Medya

"Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor', Jean Jacques Rousseau'nun anılarıyla mukayese edilebilecek değerde bir kitap"

"Dindar' Hasan Cemal'e ne dersiniz? Az kalsın 'namazında niyazında biri' olacakmış…"

18 Şubat 2018 13:42

* Fehmi Koru

Az kalsın Hasan Cemal bildiğimiz gibi biri değil de bambaşka –dini vecibelerini yerine getiren– bir Hasan Cemal olacakmış…

Gelecek yıl 75. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Hasan Cemal ülkemizin en kıdemli ve kıdemli olduğu kadar da çalışkan gazetecilerinden…

Artık gazetelerde köşesi yok, ancak bu durum görüşlerini paylaşmasına engel olmuyor.

İnternet gazeteciliğinde ayağı sağlam yere basan ‘t24.com.tr’sitesinde sıkça yazılarını okuyabiliyoruz.

Çok daha serbest hissettiği için kendini, lâfını kimselerden esirgemiyor da.
Şu sıralarda hayatını gözden geçirdiği bir kitapla okurları karşısına çıktı Hasan Cemal; ‘Hayat Böyle Geçip Gidiyor’ adını taşıyan kitap (Everest Yayınları, 2018) kişiliği hakkında daha önce öğrenmediğimiz pek çok ayrıntıyı içeriyor.

Jean Jacques Rousseau’nun anılarıyla mukayese edilebilecek değerde bir kitap bu, ama nedense medyada beklediği ilgiyi göremedi.

KIsa süren ‘dindar Hasan Cemal’ dönemi

Yazımın girişinde “Az kalsın” diyerek dikkatinize sunduğum anekdot da kitaptan (s. 89).

Kitabın bu bölümünün başlığı şu: “Bir zamanlar namaz kılmayı bile öğrenmiştim.”

Anne babasını hatırladığı satırlar…

Okuyalım:

“Dindar bir aileden gelmiyorum. Annemle babamın dinle ilgileri yoktu. Ortaokuldayken, sınıftaki bazı arkadaşlarımın teşvikiyle birkaç kez oruç tuttuğumu anımsıyorum. Uykudan uyanıp sahura kalkmak bana güç gelmişti. İple çektiğim iftar vaktini daha çok sevmiştim. Belki de iftar sofrasının zenginliğinden kaynaklanan bir duyguydu bu.”

Evde oruç tutan olmadığına göre zengin iftar sofrası ne iş?

Onun ipucu da şu satırlarda:

“Bir zamanlar namaz kılmayı da öğrenmiştim. Ortaokul sonda Ahmet adında bir sınıf arkadaşım vardı. Babası, emekli levazım albayıydı. Nimazında niyazında hoş bir insandı. İstanbul’daki bir yaz tatilinde Ahmet’le bana namaz kılmayı öğretmişti. Duaları küçük bir not defterine el yazımla ayrıntılı biçimde yazmış, ezberlemiştim.”

Devam edelim:

“Ahmet’in babası bizi ilk kez camiye götürdüğü zaman nasıl heyecanlandığımı anımsıyorum. Tatil dönüşüydü. Rahmetli babam bendeki değişimi fark etmiş, anneme sormuştu, ‘Bizim oğlan n’apıyor?’ diye. Vaziyeti öğrenince de, bana biraz sert bir dille bozuk atmıştı. / ‘Haso sen bırak bu işleri, git futbolunu oyna!’ / Ben de futbolumu oynamıştım.”

Futbolunu oynadığı halde Ahmet’in emekli subay babasının teşvik ettiği yolu da sürdürseydi, yine Hasan Cemal olurdu, ama bambaşka bir Hasan Cemal olurdu gibime geliyor.

Yine de şu döneminde hayal kırıklığı yaşayabilirdi…

Aydın Doğan’la Rodos’a birlikte gittiğimiz ekipten Ertuğrul Özkök ile Mehmet Y. Yılmaz’ın da bayram namazını tadil-i erkâna uyarak kıldıklarını gördüğümde şaşkınlığımı okurlarla paylaşmıştım.

Gazeteciler vatan ve siyaset hizmetinde

Kitabın sonlarına doğru, vaktiyle tuttuğu günlüklerden bazı sayfaları aktarıyor Hasan Cemal. Okunmaya değer olaylar yaşadığı kesin.

20 Aralık 1995’ten şu not mesela (s. 519):

“Seçimlere dört gün kala, kırık bacağıyla yatmakta olan Dinç Bilgin’den espri: / ‘Söyleyin bakalım, seçimlerde hangi partiye oy vereceğiz: Hürriyet Partisi’ne mi (Yılmaz’ın ANAP’ı), yoksa Sabah Partisi’ne mi (Çiller’in DYP’si) oy vereceğiz?..”

Zor bir ikilem gerçekten.

Bir sayfa önce de (s. 518) 22 Ekim 1995 tarihli notunda Zafer Mutlu’nun DYP-CHP koalisyon hükümeti kurulması yolunda sarf ettiği zahmetleri anlatıyor Hasan Cemal…

Koalisyona ikna etmek için Deniz Baykal’la önce Hasan Cemal telefonla görüşüyor, sonra Sabah’ın üçlüsü (Cemal, Mutlu ve Fatih Çekirge) Ankara Kulübü’nde CHP lideriyle buluşuyor.

Sabah’ın yayın yönetmeni (Zafer Mutlu) bir gece önce CHP ile DYP’nin genel merkezleri arasında gidip gelmiş; gazetecilere yakalanmamak için türlü tedbirlere de başvurarak… CHP genel merkezi binasının çatısından çıkıp yandaki Adalet Bakanlığı lojmanına girmiş ve bahçe duvarının üstünden sessizce yürüyerek Çiller’e ulaşmış…

Macera yaşamış yani.

Ankara Kulübü’ndeki Baykal buluşması sırasında da Zafer Mutlu telefon konuşmaları yapmış Çiller’le; ertesi gün Sabah onun yazdırdığı şu manşetle çıkmış:

“24 Aralık’ta erken seçim! / CHP lideri dün SABAH’a, ‘Grevler çözülüyor, seçim için 24 Aralık tarihinde anlaşmaya vardık, bu iş bitti’ dedi.”

Ne güzel değil mi?

Daha önceki SHP-DYP koalisyonunu da, ülkemiz, yine gazetecilerin emeklerine borçlu.

Onu da Emin Çölaşan yazdı:

“Ve bir gece eşlerimizle birlikte bizim evde bir araya geldik. Biz Uğur’la (Hüsamettin) Cindoruk ve (Hikmet) Çetin’i bir köşeye çektik ve birkaç saat süren ‘İkna seansı’ başladı! Sonuç olumluydu. Her iki siyasetçi liderlerine danışacaktı. Ertesi gün liderlerden de olumlu yanıt geldi. / DYP-SHP koalisyonunun kuruluşunu bizim evde Uğur Mumcu ile gerçekleştirdik. ANAP iktidarına böylece son verilmiş oldu.”

Gazeteciler yazmadan duramıyor işte.

Kitaptan bir fotoğraf (s. 226): Bir yanda Hasan Cemal diğer yanda bendeniz..

Hasan Cemal kısa sürmüş ‘dindar’ döneminden bugüne kalmış bir özelliğini de yazıyor. Onu da okuyalım:

“Bugün de iftar sofralarını severim, özellikle pastırmalı yumurta ve güllaç olduğu vakitler…”

İlk Ramazan’da onu iftara davet etmem üzerime vazife oldu.

______________________________________________________________

Bu yazı Fehmi Koru'nun kişisel sitesi fehmikoru.com'dan alınmıştır