Medya

“İlhan Selçuk’un penceresini kapatmaları imkansız”

“Bugün yaşasa ve o pencereden baksa nasıl bir Türkiye görecekti?”

21 Haziran 2017 12:47

Hukukçu Nevzat Helvacı, geçen günlerde ölümünün yedinci yıldönümünde anılan gazeteci İlhan Selçuk’u yazdı. Selçuk’un ‘yaşasaydı acaba ülkeye ve dünyaya Cumhuriyet’teki Pencere’sinden mi yoksa Silivri Cezaevi’nin penceresinden mi bakacağı’ sorusunu soran Helvacı, “Şunu biliyorum: İlhan Selçuk’un “düşünce penceresini” kapatmaları olanaksızdır. Geçmişte tüm baskılara, işkencelere, soruşturma ve davalara karşın bunu başaramadılar. O, her koşulda devrimci tutumunu ve ilkeli tavrını koruyabildi. Hatta Ziverbey Köşkü’nde, ağır işkence altında olmasına karşın el yazısıyla yazdığı savunmasında, akrostiş yoluyla işkence altında olduğunu kayda geçirmeyi başardı ” dedi.

Helvacı’nın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (21 Haziran 2017) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

İlhan Selçuk, Türkiye’de Aydınlanma devrimine önemli katkılar yapmış gerçek bir aydın ve yetkin bir düşün insanıydı. Zengin bir bilgi birikimi vardı ve bu sayede ülke sorunlarını doğru değerlendiriyor ve tutarlı çözüm önerileri üretiyordu. Geçen yıl İlhan Selçuk’u anmak için yazdığım yazıda şöyle demiştim: “İlhan Selçuk’u, Cumhuriyet’te açtığı ‘Pencere’den tanıdım. O Pencere aydınlığa açılıyordu. Oradan bakınca ulusal bağımsızlığın önemini, laik Cumhuriyetin toplumumuza kattığı değerleri, ulaşılması gereken hedeflerden birinin demokrasi olduğunu öğrendik. Bilimsel yaklaşımın ve düşünsel tutarlılığın ne olduğunu anlamak, yurtseverliğin erdemini görmek için o Pencere’den bakmak yol göstericiydi. O Pencere bir açıköğretim üniversitesi gibiydi. Emeğin değerini, sosyal dayanışmayı, örgütlü savaşımın önemini en yalın biçimde anlatan ve topluma bilinç taşıyan bir halk kürsüsüydü o Pencere.”

Nasıl bir Türkiye?

Şimdi düşünüyorum: İlhan Selçuk bugün yaşasa ve o pencereden baksa nasıl bir Türkiye görecekti? Sonra günümüzde yaşananlara bakarak aklıma şu geliyor: Yaşasaydı acaba ülkeye ve dünyaya Cumhuriyet’teki Pencere’sinden mi yoksa Silivri Cezaevi’nin penceresinden mi bakıyor olurdu? Salt gazetecilik etkinliklerinden ötürü 12 Cumhuriyet çalışanı içeride olunca, ister istemez insanın aklına böyle sorular geliyor. Gerçi o cezaevinde tutukluların dışarıya doğrudan bakabileceği bir pencere var mı, onu da bilemiyorum. Ama şunu biliyorum: İlhan Selçuk’un “düşünce penceresini” kapatmaları olanaksızdır. Geçmişte tüm baskılara, işkencelere, soruşturma ve davalara karşın bunu başaramadılar. O, her koşulda devrimci tutumunu ve ilkeli tavrını koruyabildi. Hatta Ziverbey Köşkü’nde, ağır işkence altında olmasına karşın el yazısıyla yazdığı savunmasında, akrostiş yoluyla işkence altında olduğunu kayda geçirmeyi başardı. Ama biz yaşı nedeniyle tutuklanmaktan kurtulduğunu varsayalım ve Cumhuriyet’teki Pencere’si açık olsun. O Pencere’den iyi şeyler görmesi olası mı?

Sıfır demokrasi

İlk göreceği şey, yıllarca savaşımını verdiği demokrasiden hiçbir izin kalmadığı olacaktır. Sonucu tartışmalı bir halkoylamasıyla kurulan, tüm denge ve denetleme düzeneklerinden yoksun totaliter bir tek adam rejiminin demokrasi diye adlandırılması elbette olanaklı değil. Demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarından birisi erkler ayrılığıdır. Yeni düzenlemeyle yetkileri daraltılmış, kanun hükmünde kararnamelerle yasama etkinliği sınırlandırılmış bir Meclis, yine bu düzenleme ve uygulamalarla siyasal iktidarın güdümüne sokulmuş bir yargı organıyla erkler ayrılığı yaşama geçirilebilir mi?

Ufukta ışık yok

Ülke OHAL kararnameleriyle yönetiliyor. Yargı organı bu yönetimin işlemlerini denetlemekten kaçınıyor. “Milli irade” sözünü ağızlarından düşürmeyenler, o iradenin bir parçası olan milletvekillerinin tutuklanmasında sakınca görmüyor, yolunu açıyorlar. Dünyada en çok gazeteci tutuklayan ülkeyiz. Açığa alınan, işinden atılan akademisyen, öğretmen, yargıç ve öbür kamu görevlilerinin sayıları on binlerle ifade ediliyor. Bunların büyük bölümü açlık ve sefalete terk edilmiş durumda. Açlık grevinde olanlara çözüm olarak tutuklama öngörülüyor. Cezaevleri zindancılık anlayışıyla yönetiliyor. İnsan hakları ihlalleri ve işkence olaylarında artışlar gözlemleniyor. Dış politika çıkmazda, Avrupa Birliği ve komşularımızla ilişkiler çekişmeye dönüştü. Burada dile getiremediğimiz çok sayıda sorunla birlikte yaşıyoruz. Kimi deneyimli politikacılar ufukta ışık görünmediğinden yakınıyor.

İnsanın devrimi

İlhan Selçuk, konuşmacı olarak katıldığı kimi toplantılarda, ilkel insanın iki ayağı üstüne doğrulmuş olmasını “devrim” olarak nitelendiriyordu. Buna yazılarında da değindi. İki ayağı üstüne kalkan insanın elleri, yürüme işlevine katılmaktan kurtuluyor, başka amaçlarla kullanılmasına olanak sağlıyordu. O ellerle “alet” üretilebiliyor, üretilenler kullanılabiliyordu. Alet kullanma, uygarlaşmanın başlangıcıdır. O ilkel insan bu sayede birçok sorununa çözüm buldu. İlkellikten kurtulmuş insan da, yukarıda sözünü ettiğimiz sorunlara bir çözüm bulacaktır. Bu noktada İlhan Selçuk gibi bilge insanlara gereksinim vardır.

Saygıyla anıyoruz

Bir noktaya daha değinmekte yarar var. Demokrasi savaşımı verenler arasında bir umut kırıklığı yaşandığı görülüyor. Umudu yitirmek, yenilgiyi kabul etmek ve giderek teslim olmak gibi bir sonuca yol açar. Bu toplum, eski deyimle çok büyük badirelerle karşılaştı ve sonunda bir biçimde onu aşmayı başardı. Bugünün sorunları da er geç çözüme kavuşacak, demokrasi egemen olacaktır. Bundan hiç kuşkum yok. Yaşamını, demokrasi ve özgürlük savaşımına adamış büyük yazar İlhan Selçuk’u saygı ile anıyorum.