Politika

İlker Başbuğ: Kıbrıs'ta garantörlük hakkı korunmalı; Sırpların Müslümana yaptığı katliamın benzeri yaşanabilir!

"Cenevre'de nelerin tam olarak görüşüleceğini net biçimde bilmiyoruz"

09 Ocak 2017 09:08

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bugün İsviçre'nin Cenevre kentinde başlayacak Kıbrıs görüşmeleri hakkında Garanti ve İttifak Antlaşmaları'nın BM Barış Gücü'nün sağlayacağı garantilere güvenerek, bırakın lafzını, noktasına ve virgülüne dokunmak bile, 1992-1995 yılları arasında Sırpların Müslüman Bosnalılara karşı yaptığı saldırı ve katliamların benzerinin, Kıbrıs'ta yaşanmasına neden olabilecek gelişmelere zemin hazırlayıp imkân yaratabilir! 

Uğur Dündar'ın Sözcü gazetesinin bugünkü (9 Ocak 2017) nüshasında yayımlanan 'İlerisini göremeyenler için tarih acımasızdır!' başlıklı yazısı şöyle:

Başbuğ Paşa, “Kıbrıs'ta çözüm; mutlak iki egemen halka ve devlete dayandırılmalıdır. Hesapsız atılan adımlar büyük zarar verebilir” dedi

Sevgili okurlarım,

Bugün İsviçre'nin Cenevre kentinde Kıbrıs'ın geleceğini belirleyecek tarihi görüşmeler başlıyor. Bugün ve yarın ikili görüşmelerin yapılması, 12 Ocak'ta ise “Kıbrıs Konferansı” adı altında Türkiye'nin de katılacağı beşli görüşmelerin olması bekleniyor.

Bu bağlamda, 5 Ocak 2017 günü İstanbul'da “Kıbrıs'ta son sözü kim söyleyecek” konulu bir panel düzenlendi. Konuşmacılardan biri de 26. Genelkurmay Başkanı, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ idi.

Şimdi okuyacağınız röportajımıza, Sayın Başbuğ'a “Paneldeki konuşmanızda ‘Diplomaside hatanın telafisi yoktur, sıkıştığınız zaman Atatürk'e başvurun' dediniz. Bu sözlerinizi biraz açar mısınız” sorusunu yönelterek başladım.

Atatürk'ün sözleri…

İLKER BAŞBUĞ: 1936 yılına gelindiğinde Türkiye, “Boğazlar Sözleşmesi”nde değişiklik yapılmasını gündeme getirmeye karar verir. Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras bir gün konuyu Atatürk'e açar ve emirlerini almak ister.

Atatürk kısa bir süre düşündükten sonra, kendisine şunları söyler:

“Biz böyle bir adım attıktan sonra bir daha geri dönemeyiz. Bu yüzden de çok daha acı akıbetler de doğabilir. Millet o vakit senin kafanı koparır. Fakat, faydası olmaz! Git, tekrar düşün. En küçük tereddüdün varsa bu teşebbüsten bir daha bana bahsetme!”

Atatürk'ün bu sözleri uluslararası ilişkiler için derslerle dolu. Bu dersler bugün için de geçerli…

“Bedelleri ağır olur”

UĞUR DÜNDAR: Sizce, alınması gereken dersler neler olmalı?

İLKER BAŞBUĞ: Birincisi ve en önemlisi, uluslararası alanda ciddi bir konuda adım atmadan önce her şeyi çok detaylı ve iyi şekilde değerlendirmek zorundasınız. Hesapsız olarak atılan adımlardan hem geri çekilmek oldukça zordur, hem de bu geri adımlar ülkeye büyük zararlar verebilir. İkinci önemli nokta ise; uluslararası ilişkilerde atılacak adımların zamanlamasıyla ilgilidir. Zamanlamada doğru anı yakalamak zorundasınız. Üçüncüsüne gelince; uluslararası ilişkilerde yapılan hatalar başlangıçta hemen fark edilemez. Bu hatalar yıllar sonra ortaya çıkar ve bedelleri de ağır olur. Bugün Atatürk'ün 1936'da söylediklerinin, özellikle uluslararası ilişkilerde ne kadar değerli, yol gösterici ve geçerli olduğunu çok daha iyi anlayabiliyoruz. Sözleri, bütün uluslararası sorunlarımız için; özellikle komşularımız Irak, Suriye, Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs ile olan sorunlarımız için de geçerliliğini korumaktadır. Zaten Atatürk'ü eşsiz ve ölümsüz kılan özelliği de bu değil mi?..

“Gerçekleri görmüyorlar”

UĞUR DÜNDAR: Kıbrıs'taki gelişmelerle ilgili sorularımıza Osmanlı İmparatorluğu'nun Kıbıs'ı nasıl kaybettiğiyle başlayalım.

İLKER BAŞBUĞ: 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında, Ruslar Yeşilköy'e kadar geldi. Padişah II. Abdülhamit çaresiz kalınca İngiltere'den yardım istedi. İngiltere'nin duruma müdahalesi neticesinde 3 Mayıs 1878'de Ruslarla Yeşilköy Antlaşması yapıldı. Elbette bunun bir bedeli olacaktı. Çok geçmeden 30 Mayıs 1878'de İngiltere, Osmanlı İmparatorluğundan, askeri ve stratejik amaçla kullanmak üzere Kıbrıs'ı istedi. Görünürde, Ada Osmanlı devletine ait olmaya devam edecekti. Ancak kısa süre sonra İngiliz askeri adaya ayak bastı. İşte bu “ayak basış” sonun başlangıcı oldu!..

Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya'nın yanında Birinci Dünya Harbi'ne girmesinden birkaç gün sonra; İngiltere, Kıbrıs'ı tek taraflı olarak ilhak etti.

Bunun karşısında, Osmanlı Devleti sadece protesto etmekle yetindi!

İngiliz askerinin Kıbrıs'a çıkmasından hemen sonra, İstanbul'daki İngiltere Büyükelçisi'nin, Ağustos 1878'de Londra'ya gönderdiği rapor da ibretlik örneğidir.

Büyükelçi raporunda şunları yazmıştı:

“Rumlar, Türkleri her şeyden yoksun bırakmak ve Ada'dan kovmak gayesiyle büyük çaba harcayacaklardır. Bütün Kıbrıs topraklarını elde etmek için her türlü sahtekarlığı yapacaklar ve böylece Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyeceklerdir!..”

“Büyük Yunanistan” (Megola Idea) hayali 1897'de Viyana'da Papaz Rigos Fareos tarafından dile getirildi. Bugün; İngiliz Büyükelçisi'nin 1878'de söylediği sözler de geçerliliğini korumaktadır.

Ama ne yazık ki bazıları bu gerçekleri görmekte ve kabul etmekte zorlanmaktadır!

Onlara bir sözümüz olur:

“Tarih, ilerisini göremeyenler için çok acımasızdır!..”

UĞUR DÜNDAR: Bugünden itibaren 3 gün süreyle Cenevre'de yapılacak Kıbrıs görüşmelerine nasıl bakıyorsunuz?

İLKER BAŞBUĞ: KKTC'nin ilk Cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı Rauf Denktaş; 15 Nisan 2004 günü TBMM'de yaptığı tarihi konuşmasında şunları da söylemişti:

“Rum'un siyasi emelinden ve hedefinden vazgeçmediğini gören bir kişi olarak, geleceğe temkinli yaklaşanlardanım… Kıbrıs meselesi doğru, gerçekçi bir teşhisle, gerçekler dikkate alınarak halledilir. Bu gerçekler; Kıbrıs'ta iki halkın iki devletin varlığıdır. İki kesimliliğin güçlendirilmesidir. Türk-Yunan dengesidir. Fiili ve etkin garantilerin devamıdır. Adil ve kalıcı bir barışla yeni ortaklıktır…”

“Kamuoyundan gizleniyor”

UĞUR DÜNDAR: Büyük devlet adamı Rauf Denktaş'ın çizdiği bu adil ve kalıcı barışın genel parametrelerini, bugün ileri sürülen görüş ve öneriler karşısında nasıl değerlendirirsiniz?

İLKER BAŞBUĞ: İlk önce şunu söylemeliyiz. Cenevre'de nelerin tam olarak görüşüleceğini ve bunlarla ilgili Türk tarafının görüş ve önerilerini net biçimde bilmiyoruz. Sadece, basına yansıyan bazı açıklamalar var.

Böylesine önemli bir konuda bu noktada oluşumuz üzücü ve düşündürücü! Konu; maalesef kamuoyunun ne gündemine getiriliyor, ne de tartışmalara konu yapılıyor. Annan Planı sürecini yani 2004'ün başlarını hatırlarsanız, bugün ile o gün arasındaki uçurumun ne kadar büyük olduğunu görürsünüz.

Kıbrıs konusunda Türkiye'nin güvenliği de söz konusudur

UĞUR DÜNDAR: Adil ve kalıcı bir çözüm için zorunlu olan parametrelerde, bugün gelinen noktada tehlikeli gelişmelerin olduğu anlaşılıyor. Bu konuda son sözlerinizi, son uyarılarınızı alabilir miyim?

İLKER BAŞBUĞ: Kıbrıslı Türklerin güvenliği, refahı elbette Türkiye'nin sorumluluğudur. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Ancak, Kıbrıs'ın bütünüyle, Türkiye'ye muhasım bir gücün kontrolüne geçmesi, Türkiye'nin Anadolu'ya hapsedilmesi, denizlere açık bir ülke olmasının engellenmesi demektir.

Ayrıca; Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerinin korunması, hele Ege'de yaşanan sorunlar da dikkate alındığında, Türkiye açısından hayatidir. Türkiye'nin güvenliğiyle ilişkisini, Türkiye'nin sadece Kıbrıs'a olan mesafesi ile açıklamaya çalışan yüzeysel değerlendirmeler, bu gerçekleri görmeyenlere aittir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kıbrıs konusu sadece Kıbrıslı Türklerin bir meselesi değildir. Burada, Türkiye'nin de güvenliği ve menfaatleri de söz konusudur.

"Garqanti ve ittifak antlaşması virgülüne kadar korunmalıdır"

İLKER BAŞBUĞ: Adil ve kalıcı barışın parametrelerine gelince, şunların hayati olduğunu söyleyebiliriz: KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'nın medyaya yansıyan açıklamalarında; “Garanti ve İttifak Antlaşmalarını” kast ederek; “sıfır asker sıfır garanti” ve “noktası virgülü değişmez, olduğu gibi devam eder” gibi düşüncelerin yanlış olduğunu söylemesi, doğru olmamıştır. Birincisi; Garanti ve İttifak Antlaşmaları üç garantör devletin yetki ve sorumluluğuna ait bir konudur.

İkincisi; Garanti ve İttifak Antlaşmaları dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Rauf Denktaş'ın büyük mücadeleler sonucunda kazandıkları tarihi bir başarının, tarihi bir belgesidir. Bu tarihi belgelerin, BM Barış Gücü'nün sağlayacağı garantilere güvenerek, bırakın lafzını, noktasına ve virgülüne dokunmak bile, 1992-1995 yılları arasında Sırpların Müslüman Bosnalılara karşı yaptığı saldırı ve katliamların benzerinin, Kıbrıs'ta yaşanmasına neden olabilecek gelişmelere zemin hazırlayıp imkân yaratabilir! Dolayısıyla, Garanti ve İttifak Antlaşmaları olduğu gibi korunmalıdır.

İki kesimliliğin korunması ve güçlendirilmesi:

KKTC topraklarında ikamet hakkı alacak 44.000 Kıbrıslı Rum'a ilaveten, iş kurma ve kalma hakkı çerçevesinde sınırsız sayıda Kıbrıslı Rum'un Kuzeye gelmesi, tek kelimeyle iki kesimliliğin Kıbrıslı Türklere sağladığı SARİH nüfus çoğunluğunu dinamitler!.. Toplu takas ve tazminata karşılık, ferdi (bireysel) mülkiyete dönüşün kabul edilmesi de, SARİH mal çoğunluğunun kaybına yol açar. Bu iki uygulama, iki kesimliliği ortadan kaldırır. İki kesimliliğin kalkması ise; 1963 yıllarına geri dönülmesi demektir!..

Dikkat edilmesi gereken diğer hususlar:

Çözüm, mutlaka iki eşit egemen halka ve devlete dayandırılmalıdır. Türkiye'nin, bir gün AB'ne tam üye olabileceğine ilişkin ümitler ve beklentiler, bugün neredeyse çok düşük seviyededir. Bu nedenle; KKTC'yi korumak için AB Müktesebatı'nda yapılacak geçici istisnalar, AB birincil hukuku haline dönüştürülmelidir. Toprak ve güvenlik konuları birbirinden ayrılamaz, bir bütündür. Güvenlik, Garanti ve İttifak Antlaşmaları üzerinde mutabakat sağlanmadan 11 Ocak'ta tarafların toprak ve harita düzenlemelerini açıklaması büyük hata olur!


Kıbrıs görüşmleri sırasında yaşananlar