Kültür-Sanat

"Hepimiz bir gün çalışmamak için deli gibi çalışıyoruz"

Birol Güven, yeni çıkan The School of Mandıra Filozofu isimli kitabını anlattı

20 Ağustos 2016 12:39

'Mandıra Filozofu' filminin hem yapımcılığını hem de senaryosunu kaleme alan yazar Birol Güven, yeni çıkan kitabı ‘The School of Mandıra Filozofu’ hakkında "'Şunu yapayım, sonra emekli olup balık tutacağım' diyoruz. Yani hepimiz, bir gün çalışmamak için deli gibi çalışıyoruz! Ben de kitapta okuru eğlenceli bir şekilde ölümle yüzleştirerek hayatın bir bilançosunu çıkartıyorum" dedi. 

Birol Güven'in Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:

Uzun zaman oldu görüşmeyeli... Arada filmler, diziler yaptın, oyunların oynandı, kitaplar yazdın... 10 yıl önceki Birol Güven’le şimdiki arasında ne fark var?

- Büyüdüm.

Nasıl yani?

-Öyle işte! Eski ben değilim artık. Bugüne kadar içinde bulunduğumuz hayatı, bu dünyayı gereğinden fazla ciddiye almışım. Oysa, Google Earth’ten bakınca dünyaya, o kadar küçük kalıyor ki her şey! Sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, küslüklerimiz. Milyarlarca canlının içinde kısacık ömrümüzle okyanusta bir damla bile değiliz. Yani kafaya taktığımız şeyler büyük resme bakınca, küçücük ve çok anlamsız.

Ne güzel koydun meseleyi. Peki kendini ne kadar büyümüş hissediyorsun?

-Epey. Pek çok kelimeyi çıkardım mesela hayatımdan: Kin, nefret, kızgınlık, kıskançlık, intikam. Bir kere, kimseye nefret duyacak kadar önem vermemeyi öğrendim. Hayatın bu anlamsız detaylarından uzaklaştıkça daha özgür hissetmeye başladım kendimi. Ama tabii ukalalık etmeyeyim, hâlâ gidilecek çok yolum var. Tam özgür değilim henüz, şimdilik ‘denetimli serbestlik’ diyelim!

'The he School of Mandıra Filozofu’yla ortalığı dağıtmaya hazırlanıyorsun...

-(Gülüyor) Yok, daha çok dağılan ortalığı toparlamak istiyorum!

Bu kitap ne anlatıyor?

-Son yıllarda modern hayatı kafaya taktım biraz. O, tıpkı elinde gazoz bulunan bir Nuri Alço gibi, pis pis sırıtarak, “Sen daha iyi şeylere layıksın!” diyerek geliyor üstümüze. Yetinmememizi, daha çok talep etmemizi istiyor. “İnsan, isterse her şeyi başarır!“ diye gaza getiriyor bizi. İşte ‘The School of Mandıra Filozofu’, modern dünyanın bu ataklarıyla nasıl başa çıkabileceğimizi anlatıyor. Bu kitabı, hava tahminlerine benzetebilirsin. Hava tahminleri bize yaklaşmakta olan fırtınayı haber verir ama onu önleyemez. Sadece bizim o fırtınadan korunmamıza yardımcı olur. Bu kitap da, modern dünyanın bize yapmakta olduğu fenalıklar konusunda bizi bilgilendiriyor, uyarıyor, farkındalık yaratıyor.

 

Ertelediğimiz her şeyi daha ne kadar erteleyebileceğiz?

 

Mandıra Filozofu’nun temelinde yatan şey ne?

- Sınırlı yaşam süremizde erteleyip durduğumuz her şey. İleride bir gün karşımıza çıkacak mutluluğun peşinde koşuyoruz. Mutluluğun, yolculukta değil de, varacağımız yerde olduğuna inanıyoruz ve o yere varamadan göçüp gidiyoruz. Steve Jobs bile tüm hayatı boyunca sadece dört tane i-Phone görmüşken, biz daha kaç i-Phone görebileceğimizi sanıyoruz ya da daha kaç dünya kupası? Yaz tatilinde geçirebileceğimiz daha kaç günümüz var? Daha kaç doğum günü pastası üfleyebileceğiz? Ertelediğimiz her şeyi daha ne kadar erteleyebileceğiz? İşte bu kitabı da, Mandıra Filozofu filmlerini de bu düşüncelerle yazdım.

Neden karşısın modern hayata?

- Çünkü büyük bir koşturmaca içinde sadece tüketmemizi istiyor bizden. Ölmeyecek gibi yaşamamızı ve sürekli bir gelecek endişesi yaratarak devamlı biriktirmemizi istiyor. Stoklayalım diye derin dondurucular satıyor bize. Oysa derin dondurucular, açgözlülüğümüzün en büyük göstergesi. Balıkların bile tükenme nedeni. Ucuz balık stoklayacağız diye pahalı derin dondurucular satıyor bize. Hastanelerde hasta değiliz artık, müşteriyiz! Okullarda da öğrenci değilliz. Okul yönetimin ilk hedefi, müşteri mutluluğu! Ne öğretmen memnun bu durumdan ne öğrenci. Modern hayat, hep en başarılı, en güçlü, en zengin olmamızı istiyor bizden. “İnsan isterse her şeyi başarır!” diyor. Yoruyor bizi, buramıza kadar geliyor ve biz hep birlikte Serdar Ortaç’ın şu harika sözlerini haykırmak zorunda kalıyoruz: “Hayaaaaaaaattt beni neden yoruyooooosuuuun??!!”

Peki senin formülün ne?

-Yok ki. Akışına bıraktım ben kendimi. Plansız, programsız, randevusuz , rezervasyonsuz, saatsiz, ikna etmek ve karar vermek zorunda olmadığım, kaprissiz, stressiz bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Hayatımda, bundan sonra her ne olacaksa raslantısal olsun. Tesadüfen görüşelim, sürprizli karşılaşmalar yaşayalım, hep birlikte şaşıralım şaşırabildiğimiz kadar.

 

Konforluyuz ama yalnızız

 

- Eskiden bir sobanın etrafında toplanır hep beraber tek kanalımızı seyrederdik. Şimdi kaloriferli evlerimizde, hepimiz ayrı odalarda farklı televizyonlarımızla, farklı kanalları izliyoruz. Konforluyuz ama yalnızız! Biga-Bergama-İzmir rotasından beyaz bulutları seyrederek, 55 dakikada uçuyoruz Bodrum’a ama ne Ezine’den peynir alabiliyoruz ne de Şeytan Sofrası’nda güneşi batırabiliyoruz. Ne Kordon’da balık yiyebiliyoruz ne de Ortaklar’da çöp şiş. Çok hızlandık ama o kadar çok şey yapmamaya başladık ki! Bir yere seyehat etmeden önce internete girip, oraların tüm fotoğraflarına bakıyoruz. Rezervasyon yaptırdığımız otelde 360 derece sanal tur yapıp, kalacağımız odada karşılaşacağımız havluların yerini bile görüyoruz. Daha gitmeden o kadar çok şey biliyoruz ki, gitmeden gitmiş kadar oluyoruz! Görünce hiç şaşırmıyoruz artık. Görüntülü konuşmalar çıktı çıkalı özlemlerimiz de bitti. Kimsenin şaşırmadığı, özlemediği sürprizsiz bir yaşam bu ama ne yalan söyleyelim konforlu! 12 ay boyunca domates de yiyebiliyoruz, çilek de. Hiçbir şey burnumuzda tütmüyor artık. Galiba biz, bundan sonra sadece özlemeyi özleyeceğiz...

 

"Bir gün kalktım, birçok şeye sahip olduğumu ama özgür olmadığımı gördüm!"

 

Nereden esti yazmak?

-Kollektif sanatlardan sıkıldım artık! Tek başıma bir şeyler yapmak istiyorum. Film ya da dizi yapmak için o kadar çok kişiyi ikna etmek zorundasın ki; oyuncular, yönetmen, kameraman, teknik ekip, yayıncı, dağıtımcı, reklamcı, salon sahipleri. Ama kitap öyle değil. Sınırsız bir özgürlük alanı! Yazdıklarını basacak değerde bulan bir yayınevi bulamasan bile, intertte yayınlayabiliyorsun.

Modern hayatın bize yaptığı fenalıkları nasıl fark ettin peki?

-Bir gün kalktım, birçok şeye sahip olduğumu ama özgür olmadığımı gördüm! Ve önce Mandıra Filozofu filmlerini sonra da bu kitabı yazdım. Sürdürülebilir başarı, sürdürülebilir üretim, sürdürülebilir mutluluk, her şey sürdürülebilir olmalı. Ama modern hayatta hiçbir şeyin sonu yok. Başarılı olman yetmiyor, sürekli başarılı olmak zorundasın. Hedefe ulaşınca, yeni hedefler geliyor önüne.

Herkesin durumu bu.

-Aynen öyle! Ve “Ben hiçbir şey yapmak istemiyorum, başarılı da olmak istemiyorum. Bu dünyada bana ayrılan süreyi başarısız bir insan olarak kullanmak istiyorum!” da diyemiyorsun. Sadece ben değil, kimse diyemiyor. Çalışmama özgürlüğün yok. Hiçbir şey yapmadan sadece nefes alıp vermenin bile faturası var! Ev kirası, taşıt kredisi, çocuğun okul parası, servis parası, hayat sigortası, sağlık sigortası, D-Smart, Digitürk, Tivibu aboneliği, evin telefonu, cep telefonu, internet, benzin parası, HGS-OGS hesabı, doğalgaz, elektirk... Mortgage diye bir şey var, ömrün yetmez ödemeye. Of ki ne offff, insan değil, sadece tüketiciyiz artık.

Kitapta bu şahane tespitler var ve okuru ölümle yüzleştiriyorsun...

-Bak şimdi, eğer şanslıysak ortalama 80 yıl yaşıyoruz. Bunun, çocuklukta geçen ilk 15 yılı ve yaşlılıkta sağlık problemleriyle geçen son 15 yılını çıkartırsak, dolu dolu yaşayabileceğimiz 50 yıl kalıyor geriye. Onu da, bitmez tükenmez hedeflere ulaşmak için harcıyoruz. “Şunu şunu yapayım, sonra emekli olup balık tutacağım” diyoruz. Yani hepimiz, bir gün çalışmamak için deli gibi çalışıyoruz!!! Ben de kitapta okuru eğlenceli bir şekilde ölümle yüzleştirerek hayatın bir bilançosunu çıkartıyorum. Okur, “Hayatımın bundan sonrasını nasıl yaşamalıyım?” sorusunun peşine düşüyor. Benim amacım da bu...