Politika

Karar yazarı: Köylülükten midir bilinmez, bizim mahalleli elde ettiği imkânın kadrini pek bilemedi

"Hükümetçi medya organları iğrenç bir yalakalık tablosu sergiliyor"

25 Haziran 2016 18:20

Karar yazarı Mustafa Öztürk, AKP'nin 14 yıllık iktidarına ilişkin olarak, "1990’lı yılların Türkiye’siyle kıyaslandığında bugün gelinen noktanın mahalle sakinlerimiz açısından, 'Ne kadar şükretsek az' denilmesi gereken çok büyük bir normalleşme imkânı olduğu şüphesizdi. Ama gelin görün ki köylülükten midir, sonradan görmüşlükten midir yoksa geriye dönük hesaplaşma ve rövanş alma hırsına yenik düştüğümüzden midir bilinmez, bizim mahalleli bu büyük imkânın kadrini pek bilemedi" dedi.

Cihangir'deki bir plakçı dükkânına yönelik alkol saldırısını eleştiren Öztürk, "Bir işgüzar kesimi Cihangir’de millete Ramazan dayağı atmayı cihad, mezuniyet töreninde kep fırlatmak yerine sarık sarmayı has Müslümanlık, karma eğitimi sonlandırmayı müttakilik zannediyor. Bu arada mührün sahibine göre pozisyon almayı marifet bilen hikmet-i hükümetçi medya organları ise bir kez olsun, 'Burada bir hata var” dememeye yemin etmişçesine iğrenç bir yalakalık tablosu sergiliyor" ifadelerini kullandı.

Öztürk'ün Karar'da "Dinî kahramanlık ve Müslümancılık tulûatları" başlığıyla yayımlanan (25 Haziran 2016) yazısı şöyle:

Bilindiği gibi, bizim mahalle 2002 yılında başlayan AK Parti dönemiyle birlikte rahat nefes alma bahtiyarlığına erişti ve son on küsur yıl içinde başörtü sebebiyle Meclis’te milletvekili yuhalamaktan, başörtülü milletvekillerine saygıda kusur etmeme noktasına gelindi.

1990’lı yılların Türkiye’siyle kıyaslandığında bugün gelinen noktanın mahalle sakinlerimiz açısından, “Ne kadar şükretsek az” denilmesi gereken çok büyük bir normalleşme imkânı olduğu şüphesizdi. Ama gelin görün ki köylülükten midir, sonradan görmüşlükten midir yoksa geriye dönük hesaplaşma ve rövanş alma hırsına yenik düştüğümüzden midir bilinmez, bizim mahalleli bu büyük imkânın kadrini pek bilemedi.

Ötekileştirilmeden yaşama imkânının şükrünü hakkıyla ifa söz konusu olduğunda, bize yakışan tutum, “Bir topluma duyduğunuz öfke ve kızgınlık sizi adaletsiz (dengesiz, savruk, şımarık) davranmaya sevk etmesin” (Mâide 5/2) mealindeki ilâhî ferman mucibince, hayat felsefesi ve dünya görüşü ne olursa olsun, toplumsal dokuyu oluşturan tüm farklı kesimlerle beşerî hukukta adalet, insaf, iz’an, şefkat, kerem gibi değerleri mutlak hâkim kılma bilincine göre davranmaktı. Ne var ki bu ahlâkî değerler ve erdemler maalesef temel dinî kitapların satırlarında ya da vaizlerin dudaklarında kaldı.

***

Bizim mahalleli, hele de şu Ramazan’ın manevi ikliminde Müslüman kişinin her şeyden çok adalet duygusuna sahip olması gerektiğine dair sayısız vaaz ve nasihat dinliyor, ama sonuçta adeta “kulûbünâ ğulf” (idrakimiz kapalı) dercesine bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor. Belli ki mahallenin durumdan vazife çıkarmayı marifet bilen bir işgüzar kesimi, “Cümle âleme nizam/ayar verme sırası artık bizde…” diyerek, hayata bizim pencereden bakmayan ve bizim gibi yaşamayan insanları taciz edip bunaltmayı, hatta herkesi kendimize benzetmeye çalışmayı ulvi bir vecibe addediyor. Bu yüzden de şımarık bir tarzda, Cihangir’de millete Ramazan dayağı atmayı cihad, mezuniyet töreninde kep fırlatmak yerine sarık sarmayı has Müslümanlık, karma eğitimi sonlandırmayı müttakilik zannediyor. Bu arada mührün sahibine göre pozisyon almayı marifet bilen hikmet-i hükümetçi medya organları ise bir kez olsun, “Burada bir hata var” dememeye yemin etmişçesine iğrenç bir yalakalık tablosu sergiliyor.

***

Öte yandan, ülke sathında ne kadar çok imam-hatip ve ilahiyat fakültesi açılır ve ne kadar çok tefsir-hadis metni okunursa, genç nesiller o kadar çok dindar olur diye vehmediliyor. Ancak hem dindar nesil meselesinin, hem de bu konuda tutturulmak istenen hedefin kemiyetten öte keyfiyetle ilgili olduğu bilinmesine rağmen her nedense bütün işler kemiyet hesabı üzerinden yürütülüyor.

Lakin idealler ile gerçekler birbiriyle hiç örtüşmüyor. Dahası, ulusal ölçekli televizyon kanallarındaki her iki programdan biri neredeyse dinî içerikli olmasına rağmen, ne ülke sathında ahlâkî gelişmişlik emareleri görünüyor, ne de istatistikler adam öldürme, aile içi şiddet, boşanma gibi sorunlarda düşüş trendine işaret ediyor; aksine toplumsal yapının hemen her katmanından ciddi yozlaşma sinyalleri geliyor. Hal böyleyken, hemen her Allah’ın günü yeni bir dinî grup peyda oluyor ve her bir grup kendini din adına kahramanlık tulûatlarıyla pazarlamaya çalışıyor.

Sözgelimi bir grup, “Biz dinî kolluk kuvveti olarak sapkın İlahiyatçı avlıyor ve Kur’an müdafaası yapıyoruz” naraları atıyor; bir diğeri “Paralelden boşalan yerlerin ihalesini bize verin” diye yanıp yakılıyor; bir diğeri Ehl-i Sünnet konsorsiyumu görüntüsüyle bütün ülkeyi şehir şehir dolaşarak seksen milyonun itikadını sözde tadille uğraşıyor vs… Ancak sonuçta bütün bunlar olup biterken, hem mahkemenin kadıya mülk olmadığı, hem kurb-i sultanın ateş-i sûzân olduğu, hem de ülkenin yüzde ellilik diğer yarısında biriken öfkenin keser sap döndüğü zaman beriki yüzde ellinin üzerine boca edilmesiyle yeniden ne büyük trajediler yaşanacağı maalesef pek hesap edilmiyor. Uzun lafın kısası, bütün bir ülke olarak tüm enerjimiz, birikimimiz ve ömür sermayemiz, keser sap ve hesap döndükçe yüzde ellilik kesimin diğer yüzde ellilik kesimden intikam alma hırsıyla heba olup gidiyor.