Gündem

KCK: HDP'nin pasif siyaseti ve AKP-CHP koalisyonunu işaret etmesi kabul edilemez!

'HDP seçim sonrası ortaya çıkan gerçekleri tam okuyamadı'

22 Haziran 2015 15:48

KCK Yürütme Konseyi Duran Kalkan, Türkiye’nin demokratik bir dönüşüm ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğunu belirterek “Demek ki Türkiye’nin önümüzdeki dönem siyaseti bu temelde olmak zorundadır. Böyle bir siyaseti de ancak demokratik siyaset gücü olan HDP programlayabilir ve yürütebilir” görüşünü dile getirdi.

Özgür Gündem’de Adil Bayram mahlasıyla yazan Duran Kalkan, “Gerçek böyle olmasına rağmen, HDP yönetiminin seçim sonrasında adeta pasif bir siyaset izlemesi elbette kabul edilemez. Hele hele bir AKP-CHP koalisyonunu işaret etmesi doğru ve kabul edilebilir değildir” ifadelerini kullandı.

Duran Kalkan yazısında “Oysa seçim kampanyası sırasında HDP Türkiye’nin umudu haline gelmişti. HDP’ye oy vermeyenler bile gerçeğin böyle olduğunu ifade ediyordu. Seçimde kazanan tek parti olarak Türkiye’nin geleceğini çizmede toplum HDP’ye çok ciddi bir görev vermişti. Oy oranı ne olursa olsun, seçimde yenilen bir partinin ülke geleceğini belirleyemeyeceği açıktı. Fakat HDP bu gerçekleri tam okuyamadı ve kampanya sırasındaki etkinliğini yeterince sürdüremedi” ifadelerine yer verdi.

Duran Kalkan’ın Adil Bayram mahlasıyla Özgür Gündem gazetesinin bugünkü (22 Haziran 2015) nüshasında, “Demokratik siyaset ne yapmalı?” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Irak sınırında Hewlêr merkezli Kürt devletinden sonra, şimdi de yeni bir Kürdistan Suriye sınırında oluşmuş bulunuyor. Yine 7 Haziran genel seçim sonuçları da Türkiye sınırları içinde daha büyük bir Kürdistan’ın haritasını ortaya çıkarmış bulunuyor. Birçok çevre, bunun Kürt halkı tarafından demokratik özerkliğe evet denmesi olduğunu belirtiyor. 7 Haziran genel seçiminde ülkemizde yaşayan bütün kimliklerden insanlar milletvekili seçilerek Meclis’e gitmeye hak kazanmış bulunuyor. Demek ki uygulanan kültürel soykırıma rağmen, ulusal ve dinsel kimlikler yok edilememiş oluyor. Bütün bu kimliklerin hepsi de kendilerini mecliste özgürce ifade etmek istiyorlar.

Özellikle 550 üyelik Meclis’in yüze yakını kadın üye olarak seçilmiş bulunuyor. Kuşkusuz sayı olarak bu oran azdır, fakat nitelik olarak kadın özgürlüğünü etkin bir biçimde savunabilecek güce sahiptir. Yine geçmişle ölçüldüğünde söz konusu sayı adeta bir devrim niteliğindedir. Ülkemizde yaşanan kadın özgürlük devrimi 7 Haziran seçimlerine de yansımıştır.

Fakat tüm bunlara rağmen, anayasal ve yasal müfredat olarak ülkemizin durumu nedir? Hala yasal resmiyette Kürt halkı yok sayılmakta ve Kürt karşıtlığı temelinde oluşturulmuş bulunan devlet stratejisi hala devam etmektedir. Hala mevcut anayasa ve yasalar kimliksel çokluğu kabul etmemekte ve herkesi Türk saymaktadır. Hala yasal sistem erkek egemendir ve iktidarda “Kadın erkeğe Allah’ın emanetidir” zihniyeti hakimdir. Peki bu zihniyet ve politikalarla ülkemiz nasıl ilerleyecek ve 21. yüzyıl ülkesi olacaktır? Ortadoğu’da yaşanan amansız savaş ve yeniden yapılanma ortamında nasıl ayakta kalacak ve yürüyecektir? Seçim sonucunun ortaya çıkardığı mevcut tabloda toplumumuz nasıl yönetilecektir?

Bütün bu soruların cevabının olumsuz olduğu açıktır. Kürt halkının özgür iradesine dayalı olarak Kürt sorunu çözülmeden, tekerleme gibi her gün ifade edilen tekçi zihniyet aşılarak kimliksel çoğunluk kabul edilmeden ve kadın özgürlüğüne ve eşitliğine dayalı yeni bir anayasa ve yasal düzenlemeler yapılmadan toplumumuzu yönetmek mümkün olmayacaktır. Ancak gerçek böyle olmasına rağmen, hala seçim sonrasında nasıl bir hükümetin kurulacağı tartışılmakta ve mevcut bu sistemi yönetecek bir hükümetin kuruluşu aranmaktadır. Hem de bu, mevcut seçim sonuçları ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ortamında yapılmaktadır. Sanki ülkemizin farklı hükümet kuruluşuna şansı varmış gibi davranılmaktadır. Oysa bölgede yaşananlar ve seçim sonuçları ülkemize farklı bir şans vermemektedir. Ülkemizde birlik ve demokrasinin hakim olabilmesi için Kürt sorununun çözümüne dayalı bir demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi şarttır. Bunun da yeni demokratik bir anayasa ve köklü yasal değişiklikleri gerektirdiği açıktır.

Böyle köklü bir anayasal ve yasal değişikliğin yapılabilmesi için, mevcut Meclis’in bir Demokratik Kurucu Meclis olarak çalışması ve hükümetin de bunu gerçekleştirecek temelde kurulması şarttır. Bu da 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan on maddelik program temelinde müzakerelerin hemen başlamasını gerektirir. Bunun da ancak PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının sağlanmasıyla mümkün olacağı açıktır. Ülkemizin bu temelde bir demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanmaya ekmek ve sudan daha fazla ihtiyacının olduğu tartışmasızdır. Demek ki Türkiye’nin önümüzdeki dönem siyaseti bu temelde olmak zorundadır. Böyle bir siyaseti de ancak demokratik siyaset gücü olan HDP programlayabilir ve yürütebilir.

Gerçek böyle olmasına rağmen, HDP yönetiminin seçim sonrasında adeta pasif bir siyaset izlemesi elbette kabul edilemez. Hele hele bir AKP-CHP koalisyonunu işaret etmesi doğru ve kabul edilebilir değildir. Oysa seçim kampanyası sırasında HDP Türkiye’nin umudu haline gelmişti. HDP’ye oy vermeyenler bile gerçeğin böyle olduğunu ifade ediyordu. Seçimde kazanan tek parti olarak Türkiye’nin geleceğini çizmede toplum HDP’ye çok ciddi bir görev vermişti. Oy oranı ne olursa olsun, seçimde yenilen bir partinin ülke geleceğini belirleyemeyeceği açıktı. Fakat HDP bu gerçekleri tam okuyamadı ve kampanya sırasındaki etkinliğini yeterince sürdüremedi. Bu da demokratik siyasetin ülkemiz sorunlarına çözüm olma gücünü kullanmasını engelledi. Seçim sonrası hükümet kurma tartışmalarının doğru bir gündemle yürütülmesini gerçekleştirmedi. Belli ki demokratik siyasetin bu durumu daha fazla uzatmadan kendini aktif hale getirmesi gerekiyor. Peki demokratik siyaset ne yapmalı? Açık ki, en başta demokratik değişimi gerçekleştirecek ve Türkiye’yi demokratik yeniden yapılanmaya götürecek bir asgari demokratikleşme programı sunmalı ve tüm partileri söz konusu programı uygulamaya çağırmalıdır. Bu temelde hükümet kurma tartışmalarının gündemini belirlemelidir. Elbette böyle bir program HDP’nin demokratikleşme programının aynısı olamaz. HDP, birlikte programı uygulamak için çağrı yaptığı partileri de gözetmek ve buna göre asgari bir demokratikleşme programı oluşturmak durumundadır.

Peki söz konusu program neleri içermelidir? Kuşkusuz en başta Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye demokratik ulusu üst kimliği çerçevesinde tüm ulusal ve dinsel kimliklerin özgürlüğünü, yine kadın özgürlüğünün ve eşitliğinin tanınmasını içermelidir. Ayrıca ifade ve örgütlenme özgürlükleri temelinde genel demokratikleşme ilkelerine yer vermelidir. Bunlar için gerekli olan yeni bir anayasa ve yasal düzenlemelerin hemen yapılmasını, bu temelde meclisin bir Demokratik Kurucu Meclis olarak çalıştırılmasını, buna paralel müzakere sürecinin hemen başlatılmasını ve bunun birinci şartı olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının sağlanmasını istemelidir. HDP bu temelde gelişecek tartışma ve siyasete de öncülük etmelidir. Böylece aktif bir tutum ve çabayla Türkiye’deki gidişatın demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanma temelinde olmasını sağlamalıdır.

Peki HDP bunu yapmaz veya yapamazsa ne olur? O zaman yeni savaş hükümetleri kurulur ve ülkemiz yeniden kan gölüne döner. Tabi böyle bir faşist saldırganlığa karşı da halkımız sessiz kalmaz. Ne bilelim, bakarsınız birileri çıkar ve söz konusu faşist saldırganlığa karşı demokratik devrimi dayatır ve de yürütür.

 

İlgili Haberler