Gündem

HDP: 2019 değil, mücadele konuşulmalı

"Kadınlar, toplumsal umut dalgası"

16 Ağustos 2017 12:35

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Nadir Yıldırım, "2019 seçimlerini tartışmamız yanlış. Böyle yaparsak referandum sonuçlarını meşrulaştırırız. Referandum meşru değil. Halkın iradesi çalındı. Halkın çalınmış iradesini halkın öncü güçleri geri almalı" dedi. Yıldırım, "HDP olarak 2019’da kim aday, kim değil meselemiz yok. Mücadeleyi tartışmamız lazım. Seçimleri falan tartışamayız. Butün güçler şu anda onu tartışmalı" görüşünü dile getirdi.

Cumhuriyet gazetesinden Yaşar Aydın'ın "Adalet talebi yükselirken muhalefet ne yapacak?" başlıklı, emek mücadelesinin ve siyasi örgütlerin liderleriyle hazırladığı yazı dizisinin üçüncü bölümünde HDP Genel Başkan Yardımcısı Nadir Yıldırım, Nar Kadın Dayanışması Göksu Cengiz, Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber yazdı.

Yaşar Aydın'ın Cumhuriyet gazetesi'nde emek mücadelesinin ve siyasi örgütlerin liderleri ile hazırladığı "Adalet talebi yükselirken muhalafet ne yapacak?" başlıklı yazı dizisinin 3'üncüsü şöyle:

"2019 değil, mücadele konuşulmalı"

Nadir Yıldırım - HDP Genel Başkan Yardımcısı

16 Nisan Referandumu Türkiye’de yeni bir dönem açtı. Bu yeni dönemde yeni bir mücadale planına ihtiyacımız olduğunu gördük. Çok açık söylemek gerekirse Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni tetikleyen de 16 Nisan Referandumu oldu. Erdoğan, 16 Nisan Referandumu’nu 15 Temmuz senaryosunu kendi despotizmini tahkim etmek için bir fırsata dönüştürmek için hamle olarak gördü. 15 Temmuz’u “Allahın lütfü” olarak tanımlaması bu durumla alakalı. Tüm muhalefeti bastırma, kendi diktatörlüğünü tahkim etme sürecini bu tarih itibari ile başlattı. 16 Nisan bunun sonucu olarak gelişti. 15 Temmuz ve ardından gerçekleştirdiği 20 Temmuz sivil darbesini 16 Nisan’la taçlandırmayı hedefledi. İç ittifaklar geliştirdi. Özellikle milliyetçilerle ittifak yaptı. Bu ittifakın en önemli sonuçlarından biri de Erdoğan’ın Bahçeli’nin ideolojik öncülüğünü kabul etmesi oldu. Dincilik ile milliyetçiliğe dayalı tahkim süreci başlattılar. Süreci cüretkârca ilerlettiler. Toplumda umut ve inancı kırmaya yönelik müdahalleri çok yoğun olarak yaptılar. Kürtlere yönelik başlattıkları operasyonu tüm topluma yaydılar. Sadece dinci ve milliyetçi ideoloji ekseninde bir yaşam tarzı ve sistem tahkimine girdiler. Fakat büyük bir özgüvenle girdikleri bir süreç karşısında toplum ders niteliğinde bir yanıt verdi. Faşizme doğru gelişen sistem tahkimi topumdan ret yanıtı aldı. Hayır kazandı. İlk andan itibaren ciddi bir meşruiyet sorunu ile karşılaştı.

16 Nisan’ın bir başka sonucu da tüm baskı ve zorbalığa karşı HDP’nin yok edilemeyeceğinin gösterilmesidir. Zor koşullarda var olma mücadelesi verdik ve halkımız bunu başardı. Fakat bu yetmiyor. Hamle yapmamız lazım.

HDP açısından netleşen bir süreç var. Net olarak belirttik ve dedik ki adım adım tahkim edilmek istenen faşizimdir. İkinci netlik ise Erdoğan-Bahçeli ittifakına herhangi bir taleple gidilmeyeceğidir. Onlarda değişim beklemek en büyük gaflettir. Esas olarak karşımızda bir blok var. Ülkeyi kutuplaştıran bir cephe var. Buna karşı HDP olarak tek başımıza sonuç almamız zor. En geniş demokrasi güçleri ile birlikte antifaşist bir blok ihtiyacı var. Fakat yine referandum sürecinde gördük ki tabanda bunun imkânı olsa bile cephe olgunlaşmış değil. Bunun için 20 Temmuz’da deklarasyon yayımladık. Bu bizim faşizme karşı mücadele programımızdı. En geniş kesimlerle buluşmaya açık, esnek bir program ortaya çıkardık. Küçük adımlarla gelişecek yeni bir politik hamle süreci inşa etmeye çalışıyoruz. Bugün dayanışmayı aşan bir ilişkiye ihtiyaç var. Ortak mücadele pratikleri geliştirmeliyiz. Neredeyse tüm demokratik güçler yaşanan süreci “faşizm, faşizmin tahkim edilmesi” olarak tarif ediyor. Madem ki böyle değerlendirme var, faşizm varsa o zaman yapılacak olan da belli. Faşizme karşı kesintisiz bir mücadele ortaya koymalıyız. Saman alevi gibi yanan pratikler faşizmi durudurmaz. Süreklileşen ve derinleşen bir mücadele ile başarılı olunabilir.

"Halkın çalınan iradesi geri alınmalı"

2019 seçimlerini tartışmamız yanlış. Böyle yaparsak referandum sonuçlarını meşrulaştırırız. Referandum meşru değil. Halkın iradesi çalındı. Halkın çalınmış iradesini halkın öncü güçleri geri almalı. HDP olarak 2019’da kim aday, kim değil meselemiz yok. Mücadeleyi tartışmamız lazım. Seçimleri falan tartışamayız. Butün güçler şu anda onu tartışmalı.

16 Nisan sonuçları, ülkemizde yaşananlar, Ortadoğu’daki gelişmeler, uluslarası gelişmeler doğru bir bir politik mücadele açığa çıkarabilirsek AKP iktidarının sonuna geldiğini gösteriyor. Altlarındaki bütün halılar çekilmiş, ayakları havada duruyor. Bir fiske vurulması gerekiyor. Ekonomik, politik olarak yönetemiyorlar. Ülke, tarihinin en büyük yozlaşmasını, çürümüşlüğünü yaşıyor. Manevi olarak çökmüş bir zihniyeti toplumun yönetme ve iktidarda kalma koşulu artık yok. AKP-Erdoğan ve Bahçeli şahsında dincilik ve milliyetçilik hiçbir zaman bunların döneminde olduğu kadar pespaye olmadı. Bunlara altı ay bile ömür biçmemek lazım. Özel savaş yöntemleriyle piskolojik atmosfer oluşturulmuş. Sanki ilelebet iktidarda kalacaklar. Böyle düşünenler en teslimeyetçi yolu tercih ediyorlar. Bu da nedir “hadi bir sandık gelsin de bunlara günlerini gösterelim.” Bu teslimiyetçi yoldur. Bu kuzuyu kurda teslim etmektir. 16 Nisan’da halkın iradesini bunlara teslim ettik. Gasp ettiler, gasbın önüne geçemedik. Yeni bir teslimiyetçi yol ve yöntem bize kazandırmayacaktır. Seçim ve sandık yoluyla iktidardan gitmeyecekleri bir kurgu oluşturmaya çalışıyorlar. Saddam, Esad örneğinde olduğu gibi. Oralarda da kaç yılda seçim yapıldı. Bunlar da o yoldan gidiyor. Bu sandığa seçime reddetme anlamına gelmiyor. Neticede bir mücadele yöntemidir.

"Çağrımız mücadeleye"

Bilelim ki artık ‘Milletin Meclisi’ kalmadı. Erdoğan’ın meclisi var. Yasa çıkartma fabrikası haline dönüştü. Hiçbir dönem bu kadar anlamsızlaşmadı. Tabii ki Meclis’in geldiği noktayı, orada olup olmamayı değerlendiriyoruz. Bu konuda kararı halkın ve demokrasi güçlerinin vermesine de açığız. Biz o kararın gereğini yaparız. Ekim sonucuna kadar bu tartışmayı hep birlikte yürütmek istiyoruz. Kararı da halkımızla tartışıp öneri ve eleştirileri alarak vereceğiz. Bizim süratle yeni olanaklar yaratmamız lazım. Demokratik muhalefetin oldukça uzun sayılabilcek ortak tarihi var. Bugüne kadar birbirini engelleyen, iten bir anlayışımız olmadı. Ama dayanışmayı da aşan bir noktaya gelemedik. Bunu şimdi aşmamız gerekiyor. Çok fazla da zamanımız yok. Bir kez daha çağrı yapıyoruz. “Buyrun bizi, tüm demokrasi güçlerini bir araya getirin” diyoruz.

***

Toplumsal umut dalgası: Kadınlar

Göksu Cengiz - Nar Kadın Dayanışması

Dünyanın her yerinde kadınların toplumsal hareketliliğinde gözle görülür bir artış var. Kapitalizmin merkezlerinden Ortadoğu’ya kadar hemen her yerden yüzleri güldüren kadın hareketleri ve eylemleri gündemi belirler noktaya geldi. Kadınların neoliberalizmin otoriterleşme eğilimi ve esnek sömürü biçimlerinin doğrudan hedefi olması bu hareketin en önemli sebeplerinden gibi gözüküyor. Bu hareketlenmenin içinde Türkiye bunu da aşan son derece özel bir konuma sahip. AKP’nin İslam devleti projesinin en başından beri dilinden düşürmediği ‘ailenin temel taşı olarak muhafazakâr kadın’ modeli kazanılmış haklara geri dönüşü olmayan saldırılarla sürüyor; bunun karşısındaysa bugün toplumsal muhalefetin en ileri noktalarında buluşan kadın direnişleri açığa çıkıyor. Kürtaj yasasından Gezi’ye, deresine vadisine sahip çıkan kadınlardan zeytinini vermeyen kadınlara ve nihayet referandumda Hayır’ın sesini çoğaltan kadınlardan Adalet Yürüyüşü’ne kadar toplumsal muhalefetin açılma alanlarında öne çıkan hep kadınlar. Bu durumun sebeplerini anlamak kadın hareketini dönüştürücü bir noktaya taşımak için önemli.


‘Yeni devlet’lerine hayır Öncelikle altı çizilmesi gereken, kadın hareketinin bu etkisinin ve dönüştürücülüğünün gücünü ne yapmayarak -ya da hangi sorulara net cevaplar vererek- sağladığı olabilir. AKP’li Oğan’ın ‘yeni bir devlet kuruyoruz’ ilanından sonra AKP, kendisine karşı bir komplo kurulmaya çalışıldığını iddia etti. Oysa Oğan’ın açıklamasındaki ‘yeni bir devlet’i uygulamada açıkça ifade ediyorlar. Bekir Bozdağ’ın şort giyenlere soruşturma açmamayı bir lütuf olarak ifade etmesinin nedeni unutmak istediği ötesinde bize de unutturmak istedikleri: Laiklik! Her şeyi ne dediğini bilmez bir güruhun dil sürçmesi olarak yorumlamamızı isteyenleri de Freud okumaya davet edebiliriz.

Ayrıntıları ve yaratacağı sonuçları incelemek ayrı ve uzun bir yazının konusu olmak üzere müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesi temel olarak Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı. Soyut mu? Modası geçmiş mi? Akla Felsefenin Başlangıç İlkeleri’nde Politzer’in Berkeley’e verdiği otobüs örneğini tavsiye olarak yazmak geliyor birden bire: Ezilmemek için otobüsün varlığını tanımak ve dikkatli olmak zorundayız Sayın Berkeley. Şaka tabii okuma önerilerimiz arasında bu yok. Ama otobüsün içerisinde atılan ‘İslami değerlere uygun tekme’, bu tekmenin sahibinin motive edildiği toplumsallık, bu toplumsallığın İslami kurallar ile şekillenmiş fiili hukuku hayli somut ve hayati! Ve şimdi fiilen işletilen bu İslami hukuk, parça parça yazılı hale getirilmeye çalışılıyor. Soru açık ve net: Laik, İslami düşünceden arındırılmış bir hukuk sistemini savunuyor muyuz? Politik olarak buraya işaret etmeden, burayı savunmadan geleceğimizi, yaşamımızı, haklarımızı savunmamız mümkün mü?

Türkiye’de hali hazırda laik bir medeni kanun var. Elbette kadınların mücadelesi ile bugünkü halini aldı. Bu mücadele bir zemine oturdu, bu zemine modası geçmiş, yüz yıl öncede kalmış muamelesi yapmak, AKP’nin uygulamalarını zaten neoliberalizmin yarattığı muhafazakârlığın olağan sonucu olarak değerlendirerek; değişen bir şey yok buradan laiklik-dindarlık ikilemi kurulamaz iddiasını taşımak kadın hareketini ne yazık ki 2007-2010 aralığındaki etkisiz, muğlak konumuna ve hatta yer yer ideolojik olarak düşmanı olan siyasal İslamcılara onay veren noktaya çekeceğini söylemek ağır olmaz. Neyse ki bugün kadın hareketi bu noktada değil! Tam da bu yüzden etkili ve hareketli!

Lafın kısası gerici ve İslamcı bir devlet kurma hayaline karşıyız ve bugün yaşamsal bir noktaya taşınan laiklik talebiyle sokaktayız. Kendini rejiim muhafızı olarak tanımlayan sokak kabadayılarına karşı buradayız. Yargısıyla, yasasıyla, müftü nikahıyla islamcı rejimini kurumsallaştırmaya çalışan iktidara karşı buradayız. Kadına doğuştan eşitsizlik atfeden ‘fıtrat’a karşı eşitlik ve adalet talebiyle yürüdük, yürüyeceğiz.

Alt alta yazıldığında kadınların toplumsal muhalefette bugün ve ilerleyen günlerde lokomotif görevi görebileceği başlıklar da sadeleşmiş oluyor; laiklik, eşitlik, adalet ve özgürlük. Bugün en karanlık noktalarda umudu taze tutan tüm direnişlerin başlangıç noktası bu talepler. Kadın hareketini bu taleplerin sürükleyici gücü haline getiren birkaç temel sebep var. Birincisi bunlar doğalında kadın mücadelesinin kendi eşitlik, özgürlük, yaşam talebi; ikincisi ve üçünüsü iç içe geçiyor. Yeni rejim ve yeni toplumsallık kendisini kadınların bu taleplerini ve haklarını karşısına alarak kuruluyor. Yaşamlarımız üzerinden yükseliyor fakat tüm toplumu kuşatıyor. Dolayısıyla toplumsal değişim talebinin patlama noktaları ve sivrildiği yerler yeni rejim inşasının kodlarının karşısında konumlandıkça kadın hareketinin temel talepleri ile buluşuyor. Sonuncusu ve belki en önemlisi ise kadınlar mücadele içerisinde itiraz ile kuruculuğu ve dönüştürücülüğü buluşturmayı başarıyorlar. Mahallede, köyde, kampüste yaşam alanlarını savunma amacıyla, hatta sosyal medyada refleks olarak bir araya gelişlerin yarattığı etki ve potansiyel sonrasında kendisini dayanışmanın gücüyle gündelik hayata, dile dokunabilen bir aradalıklara evriltebiliyor.

"Bütün eller buluşmalı"

Hızla ilerleyen yeni rejim kurucularına karşı kendini bir özne olarak var etmeye başlayan kadınların öfkeyle ve her şeye rağmen neşeyle yoğurulan isyanları dönüştürücü bir güce sahip ve toplumsal alandan yasalara ve hatta anayasaya, kazanılmış haklara kadar kuşatan İslamcı gerici bir rejim inşasına karşı bir barikat oluşturma potansiyeli taşıyor.

Açığa çıkan itiraz hattının üretkenliği, kadınların laiklik, eşitlik ve özgürlük taleplerinin meşruluğu ve toplumsal potansiyeli kadın hareketinin dönüştürücü bir güce sahip olduğunu gösteriyor. Peki nasıl? Öfke noktalarında parlayan yaşam hakkına sahip çıkan kadınların elleri daha fazla buluştukça elbette. Bu buluşmaların imkanlarını aramak kadınların direnişinin artık giderek sadeleşen taleplerini hep birlikte savunabilecek bir hatla mümkün.

Coğrafyamızın en karanlık yerinden bugüne sesleniyor Füruğ, biz de ondan esinle söylüyoruz; Ellerimizi dikiyoruz toprağa yeşerecek biliyoruz, biliyoruz.

***

"Adaletin olmadığı yerde sağlık da olmaz!"

Dr. Sezai Berber - Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri

Darbe girişimi ve hemen ardından OHAL ilan edilmesinin üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Türkiye bu dönemde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetilmeye başlandı ve tam bir adaletsizlik, hukuksuzluk ve keyfiyet rejimi hâkim oldu. Sadece kişisel hak ve hürriyetler kısıtlanmakla kalmadı. TBMM’nin yasama yetkisi askıya alındığı gibi, KHK’ler dolayısıyla yargı süreçleri de işletilemez hale getirildi. Adalet Yürüyüşü ile başlayan Vicdan ve Adalet Nöbeti ile devam eden buluşmalar, keyfi olarak devam eden bu sürece, fiilen yaşama geçirilen tek adam rejimine, haksızlıklara, hukuksuzluklara, emekçilerin haklarının gasp edilmesine, halkın barış taleplerinin görmezden gelinmesine, dinci gericiliğin gün geçtikçe arsızlaşarak laikliğe kastedilmesine karşı, milyonların giderek daha geniş zeminde tepkisini göstermesi ve karşı çıkmasıdır. Adalet ve vicdan talebi, milyonların ortaklaştığı çok temel talepler olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun adalete ve vicdana olan ihtiyacının göstergesidir bu ortaklaşan ses. Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak Adalet Yürüyüşü’ne destek verdik ve yürüyüşün bir bölümüne katıldık. Aynı şekilde Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni de destekliyoruz. Adalet ve vicdan talebinin milyonların ortak sesi olması umuttur.

"Mücadele sürecek"

OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016’dan bu yana çıkartılan 11 KHK ile 111 bin 240 kamu çalışanı ihraç edildi. Bu dönemde ihraç edilen hekim sayısı Sağlık Bakanlığı’ndan 1960, tıp fakültelerinden 1355 olmak üzere toplam 3315’i buldu. İhraç edilenler arasında TTB ve Tabip Odası yöneticisi, üyesi çok sayıda arkadaşımız bulunuyor. Bu keyfi, haksız, hukuksuz, adaletsiz ve vicdansız süreçten TTB ve Tabip Odaları olarak bizler de nasibimizi almış durumdayız.

Hekimlerin haksız ve hukuksuz bir biçimde görevlerinden ihraç edilmeleri ne OHAL ne de darbe girişimi ile ilişkilendirilebilir. Üyelerimiz ve yöneticilerimiz olan hekimler Türkiye’de iyi hekimlik değerlerini savundukları, akademik özgürlük, emek, barış ve demokrasi mücadelesi verdikleri için hedef seçilmişlerdir. Hükümet politikalarını eleştiren tüm muhalif kesimler hedef seçilmiş durumdadır. Çok sayıda hekim ve sağlık çalışanının ihraç edilmesi sağlık hizmetlerini aksatmış ve vatandaşları da zor durumda bırakmıştır. Bu ihraçları, sağlık alanında yedek işsizler ordusu yaratmıştır. Kamudan ihraç edilmenin ardından ortaya çıkan iş bulma sorunu, hekimleri/sağlık emekçilerini özel sağlık sektöründe cari ücretlerin altında çalışmak zorunda bırakmakta ve bu alanda ciddi oranda bir emek sömürüsü yaşanmaktadır. Yıllardır eşit, ücretsiz, ulaşılabilir sağlık hizmeti, sağlık çalışanlarının sömürülmediği ve emeklerinin karşılığını alabildiği, nitelikli bir sağlık ortamı talebiyle yürüttüğümüz mücadelemize, haksız hukuksuz biçimde ihraç edilen arkadaşlarımızın görevlerine iade edilmesi talebini de ekleyerek devam etmekteyiz. Vicdan ve adalet talebi aynı zamanda sağlık hakkı talebi demektir; hekimlik değerlerimizin ve toplumsal sağlığımızın korunması talebidir. Demokrasi, barış ve adaletin olmadığı yerde sağlık da olmaz!

"Bu karanlık aşılacaktır"

Toplumun geniş kesimlerinin “amasız, fakatsız” bir arada hareket edebildiği, temel talepler etrafında buluşabildiği bir zemin çok önemli ve önceliklidir. OHAL’in bir an önce kaldırılması, KHK’lerin iptal edilmesi, haksız, hukuksuz biçimde ihraç edilenlerin görevlerine iade edilmesi gerekmektedir. Bu mücalede, emek, barış, demokrasi, laiklik talepleri etrafında büyütülmelidir. İnanıyoruz ki, bilime, düşünce özgürlüğüne barış talebine tahammül edemeyen, itaatkâr olanın dışında kimseye ve hiçbir kesime yaşam hakkı tanımayan bu karanlık, bu talepleri yükselten milyonların mücadelesiyle aşılacaktır.