetimdeki suçlularını yargılayacak ya da çürüyüp kokacak

"Ne 17-25 Aralık unutulur, ne MİT TIR’ları..."

30 Kasım 2015 12:04

Mehmet Altan*

Karanlık faşizmin medyanın boğazını sıkmasının son dönemlerinde Tahir Elçi’yi yaptığımız programa davet etmiştik. Bence kendisinin tüm özelliklerini simgeleyen Kuşkonar Köyü Katliamı’nın yılan hikâyesine dönen macerasını konuşmuştuk.

Bunun peşini bırakmayan sabrını, azmini, sorgulama gücünü, hukuk bilgisini, sakin duruşu altında taviz vermeyen yaşam anlayışını, programı izleyen herkesle birlikte biz de yakından izlemiştik.

Program öncesinde adım adım yaşama hazırladığı çocuklarından da söz ettiğimiz bir yemek yemiştik.

Önceki sabah vurulduğunu duyunca allak bullak oldum.

Kuşkonar Köyü’ndeki devlet katliamını aydınlatan duruşu bence onun yaşam hikâyesinin özetiydi.

Acılı, çileli, muzdarip bir bölgenin kanlı cinayetlerinin peşinden hiç usanmadan gitmesi ve ölümünden hemen önce gerçek bir bölge insanı olma bilinciyle Diyarbakır’ın tarihsel derinliğini simgeleyen dört ayaklı minareyi sahiplenmesi, onun yaşamı nasıl anlamlandırdığının da dört dörtlük bir ifadesiydi.

Bir karanlık kurşunla onu yitirmemiz, 7 Haziran sonrası şiddet, cinayet ve ölüme bel bağlayan, kısa vadede sonuç da almış olduğunu düşünen faşizmin son olmayacak kötülüklerinin bir halkası olarak görülebilir.

***

Ölümlerin, zulümlerin hiç bitmediği, kan revan içinde kalan ülkede herkesin ortak sorusu şu:

Ne oluyor?

Cevap basit:

Siyasal iktidar, işlediği suçların peşine düşenlere zorbaca zulmederek yargılanmaktan kurtulacağını sanıyor.

Bunun nasıl büyük bir çürümeye ve artarak yoğunlaşan bir bataklığa dönüştüğünü görmezden geliyor.

Hırsızların, katillerin, uğursuzların ‘çakma mahkemelerle’ etrafa terör saçtığı bir devletin ve milletin ayakta kalmasına imkân var mı?

Bence yok…

***

Demokratik hukuk devletlerinde ‘suç işleyen’ yöneticileri kim yargılar?

Bağımsız yargı…

Türkiye’de ise tam tersi…

17-25 sonrası kurulan tek kişilik mahkemeler, siyasal iktidarın öç alma duygusuyla hedef gösterdiği herkesi avlamaya girişiyor.

Eğer hukuku ortadan kaldırarak terör mahkemeleri kuracaksanız, o süreçte rol alan herkes aynı akıbeti yaşayabileceğini de hesaba katmalı.

***

Altı yıl boyunca ülkeyi yönetmiş olan eski Portekiz Başbakanı Jose Socrates, vergi kaçırmak, karapara aklamak ve yolsuzluk şüphesiyle epeydir hapishanede.

Türkiye’dekiler ise gülünç yalanlar uydurup, hukuku paramparça ederek, siyasal şiddet uygulayarak, hukuki zorbalık yaparak gerçek mahkemelerden kurtulma çabasındalar.

Girdikleri çıkmazda vites yükseltip gaza bastıkça, kaçınılmaz akıbetlerine daha da hızlı yaklaşıyorlar.

Bu akıllı bir yol olsa İsrail’den Arjantin’e tüm dünya, suç işleyen yönetimleri yargılamaz, onların suç işlediklerini belgeleyen devlet görevlilerini tasfiye etmeye yeltenirdi.

Devlet ve toplum refleksi buna izin vermeyerek çürümeyi önlüyor, Türkiye de ya hukukun gereğini yaparak yönetimdeki suçlularını yargılayacak ya da çürüyüp kokacak.

***

Bir yerlerde Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ü tutuklayan İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimi’nin 17 Aralık sonrasında kanatlanan kariyeri ile son verdiği kararların dökümü vardı.

Ahmet Hakan’a saldıranların serbest bırakılması ile Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in tweet atmaya devam ettiği için tutuklanması da bu ‘hukuksal’ kararlara dâhildi.

***
Can Dündar ile Erdem Gül’ün akıl almaz bir şekilde tutuklanmasından Rus uçağını düşürerek bela aramaya kalkmaya kadar gittikçe büyüyen kaosun temelinde 17-25 Aralık’ın üstünü örtme çabası var.

Bu amansız çırpınmanın üstünü örtmek için dozu her daim artırılan ‘siyasal İslam’ söylemini de alabildiğine kullanıyorlar.

İş yılbaşı sepetlerine, sosyal tesislere ve TÜBİTAK kitaplarına kadar geldi.

İçerdeki hırsızlığın, yolsuzluğun, teşvik edilen cinayetlerin yeni gerekçesi ‘siyasal İslam’ hedefi olarak sunuluyor taraftarlarına.

***

Demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler gitti, onun yerine ‘İslam, Müslümanlık, din, dava’ geldi.

Suçları bu söylem örter mi?

Ayrıca madem amaç ‘İslam, Müslümanlık, din’ idi, Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini İslamlaştırmaktı, AKP neden bunu açıkça programına yazmadı?

İyi olduğuna inandığı bir şeyi açıkça savunmadı?

***

AKP’nin programında bunun tam tersi yazıyor, beraberce okuyalım:

‘Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak partimiz aşağıdaki hedefleri gerçekleştirecektir:

* Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir.
* Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir,
* Partimiz, kutsal dini değerlerin ve etnisitenin istismar edilerek siyaset malzemesi yapılmasını reddeder.
…Dini, siyasi, ekonomik veya başka çıkarlara alet etmek veya dini kullanarak farklı düşünen ve yaşayan insanlar üzerinde baskı kurmak da kabul edilemez,
* Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır.

Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır.
Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır.’

***

Siyaset, vaat ettiklerine, kendi kimliğini ifade ettiği resmi belgelerine ihanet edecek kadar ahlaksızlaşabilir mi?

Türkiye’de siyasetçi ahlaksızlaştıkça, siyaset de bundan hesap sormadığı için siyaset de ahlaksızlaşıyor.

Müslümanlığı kendine kalkan yapmaya kalkışan şarlatanlar da buna alkış tutup destek veriyor.

***

Recep Tayyip Erdoğan 2009 yılında ne diyordu:

“Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor.”

Şimdi ne yapıyor?

Ne yaptığı malum…

***

Siyasal iktidarın “biz suç işleriz ve bizi devlet yargılayamaz” inadı, biz ne söylüyorsak herkes bunu ‘tekrarlamak’ zorunda ve ‘eleştiri mutlak surette yasak’ dayatması, sizce nereye kadar gider ya da başarılı olur?

Unutmayın ki ülke içinde üstünü şiddetle örtmeye çalıştığınız vakit bu işler dünyada patlıyor.

Zencani, İran mahkemelerinde Gümrük Baş Müfettişi’nin raporlarını doğruluyor, BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya çok ağır iddialarda bulunuyor.

***

Adaletten kaçabilecekler mi?

Bence tüm melanetli alternatifleri de denemeye soyunsalar çok zor.
Ne 17-25 Aralık unutulur, ne MİT TIR’ları.

‘Milli çıkarlar, devlet sırrı’ gibi eskinin sakızını çiğnemek gerçekleri yok etmeye yetmez.

Bunlar etrafa hamaset bombaları atıp, çakma mahkemelerle suçluları işaret edenleri korkutmaya kalkıyor.

Nafile çaba.

Korku, hayatın gelişimini durdurmaya yetseydi, insanlık bir adım bile ilerleyemezdi.


Bu yazı gazete360.com'da yayımlanmıştır