Kültür-Sanat

HDP'li Kerestecioğlu, Kemal Güngör ve Bülent Utku için yazdı: Siz bizi yenemezsiniz!

"Hâlâ yok edemediğiniz hayallerimiz var"

09 Aralık 2016 12:42

Filiz Kerestecioğlu*

Yıl 1986, çocukluğumun İstanbul’una avukatlık yapmak üzere geri dönüyorum! Hayat o zamanlar da pek kolay değil, büro açmak zor, iş bulmak zor. Hele ki bizler gibi yok “ceza avukatı olacağım”, yok “kadın haklarını, insan haklarını savunacağım” diyenler için iyice zor! Ama bir şey var ki bugünlerden epeyce farklı; para varsa paylaşılır, büro varsa paylaşılır ve de sorgusuz sualsiz! Gerçi birincisi genelde olmaz ve dolmuş parası olarak paylaşılır, ikincisi de bir hanın bir odası olarak, ama olsun!

Eski bir okul arkadaşıma rastlayarak ve onun adeta kolumdan çekerek götürmesiyle işte o han odasında (genişçeydi hakkını yemeyeyim) avukatlığa Kartal’da başladım. Sıkıyönetim mahkemelerinin son yılları, özgürlük rüzgârlarının özellikle kadınlar üzerinde efil efil estiği yıllar... O adliye senin bu adliye benim dolaşıyorum. Dolaşıyorum ama bir durak var ki Beyoğlu’nda, onu hiç es geçmiyor ve mutlaka ama mutlaka o büroya uğruyorum! Onlar benimle dalga geçiyorlar, “Nereleri gezip de geldin; önce Büyükçekmece, sonra Üsküdar, sonra GOP, sonra...” diyerek dolaştığım adliyeleri soruyorlar...

Onlar Bülent ve Mustafa; sevgili kadim dostlarım. Bana Hacı Abdullah’ta ilk ayva tatlısını yedirip sevdiren, kendilerine Feminist dergisini satmaya gittiğimde bütün hayretlerine rağmen o derginin her sayısını alan dostlarım! Koca İstanbul’da rahmetli babamın sık sık dediği gibi “deli deliyi dakkada...” şeklinde birbirimizi bulduğumuz meslektaşlarım! Yıllar ve yıllarca Cumhuriyet gazetesinin avukatlığını yapan; şu anda, daha birçokları gibi demokrasi ve özgürlük rehineleri kontenjanından Silivri Cezaevi’nde bulunan arkadaşlarım! Avukatlık yapsam ziyaretlerine gidebileceğim, ama vekil olunca ziyareti Bakan’ın iznine bağlanan, o izin de HDP vekili olunca verilmeyen ve ziyaret edemediğim dostlarım!

Bülent Utku; 1995 yılında yaptığımız “Kadınlar Vardır” belgeselinde ilk romancı Fatma Aliye Hanım’ı canlandıran Perihan Savaş’ın kocası rolünü “asla başaramayan” ama yine de “nooolur” ısrarlarımla kırmayarak gelip, oyunculuk bile yapan; kendi bildiğinden en yakınları için bile olsa asla şaşmayan; hukukun çemberinden geçip, kendisi onu çember olarak çevirebilen ve on yıl sonra da olsa verdiği sözü unutmayıp, bir arkadaşımın işkencecilere kaptırdığı İbelo çakmağımı dert edip, bana hem de mor renklisinden İbelo çakmak alan sevgili dostum! Siz onu hapsettiğini sananlar! O biraz zor biliyor musunuz. Bülent’in özgürlük ve dikkafalılık rüzgârları nerede olursa olsun esmeye devam eder...

Mustafa Kemal Güngör; nerede bir hukuk sorum olsa ilk ona sordum. Tanıyanların çok iyi bileceği gibi “ağııır ağıır” cevaplasa da hep o cevap doğruydu! Hangi yakınım için dara düşsem, hukukun geneline en iyi hâkim olup, en gerçekçi analizleri yapan “Mıstık” oldu. Bu “Mıstık” lakabıyla asla uymayan bir boyu posu ve ağır görünüşü olsa da; o bizim için gözleri gülen, dürüstlük abidesi “Mıstık” olarak kalacak hep. Mustafa’yı hapsetmek kolay mı derseniz; inanın insana öyle çok güven verir ki Mustafa, bundan sonra izlemeniz gereken politikaları ona sormaya başlar ve hapsedenler olarak utanırsınız.

Sevgili Selahattin Demirtaş, “Çok yorgunuz” dediğimiz zaman “Eee uçaklar ne güne duruyor arkadaşlar, dinlensenize orada” diyordu. Bir uçak yolculuğu bu yazıyı yazma vesilesi oldu benim için de. Arada bir başkan sözü dinlemek lazım! Uçaklar gerçekten de dinlenme, düşünme, yazma, iç dökme yerleri bizler için...

Uçarken bol bol doğa, yemyeşil alanlar, dağlar ve tabii ki binbir dansıyla bulutlarla ilerliyor insan. Dedim ki kendime; insanoğlu (insankızı yeterince bu dünyaya elini değemediği, rengini veremediği için oğlu kullanılmıştır) bu dünyadan elini çekmeli! Daha fazla çürümeden, kendini de, doğayı da iyice çürütmeden elini çekmeli... Ya da doğayı dinlemeli artık; onun “huzur ver hepimize” diyen sesini! Yoksa doğa ne yapacağını çok iyi biliyor.

Uçağa binmeden önce, Mustafa’nın abisi Cengiz’i arayıp “Sana ne getireyim” diye sordum: “Özgürlük, eşitlik, adalet” dedi. Aslında istediğimiz bu! Dinlememiz gereken ses bu! Özgürlük, eşitlik, adalet. Bütün bedeller bunun için ödeniyor.

Bizler, özgürlük, eşitlik, adalet tutkunları; iyice baktığınızda dibi görünen deniz gibiyiz; berrak, hatta bazen saflık derecesinde şeffaf! Mükemmellik mi? Hayır, asla o manada değil; hatta birbiriyle didişen, tartışan, hatalara düşen, pek çok eksiği, yanlışı olanlarız... Ama sadece şeffaf; ne dediği belli, ne yaptığı belli, ne düşündüğü belli ve zaten onun için hapiste olanlarız! Arkadaşlarım Mustafa ve Bülent de böyle olduğu için hapisteler ama yine çok iyi biliyorum ki özgürler! O kadar masum ve o kadar haklılar ki, işte bir o kadar da özgürler. Aslında biliyor musunuz karanlık erk sahipleri! “Siz bizi yenemezsiniz oğğluum” demek isterim size! Çünkü bizler 12 Eylül’de de, sonrasında da, bugün de birbirimizi anlatınca gülümsüyor ve hatırlıyoruz; yani hafızamız var, yani vicdanımız var, yani hâlâ yok edemediğiniz hayallerimiz var! En mühimi de işte bu; hayaller. Evet hayallerimiz zaman zaman sizin katı ve kötü “gerçeklerinize” tosluyor ama sonunda gerçek olup, tarihe hep onlar geçiyor. İşte bu da size pek fena dert oluyor!


Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır