Gündem

Hakan Kara: Kızıma hapiste olduğumu söylemedik; 'babalar kursu'na gittiğimi zannediyor

"Tahliye olduk ama buna gerçek anlamda sevinemedik"

13 Ağustos 2017 12:06

Cumhuriyet'in yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkında "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında dokuz ay tutuklu kalan Hakan Kara, o dönem kızıyla olan ilişkisini “Kızıma Silivri’de hapiste olduğumu söylemeyin. O benim, daha iyi bir baba olmak için Londra’da ‘babalar kursu’na gittiğimi zannediyor" diye anlattı. Kara, davanın ilk duruşmasında verilen ara karar ile tahliye edilmişti. 

Hakan Kara'nın "Silivri’deki Pinokyo" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

“Peki, orada palyaçolar da var mı baba? 

Palyaçoculuk da öğreniyor musunuz?” “Öğrenmez miyiz kızım” diyorum. “Bir sürü palyaço var burada. Gülen suratlı palyaçolar, ağlayanlar, kocamanpabuçlular, kırmızı burunlular.” 

Fellini’nin o harika “Palyaçolar” filmini izlediğim yıllar, bu filmin bu kadar çok işime yarayabileceğini asla düşünemezdim. Ama yaradı işte. Kızıma, o filmden hatırladığım sahneleri anlatıyorum heyecanla. Derken, telefona birkaç metre uzaklıktaki masada oturan infaz koruma memurlarının donuk bakışlarıyla karşılaşıyorum. Bir an duraksıyorum. “Umarım yanlış anlamamışlardır” diye geçiyor içimden. 

O an sloganlar başlıyor: “Sohbet hakkımız engellenemez!” 

Telaşla elimle telefonun ahizesini kapatıyorum. Kızımın bu sesleri duymaması gerek.

***

Silivri Kapalı Cezaevi’ndeyim. Gözaltına alındığım günden itibaren 22 gün geçmiş. İlk kez kızımla telefonla görüşüyorum. Bugünün, cezaevindeki en heyecanlı günüm olduğunu rahatça söyleyebilirim. 

80’li yıllarda ünlü reklamcı Jacques Seguela’nın hayatını anlatan kitabın adı bizi o zamanlar epey güldürmüştü: “Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin obeni bir genelevde piyanist zannediyor” 

Benim durumum da buna benzer bir tümceyle anlatılabilirdi: “Kızıma Silivri’de hapiste olduğumu söylemeyin. O benim, daha iyi bir baba olmak için Londra’da ‘babalar kursu’na gittiğimi zannediyor.” 

Eşimle öyle karar verdik. İlk kez kızımıza yalan söylüyoruz. Acemiyiz. Oysa pedagogumuzun sözleri bizi ne kadar çok gururlandırmıştı. “Bu kız hiç kirlenmemiş. Siz kızınıza hiç yalan söylememişsiniz” demişti. 

Sahiden de öyleydi. Oysa şimdi yalanın en tumturaklısını söyleyiverdik. 

“Neden” diye sordu beni cezaevinde ziyarete gelen bir avukat dostum.
Kızımın yaşındayken solcu babasını hapiste ziyaret eden bir arkadaşımın hikâyesini anlattım ona. Sonra bana söylediği sözleri: “Babamın o halini hayatım boyunca hiç unutamadım.” 

Kızım henüz 5 yaşındaydı. Zihninde hayatı boyunca peşini bırakmayacak, asla unutamayacağı böyle bir anısı, görüntüsü olsun istemedim.

İnsanları haksız yere hapse attığınızda sadece onları değil, eşlerini, ailelerini, dostlarını da cezalandırmış oluyorsunuz. En çok da çocuklarını. Ve o çocuklar bazen yaşadıkları travmayı yıllarca atlatamıyorlar. 

Kızıma yalan söylememizin elbette tek nedeni bu değildi. Eşimle kapalı görüş sırasında o puslu camın ardından telefonla görüşürken, bir an için kızımla konuştuğumu hayal ettim. 

“Neden hapistesin baba?” 

“FETÖ’cülükle suçlanıyorum kızım,” 

“Peki, FETÖ ne babişko?” 

Kızım 5 yaşına rağmen Mozart’ı bilir, Bach’ı, Leonardo Da Vinci’yi, Van Gogh’u bilir. Atatürk’ü bilir. Fakat FETÖ’yü bilmez ki. Ayrıca niye bilsin? 
Haydi FETÖ’yü ve onun çağdışı zihniyetini kızıma anlatmayı başardım diyelim.

Fakat biliyorum ki kızımın soruları bitmeyecek: 

- Peki sen FETÖ’cü müsün baba? 
- Değilim tatlım. 
- O zaman neden hapistesin babacığım?

Haydi buyrun, yanıt verin. 

Türkiye’de adaletin nasıl işlediğini, insanların nasıl suçsuz yere aylarca hapis yattığını anlatsam, küçücük kızımın adalet duygusunu zedelemiş olmaz mıyım?
Oysa biz hakkaniyet duygusuna sahip bir çocuk yetiştirmeye çalıştık. Ona hep adil olmayı öğrettik.

***

“Yurtdışında bir kursta olduğumu” söylersin demiştim eşime. 

Hikâyenin ayrıntılarını tam 9 ay boyunca eşim detaylandırmak zorunda kaldı. Kızımın bitmek bilmeyen sorularına da o yanıt verdi: 

“Peki, o kursta anneler de var mı? Kursa kız çocukları katılıyor mu? Ben de katılabilir miyim? Orada daha iyi bir baba olmayı mı öğrenecek benim babam?Kurstan gelince bana daha güzel hikâyeler mi anlatacak? Gitarıyla bana daha güzel şarkılar çalacak mı anne?” 

Doğrusu telefonda “palyaçoculuk” sorusuyla karşılaşınca şaşırmadım değil. Neyse ki Fellini imdadıma yetişti. 

Telefonla konuşurken birden “Hayat Güzeldir” filmini anımsadım. İnsanlık tarihinin en karanlık günlerini, Nazilerin toplama kamplarını anlatan RobertoBenigni’nin bizi hem ağlatan hem güldüren filmini. 

Kendimi bir yandan yalan söylemekten burnu uzayan Pinokyo gibi, diğer yandan Benigni’nin filmindeki baba Guido gibi hissettim. Çocuğunu yaşanan o korkunç ortamın etkisinden kurtarabilmek için türlü yalanlar söyleyen Guido gibi.

***

Kızımla yaptığım bu ilk telefon görüşmesinin ardından infaz koruma memurlarının bulunduğu masaya doğru ilerledim. Her telefonun ardından bir forma imza atmak gerekiyor. 

“Umarım sözlerimi yanlış anlamadınız” dedim. 

Üç kişiydiler masada. Mesafeli davranan fakat işlerini çok düzgün yapan memurlardı. Üniversite mezunuydular. Biriyle sonradan Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” kitabı üzerine konuşacaktık. Ben, kitap okuyan insanların işlerini daha iyi yaptığını düşünürüm. Cezaevinde de bu fikrim doğrulandı. 

“Yok yanlış anlamadık. Kızınızla konuştuğunuzu biliyoruz” dedi biri. 
Anladım ki, cezaevinde herkes her şeyi biliyor. Bu ülkede de aslında herkes her şeyi biliyor. 160’ı aşkın gazeteciyi cezaevine tıkınca, gerçekler ortadan kalkmıyor ki. Gazetelere baktıkça, “Burnu uzayan Pinokyoların sayısı hiç bukadar çok olmamıştı bu ülkede” diye geçiriyorum içimden. Fakat bu, benim durumumu hafifletmiyor.

Kızıma yalan söylemiş olmak ağrıma gidiyor. 

Bir gün kızıma gerçeği anlatacağım elbette. Umarım o gün, bu güzel ülkeye gerçekten adalet gelmiş olur ve ben kızıma bu öyküyü, Türk basınının bu en karanlık günlerini anlatırken, “Her şey bir kâbustu ve bitti” diyebilirim. 

Silivri’deki “babalar kursum” sona erdi. Kursu başarıyla tamamlayıp tamamlamadığıma kızım karar verecek elbette. Umarım daha iyi bir baba olmayı öğrenebilmişimdir.

***

Sevgili Ahmet, Murat, Kadri, Akın ve Emre... Aklımız hep sizde. Saate bakıyorum, şimdi öğle yemeği yiyorlardır diye geçiriyorum içimden. Kızımla oyun oynarken, gitar çalarken, “Arkadaşım Eşek” şarkısını söylerken bile birden aklıma düşüyorsunuz. Tahliye olduk ama buna gerçek anlamda sevinemedik. Bu dokuz ay boyunca bana en zor gelen şey kızımdan ayrı kalmaktı. Fakat sizi Silivri’de geride bırakmak ondan da zordu. 11 Eylül’ü bekliyoruz hepimiz. Sizin tahliye olmanızı. Sevincimizi, mutluluğumuzu o güne erteledik.