Gündem

Gülme anne, Etyen Mahçupyan ile Atilla Yayla Başbakan'ı demokrat, medyayı da özgür sanıyor!

Merak edilen tek şey, lafı tam AKP eleştirisine getirir gibi yaparken gidonu çeviriveren bu iktidarcı demokrat ve benzerlerinin, realite iyice suratlara bağırmaya başladığında ellerindeki hangi belagate sığınacakları

07 Şubat 2014 22:00

Celil Erman

Halk oylarını 'sen bildiğini oku usta, ez geç, sil süpür, yut gitsin' yolunda açık kart olarak okuyan Başbakan'ın eşi görülmemiş bir vesayet heyecanı içinde kulakları sağır bir sosyal mühendislik projesine dalmasıyla ayarı iyice bozulan, ardından 17 Aralık yolsuzluk soruşturmaları süreciyle iyice çalkalanan Türkiye'mizde son zamanlarda iki tür kanaat önderi zuhur etti.

İktidarcı demokratlar ve devletçi liberaller.

Bu oksimoronik aydın tipi, artık iyice kronikleşmiş, kişiselleşmiş bir güç temerküzünü makul ve makbul göstermek bugünlerde canını iyice dişine takmış vaziyette. Olan bitene gerekçe uydurma işi zorlaştıkça da görüntü giderek bir parodi halini almakta.

Birinci kategorinin başını Etyen Mahçupyan çekiyor. İçerde ve dışarda her aklı başında kesim ve kişi gelişmelerin istikametini dehşetle izlerken, iktidarcı demokratımız bugünlerde hararetle 'Erdoğan otoriterleşti mi?' diye sorabiliyor ve cevabını bir türlü 'evet'e getirmemek için kendi önüne binbir türlü engel yığıyor. 1930'ların safdil Orta Avrupalı aydınlarının yaptığı gibi iyice ucuzlatılmış bir popülizm analizinin içinde kayboluşunu seyretme imkanı yaratttığının farkında mı değil mi, bilmiyoruz. Bilinen, daha doğrusu merak edilen tek şey, lafı tam AKP eleştirisine getirir gibi yaparken gidonu çeviriveren bu iktidarcı demokrat ve benzerlerinin, realite iyice suratlara bağırmaya başladığında ellerindeki hangi belagate sığınacakları. Ama ne gam! Elde akıl yürütme adına bir şey kalmazsa, iktidarın kendisine sığınırsınız, olur biter.

İkinci kategori, devletçi liberaller. Bunların sayısı daha fazla. Nevzuhur devşirmeler veya gönüllü yeni devlet hayranları. Ötekilerle aralarındaki fark zekaya dayalı kıvraklıktan daha az nasiplenmişlik, diğerleri en azından eleştirelsi gibi poz verirken bu kategorinin mutlak biatta beis görmemesi.

En çarpıcı icraat sahiplerinden biri, Atilla Yayla. Be devletçi liberalimiz son zamanlarda pek bir cevvalleşti, bilmediği konulara da bodoslama dalmaya başladı.

Züccaciye dükkanına girmiş filin icraatına benzer bir efektini geçenlerde hükümet organı Yeni Şafak'ta yazdığı medya özgürdür, siz bilmiyorsunuz mealindeki yazısına borçluyuz.

Yayla, bu evlere şenlik değerlendirmesinde medya ve gazetecilikle ilgili ortaöğretim öğrencilerinin seviyesine yakın bilgi seviyesini hakikaten konuşturmuş.

İddialarını beraberce izleyelim: Hükümet medyayı, tümüyle kontrol etmek bir yana, ağırlıklı olarak bile kontrol etmekten uzaktır, diyor.

Ardından aralarında Habertürk, Vatan, Milliyet gibi gazetelerin de yer aldığı bir yığın isim sayarak, bunlara da Sözcü, Aydınlık, Zaman ve Ortadoğu vs ekleyerek, karşısına Sabah, Yeni Şafak, Türkiye, Star ve Akit gibi gazeteleri koyuyor ve soruyor:

'Öyleyse, hükümetin medyayı kontrol ettiği nasıl ileri sürülebiliyor?'

Gayet emin kendinden, altın vuruşu da sallıyor:

'Kara propagandaya kanacağımızı sananlar yanılıyor. Medya, şu yıllarda, 1960'lardan 2000'lerin başlarına kadar görülmemiş bir çoğulluk ve çeşitlilik yaşıyor. Buna şükretmeliyiz, aksi hâlde, eski medya düzeni yaşasaydı, tek açılı ve manipülatif haber ve yorumlarla hepimiz gergedana çevrilebilirdik.'

***

Şimdi, neresinden tutsak, elimizde kalmayacak acaba? Prof unvanlı bir liberal, devletçi olmayı kendisine o kadar yakışır bulmuş ki, gerçeğin içinde körebe oynamaya dalmış. Bunu bile bile yapmadığı anlaşılıyor, çünkü medya bugün en özgürdür derken ortaya attığı argüman sayısı tek, ve ortaöğretim seviyesine, tekrarlayalım, hayli yakın.

O halde bu profesörün bilgi seviyesini biraz yükseltip güncelleyelim.

Bir ülkenin medyasının ahvaline bakıldığında, 'işte görüyorsunuz şu kadar sayıda gazete radyo TV var, demek ki çoğulculuk ve çeşit var, demek ki medya istediği gibi yayın yapıyor, demek ki özgür' derseniz, size sadece gülerler. Madem akademsyensiniz, derler, hadi medyanın uzmanı değilsiniz, bari o vakit ayırıp araştırma yapın, hangi kriterlere bakarak analiz edeceksiniz, onu belleyin.

Medya özgürlüğüne bakarken, cezaevlerinde ne kadar gazeteci ve aykırı görüşü savunan muhalif var, hangi kanun maddeleri kısıtlayıcı, hangileri nasıl uygulanıyor, meclis hangi kanunları geçirmiş, yargı kanunları nasıl uygulamakta, RTÜK gibi denetleme yapıları nasıl bir sansürcülük yapıp TV ve radyoları kısıtlıyor, iktidar sahipleri hangi araçları kullanıp yargıyı medyaya karşı kullanıyor, bunlara bakacaksınız.

Yetmez. Özgürlük kadar bağımsızlık da önemli. Medyayı kimler hangi patronlar, nasıl yönetiyor? İşveren gazetecinin bağımsızlığıına ne kadar saygılı? Karanlık iş ilişkileri yüzünden medya patronları iktidarlara ne kadar bağlı, neler bu yüzden sansür yiyor, neler tabu, neler yasak, neler yazı işlerinde karartılıyor, bunları bilmiyorsanız zahmet edip doğru sözlü bir gazeteciye (maaşlı yalancılara değil) soracaksınız. Gezi olaylarından hemen sonra halk neden gidip NTV binası önünde nümayiş yaptı, bunun asıl nedenini merak edeceksiniz. Milliyet ve Vatan gibi gazeteleri 'karşı' cenahta saymayacaksınız.

Çeşitlilik mavrası kesmez. Eğer 7 tane gazete bir başbakan demecini kopyala-yapıştır metoduyla başsayfada aynı şekilde veriyorsa aynı gün, bir başbakan konuşması canlı olarak her gün en az 10 'özel' kanalda yayınlanıyorsa, 'yahu bu çeşitlilik dediğim şey galiba palavra' şüphesine kapılacaksınız.

En önemlisi, Sözcü veya Aydınlık gibi gazeteleri aklınıza getirerek, ağıza gelen şeyin yorum sayıldığı bağırıp çağırmanın, bir ülkede medyanın gerçek anlamda habercilik ve gazetecilik yapmanın karşılığı olmadığını iyice belleyeceksiniz.

Bir ülkenin medyasının özgürlük ve bağımsızlığı ne kadar çok, ne kadar eleştirel haber verebildiğiyle ilgilidir, içi haberden tamamen boşaltılmış, kalanı o onu dedi bu bunu dedi'den ibaret, kaba saba yorum köşeleriyle doldurulmuş gazetelerin varlığı medyanın özgürlüğü ve bağımsızlığı açısından hiçbir şey ifade etmez.

Bir kere bu ABC'den işe başlayacaksınız.

Sansür nedir, otosansür ne demektir, Türkiye'de bu sistem nasıl işliyor, bunları iyice öğreneceksiniz.

Yasakçılığı zaten belli olan İnternet Kanunu'nun içini daha da Baasçı hale getiren yeni düzenlemelere insanların içerde dışarda neden isyan bayrağı açtığını anlamanız için benimsediğiniz sıfatınızdaki devletçi liberal'den devletçi gömleğini çıkaracak, 'beni susturma' diyen vatandaşların arasına katılacaksınız.

Yeni düzenlemeleri iyice okuyacak, anlayacaksınız.

Hala mı anlamadınız, o zaman, bu yazının altına eklediğim, medyamızın ahvalini anlatan telefon konuşmalarını, taaa Fas'tan işi gücü bırakıp bir 'özel' TV'nin altyazısını kaldırtmaya vakit harcayan Başbakan'ın nelerin peşinde olduğunu, bir hizmetkarlık uğruna aynı kanalın zavallı yönetici tayfasının kamuoyu araştırmalarıyla oynayarak halkı nasıl yanılttığının  tarihi kayıtlarına göz atacaksınız.

Eğer onlar bir şey ifade ediyorsa, o zaman, Yeni Şafak'taki yazınızın o giriş bölümündeki değerlendirmenizin sizi nasıl da isabetle tasvir ettiğini belki, ama belki, göreceksiniz.

Bakın şöyle yazmışsınız o paragafta:

'Bir akademisyenin, bir siyasal analizcinin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri gerçeklikle bağlarını kaybetmektir. Bu insanı bir tür boşluğa düşürür, olguları olduğu gibi görmekten kopartır. Yanlış okunmuş veya fiiliyatta değil sadece ilgili kişinin hayalinde mevcut olgular üzerinden yorumlar yapmayı tahrik eder. Kritik zamanlarda, kargaşa anlarında bu duruma düşen insanların sayısı artar. Hiç kimse bu tehlikeden masun değildir.'

Ne yazık ki, tek katıldığım görüşünüz bu.

Neyse, sizi ben muhalefetin parlamentoda açıkladığı telefon konuşmalarıyla başbaşa bırakayım en iyisi:

Erdoğan: Bunlar bir âlem, diğerleri bir âlem. Böyle tek tek arayıp konuşacaksın. Fatih bak şu anda ben yani…

Saraç: Buyrun Başbakan'ım

Erdoğan: Fas'ta televizyon izliyorum burada

Saraç: Evet efendim

Erdoğan: Şimdi Bahçeli'nin bütün konuşmalarını, altta şimdi bant olarak da

ayrıca geçiyor konuşmanın...

Saraç: Anlaşılmıştır efendim şimdi... Tamamdır.

Erdoğan: Ve orada sürekli olarak bu bantta, işte Cumhurbaşkanı'nın birinci

görevi, eee görüşmeler yapmak değil, bu görüşmelerin dışında bu durumu düzeltmektir.

Saraç: Anlaşılmıştır efendim.

Erdoğan: Görüşmeler üzerinden ülkeyi huzura kavuşturacak adımları atmaktır.

Saraç: Tamam efendim.

Erdoğan: Yani Bahçeli hep öyle demiş. Devamlı şimdi bunu bant olarak geçiyor.

Saraç: Tamam efendim, anladım efendim şimdi hemen

Erdoğan: Ya anladım diyorsunuz da, işte yani, hayret ya, böyle bir şey de, hâlâ bunlar ya, ne gerek var.

Saraç: Eee tamam, ee emriniz olur, efendim anlaşılmıştır şu an.

Erdoğan: Hemen şey yapmanız gerekiyor.

Saraç: Şimdi yapıyorum, şimdi yapıyorum efendim.

Telefon kapanıyor. Fatih Saraç, derhal televizyon haberlerinden sorumlu kişiye, Abdullah’a açıyor telefonu ve Başbakan’ın talimatını iletiyor:

Abdullah: Efendim?

Saraç: Abdullah’çığım ya, çok acil şu Bahçeli'nin haberini çek, altyazıyı da

çek ne olursun.

Abdullah: Tamam çektik abi.

Saraç: Ne yap yap ve hemen çek ama hemen.

Abdullah: Çektik, çektik.

Saraç: Hı.

Abdullah: Çektik abi şimdi, son dakikayı diyorsunuz değil mi?

Saraç: Evet hemen çek, kaldır hemen.

Abdullah: Çektik, çektik abi.

Saraç: Tamam, hadi selam.

Abdullah: Kayan yazıda, sadece kayan yazıda var.

Saraç: Kayan yazıyı da kaldır hemen ne olur, boşver kaldır.

Abdullah: Tamam peki görü...

Saraç: Kaldır hemen çek.

Abdullah: Tamam.

Fatih Saraç anlaşılan işi sağlama bağlamak istiyor. Sonra bir de Yayın Grubu’nun Başkanı Kenan Tekdağ'ı arıyor.

Saraç: Başbakan aradı. Cumhurbaşkanı'nın görevi müdahale etmektir sözü varmış, onu veriyormuşuz.

Kenan: Evet usta.

Saraç: Fas'ta dedi, Fatih beni yoruyorsun dedi.

Kenan: Abi ne yapalım, yani bu son dakikaları nasıl yapalım. Bahçeli deyince veriyoruz zaten.

Saraç: Yok görüntüyle... Yok Cumhurbaşkanı'nın görevi görüşme yapmak değil müdahale etmektir mi ne demiş. Abi şunu bil... Ben Abdullah'la, seni bulamadım, dedim ki Abdullah'a böyle bir şey mi var dedim, evet dedi. Ya Fas'tan mı izliyor, ne yapıyor bilemiyorum. Şimdi bir çekelim de rahatlatalım ortalığı…

Fatih Saraç, Başbakan’ın talimatını kovalamaya devam ediyor ve tekrar haber sorumlusu Abdullah’a dönüyor

Abdullah: Efendim Fatih Bey.

Saraç: Ne yaptın Abdullah?

Abdullah: Kaldırdık, ikisini de kaldırdık. Şimdi daha makul açıklamaları var onları gireceğiz.

Saraç: Kimin gözünden kaçtı o?

Abdullah: Kimsenin gözünden kaçmadı, grup toplantısında yaptığı konuşmalar ve grup toplantısının ardından yaptığı açıklamaları bütün kanallar son dakika verdi. Tabii onlar verince biz de verdik. Daha sonra da kaldırdık.

Saraç: Ne dedi adam?

Abdullah: Cumhurbaşkanı ülkeyi huzura kavuşturacak adımlar atsın dedi. Biz de aynı şekilde bu ifadeyi girdik. Diğer kanalların girdiği gibi girmedik.

Saraç: Tamam doğru ama orada benim gücüm var kardeşim. Bu işe engel olacak olan benim. Devlet yapamayacak olsa da ben yaptırmayacağım var.

Abdullah: Yok bu cümle şundan sonra…

Saraç: Ülkücüler sokağa çıkmayacak, onların ekmeğine yağ sürmeyeceğiz. Nokta.

Abdullah: Oldu kardeşim.

Saraç: Orada millete, ülkücü camiaya bir sakinlik var. Ama öbür tarafta Başbakan kendi yetkisini ve gücünü paylaşmak istemiyor.

 

Bu kez tarih 13 Mart 2013.

 

M. Fatih Saraç: Evet.

Fatih Altaylı: Iı, diyorum ki ben bu anketin BDP ile olan bölümünü ben biraz anket şirketiyle konuşsam, ıı iki puan yüksek göstersek ne dersin?

M. Fatih Saraç: MHP’ninkini alıp oraya koyun ya

Fatih Altaylı: Hı?

M. Fatih Saraç: MHP’ninkini alıp oraya koyun

Fatih Altaylı: İşte biz kararsızlardan biraz aktırırım, biraz MHP’den aktartırım falan, manipülasyon yapıyım

M. Fatih Saraç: Ama bazı bilgiler var ha, onu şimdi oraya çıktım şeyde, Çamlıca’dayım. (Başbakan’ın Kısıklı’daki evinden çıkıyor) Yani seninle konuşacağım nelerini yayınlayacan, ne yapacan

Fatih Altaylı: İşte konuşalım onları bi

M. Fatih Saraç: Tamam, ben seni çıkıyım, yarım saat sonra çıkıyorum

Fatih Altaylı: Ben

M. Fatih Saraç: Seni arayabilirim ama

Fatih Altaylı: Tamam okey, çıkınca ara beni

M. Fatih Saraç: Tamam hadi

Fatih Altaylı: Tamam hadi, bay bay

N. Bilal Erdoğan: Hım.

M. Fatih Saraç: Anladın konuyu di mi

N. Bilal Erdoğan: Evet, evet, anladım gayet gayet

M. Fatih Saraç: Yani çünkü 2.5’a falan iniyorlar BDP’den AK Parti’ye kayma var, CHP’den MHP’ye kayma var. Şimdi bunu yaparsak bu adamlar ayaklarını yavaşa alırlar diye düşünüyorum. Böyle yapıyorum ama bilesin ki yani şeyden ıı öbür taraftan alıp BDP’ye yamıyacağım oyu, onun için sen de ıı bilgi ver ekindeki

N. Bilal Erdoğan: Öbür aynısının tersi de şey, MHP’nin de yükselmesi.

M. Fatih Saraç: Evet, MHP de yükseliyor şu anda

N. Bilal Erdoğan: Evet, yani o onun oradaki iki üç puanını oraya getirdin

M. Fatih Saraç: Hıhım

N. Bilal Erdoğan: Evet, tabii

M. Fatih Saraç: MHP’den oraya, MHP’den oraya

N. Bilal Erdoğan: Hayır, yani MHP’nin yükselmesi

M. Fatih Saraç: Kaydırdım

N. Bilal Erdoğan: MHP’yi yükseltti diye yükseliyor

M. Fatih Saraç: Evet, evet, evet, yani sen onu ıı böyle bilgi ver, böyle yapıyorum bilgin olsun, tamam

N. Bilal Erdoğan: Tamam, oldu abi

Ve müteakip telefon görüşmesinde, Saraç, Altaylı'ya 'kendisi çok teşekkür etti hassasiyete' diye 'yukardan' bilgi aktarıyor. 'MHP'den kaydır' diye bir daha hatırlatıyor.