Kültür-Sanat

Kitap ve uygarlık

"Türk halkı ne yazık ki bu böyle bir alışkanlıktan ve sevgiden yoksundur"

17 Mayıs 2017 16:20

İsmail Özcan*

Kitapla uygarlığın çok sıkı ilişkisi olduğuna şüphe yoktur. Bütün devirlerde bu ilişkinin somut sonuçlarına tanık olunmuştur. Kitap üreten, okuyan, kitaba bir sevgi ve istifade nesnesi olarak yaklaşan toplumlar her devirde en ilerde olmuşlar, çağlarının uygarlığını temsil etmişlerdir. Aynen bugün olduğu gibi. Kitap aydınlıktır, kitap yol göstericidir. Yanılmamak için, şaşırmamak içi kitabın rehberliğine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın farkına varamayıp kitaba sırtını dönen bireyler de, toplumlar da hep bocalamışlardır. Okuyan toplumlara muhtaç olmuşlardır.

Kitap, bilgi ve kültürün en sağlam en güvenilir kaynağıdır. Bilgili, kültürlü, çağının bilincinde insan olmak için çok okumanın dışında bir alternatif yoktur.

İnsan hayatında en güzel alışkanlık, okuma alışkanlığıdır. En güzel dostluk, kitaplarla kurulan dostluktur. En pişman etmez sevgi kitap sevgisidir.  

Türk halkı ne yazık ki bu böyle bir alışkanlıktan ve sevgiden yoksundur. Toplumumuzun okumaya karşı ilgisizliği, hevessizliği; yazarların, aydınların, edebiyatçıların bitmeyen ve bitecek gibi de görünmeyen şikâyet konusudur. Çok gerilere gitmeden sadece Cumhuriyet dönemine baktığımızda bile okuma hevesi ve alışkanlığıyla ilgili olarak hayal kırıklığından başka bir şeyle karşılaşmıyoruz. Cumhuriyetten sonra öğrenilmesi daha kolay bir alfabe kabulümüze, okuma yazma oranının % 100’lere yaklaşmasına, halkımızı okumaya özendirecek birçok çabaya ve etkinliğe (ülkemizin birçok şehrinde her yıl kitap fuarları düzenlenmesi gibi) rağmen bu alanda bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Toplumumuzda okuma alışkanlığı ve bu konuda oluşabilmiş kısıtlı bir kültür daima küçük bir azınlığın tekelinde kalmıştır. Ülkemizde gülünç seviyelerdeki gazete tirajları da,  ortalama iki bin tirajla basılan kitaplar da mevcut mütevazı durumlarını hep bu azınlık okuyucu kitlesine borçludur.

Daha da üzücü olan ise, okuma konusundaki zaaf ve vurdumduymazlığın sadece okuma yazma bilen, hatta ilköğretim ve ortaöğretim eğitimi almış toplum kesimlerine has olmamasıdır. Bu durumun artık sayısı milyonları bulan yükseköğrenim görmüş vatandaşlarımız için de geçerli olmasıdır. Bu insanların da okulla ilişkisi bitince kitapla da bitiyor. İlişkisinin bittiği kitap da ders kitabı oluyor. Roman, hikâye, şiir, deneme gibi edebiyat eserleri gündemine zaten hiç girmemiş oluyor. Hâlbuki bir lisans eğitimi almış insanlarımızın, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin mutlaka okumuş olması gereken hem ulusal edebiyatımızın hem de evrensel edebiyatın çok önemli eserleri bulunmaktadır.

Yazımızın sınırlarını zorlamamak için evrensele hiç girmeyerek ulusal edebiyatımızdan birkaç örnek verelim. Mesleği ve meşguliyeti ne olursa olsun, mesleğinin ve meşguliyetinin gereği olarak hangi kitabı okumuş bulunursa bulunsun, üniversite bitirmiş bir Türk vatandaşı; Refik Halit Karay’ın Memleket Hikayeleri’ni, Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu Notları’nı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’ini, Sabahattin Ali’nin Kağnı-Sesini mutlaka okumuş olmalıdır. Bir Türk insanı bunları okumdan kendi doğdukları yer bile olsa Anadolu’yu ve Anadolu insanını, Anadolu’nun sosyolojisini tanıdıklarını söylememelidir. Adlarını verdiğimiz yazarların olağanüstü güzellikteki romanlarından hiç söz etmiyoruz. Onların da en azından bir bölümünün her üniversite mezunu tarafından mutlaka okunması gerektiğine şüphe yoktur.

Memleket Hikâyeleri ile ilgili olarak Sabri Esat Siyavuşgil şöyle diyor: "Bana o hikâyeler, bugün Anadolu’nun insan ve sosyal hayatı üzerine yazılmış ve yazılacak en azametli psikoloji ve sosyoloji eserlerinden daha derin, daha dolu ve daha gerçek geliyor. Öyle sanıyorum ki bu hikâyeleri okumadan Anadolu’yu anlamanın, anlamaya başlamanın imkânı yok…"

Ne kadar iyi bir öğrenim görmüş olursa olsun bir Türk vatandaşı; Ahmet Haşim’in “Bize Göre” adıyla kitaplaştırılmış gazete yazılarını, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı’nı, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’ını ve benzeri klasik bazı eserleri okumadan Türkçenin tadına varamaz. Ustalarının elinde bu dilin nasıl harikalar yarattığını fark edemez.

Bir psikolog ve pedagog, Aziz Nesin’in “Mu Ni”; bir iş müfettişi, yine Aziz Nesin’in “Vatan Sağ olsun” adlı hikayelerini; bir doktor, Sabahattin Ali’nin “Dekolman” adlı hikayesini okumdan mesleğinin bütün inceliklerini bildiğini sanmasın. Aziz Nesin’in birçok hikâyesi birçok meslek erbabına okuldan ve ders kitaplarından asla öğrenemeyecekleri mesajlar vermektedir. O nedenle Aziz Nesin’in bir iki kitabını, beş on hikâyesini; Sabahattin Ali’nin bir iki kitabını okumamış olmak belli bir öğrenim görmüş her Türk vatandaş için bir eksikliktir. Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri nasıl 20. yüzyılın ilk yarısının Anadolu’sunun bir aynası ise, Aziz Nesin’in hikâyeleri de aynı yüzyılın ikinci yarısı Türk toplumunun aynasıdır.

Okumak gelişmektir. Çevreye, olaylara, dünyaya daha geniş açıdan, daha fazla hoş görüyle bakabilmektir. Türk insanı okumadığı için hiçbir konuda dar görüşlülükten, katılıktan kurtulamamıştır. Geçimsiz, iletişimsiz, kavgacı bir toplum oluşumuz bundandır. Hiçbir gelişmiş ülkede bizdeki kadar kavga-çekiş, husumet ve kutuplaşma yoktur.

Modern insan için kitap, gazete, ne olursa olsun okunacak bir nesne; yemek içmek gibi günlük hayat gereksinimidir. Özellikle kitap eğitimli insanlar için vazgeçilmez ilgi nenelerinden birisidir. Türk insanı için kitap hiçbir zaman günlük hayatın bir parçası, bir vazgeçilmezi, bir olmazsa olmazı olamamıştır.    

Bizim toplum olarak gerçek anlamda çağdaşlıktan, modernlikten, başka bir ifadeyle uygarlıktan uzak oluşumuzun kanıtı, kitaba karşı ilgisizliğimiz ve duyarsızlığımızdır. Kitabı günlük ihtiyaçlarımız arasına katana kadar, ona olmazsa olmaz bir nesne olarak yaklaşana kadar uygarlıkla mesafemiz sürecektir.

*Eğitimci/yazar