Dünya

Hangi davranışın kaba olduğuna kim karar veriyor; kuralları koyma hakkı kime ait?

"Başkaları bizim 'kurallarımıza' uymak zorunda mı?"

18 Eylül 2018 12:32

Toplumda ortak alanlarda nasıl davranılması gerektiğini belirleyen ölçütler neler?  Başkalarının davranışlarını eleştirenlere rastlamak zor değil. Toplu taşımadan tiyatro ve restoranlara kadar birçok kamusal alanda bir dizi kural, davranışlarımızı belirliyor. Bunlara 'ortak akıl' ya da 'sağduyu' da deniyor. Başkaları için tehdit oluşturmamak adına bazı sosyal kurallara uyum sağlamanın bir gereklilik olduğu açık. Ancak neyin "kabul edilebilir" olduğuna karar verme hakkı kime ait ?

Örneğin metroda makyaj yapan ya da yüksek sesle müzik dinleyen biri rahatsızlık yaratabiliyor.

Peki hangi davranışın uygun hangisinin uygunsuz olduğuna kim karar veriyor? Bir başka soru ortaya atalım: Başkaları bizim 'kurallarımıza' uymak zorunda mı?

Uygunsuz davranış

En basit haliyle, toplumda bir kişinin sadece kendisini değil, diğerlerini de düşünmesi adına bazı normlar bulunur.

Bu kavramı anlamak için 1530'lara kadar geri dönmek gerekiyor.

Hollandalı filozof Desiderius Erasmus, "Çocuklar İçin Adabımuaşeret" kitabında yemeklere elle dokunmak ve oraya buraya tükürmek gibi davranışlara son verilmesi çağrısında bulunuyordu.

Aslında davranışların belli bir politika ile düzenlemesi, kamusal alanı daha temiz, güvenli ve iyi yapma amacı da taşıyordu.

Öte yandan bu davranış kuralları genelde çoğunluğun görüşüne dayanıyor ve güç kullanımı için bir aracı görevi görüyor.

Örneğin kamusal alanda bir kişinin ayak tırnağını kesmesi açıkça uygunsuz görülürken, kamusal alanda makyaj yapılmasını ayıplamak tartışma yaratıyor.

Seyirci olmanın kuralları

Tiyatro, davranış kurallarının en belirgin olduğu sosyal ortamlardan biri.

Seyircilerden genel olarak birbirine çok yakın ve sessizlik içinde oturmaları, sahnede olup bitene odaklanmaları bekleniyor.

Ancak birkaç yüzyıl önce bu durum çok daha farklıydı. Seyirciler yüksek sesle ve spontane bir şekilde sahnedeki performansla etkileşim kurabiliyordu.

19'uncu yüzyılda elit kesimin gücü eline alması ile beraber, oyunlardan önce seyircilere davranış kurallarıyla ilgili uyarılar sıralanmaya, afişler asılmaya başlandı.

Benzer bir dönüşüm son yıllarda da yaşandı. Tiyatroya yemek getirmek, telefon ya da tablet kullanmak, başkasıyla sohbet etmek gibi davranışlar giderek daha da ayıplanır oldu.

Bazıları telefonunu tamamen kapamak gerektiğini söylerken, bazıları sessize almanın yeterli olduğu görüşünde.

En önemli tartışma konusu da, seyircinin coşku düzeyinin sınırları hakkında.

Örneğin Londra'da geçen yıl sahnelenen Motown isimli müzikal sırasında, seyircilere sahnedekiler aksini söylemediği sürece şarkılara eşlik etmemeleri, tiyatro salonundayken 'heyecanlarını yatıştırmaları" söylendi.

Sosyal normlara ayak uyduramamak

Araştırmam sırasında katılımcılara neyin doğru neyin yanlış olduğuna nasıl karar verdiklerini sorduğumda, çok sık "bariz değil mi?" yanıtını aldım.

Öte yandan, bu kurallar belli bir kesimin ihtiyaçlarını gözardı edebiliyor.

Örneğin tiyatro salonunda herkesten oyundan önce tuvalete gitmeleri beklenir. Ancak Kron hastalığı oan bir kişi için düzenli olarak tuvalete gitmek büyük bir ihtiyaç.

Tiyatro sanatçısı Jess Thom'un da altını çizdiği gibi, fiziksel ve sesli tiklere neden olan Tourette sendromuna sahip bir kişi için oyun boyunca tamamen sessiz kalmak da imkansız.

Bu, seyircilerin daha rahat olduğu yeni bir tiyatro akımına da ilham verdi: Seyirciler konuşabiliyor, yiyip içebiliyor, ihtiyaç duydukça hareket edebiliyor.

Peki bazı kesimleri dışlıyorlarsa, insanlardan bu sosyal normlara uymalarını beklememiz doğru mu?

Bu sorunun yanıtı için tiyatro salonlarının ötesine geçmeli.

Örneğin Amerika'da mezuniyet törenleri sırasında yüksek sesle bağıran ve alkış tutan aileler, etkinliğin geleneksel ciddiyetini bozmakla eleştiriliyor.

Kuralları koyma hakkı kime ait?

Yabancıları davranışları nedeniyle ayıplamanın, günlük hayatta başka sonuçları da olabiliyor.

Kamusal alanda emzirmekle ilgili tartışmalar, bunlardan birisi.

İskoçya'da yapılan bir araştırma, kadınların başkalarının bakışları ve davranışları nedeniyle çocuklarını emzirirken rahatsız olduğuna işaret ediyor. Bu da kamusal alanda emzirenlerin oranını düşüyor.

Başkaları için tehdit oluşturmamak adına bazı sosyal kurallara uyum sağlamanın bir gereklilik olduğu açık.

Ancak neyin "kabul edilebilir" olduğuna karar verme hakkı kime ait?

Seyahat ederken, bir yerde yemek yerken ya da sanat etkinliklerine katılırken rahatsız edilmek istemeyenler mi kuralları koymalı, yoksa örneğin avaz avaz bağıran çocukları olan ebeveynler, engelli olanlar ya da başka toplumsal değerlere sahip olanlar mı?

Belki de en düşünceli davranış, insanları yargılarken çok acele etmemektir.