Politika

Gülen, 12 Eylül darbesinde ne yaptı, Kenan Evren hakkında ne dedi, Özal'la ilişkisi nasıldı?

"Hacda Bin Ladin ailesi tarafından ağırlandı" iddiası...

08 Ağustos 2016 18:30

Cumhuriyet gazetesinin, 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı olmakla suçlanan Fethullah Gülen cemaatinin 1970'li yıllardan itibaren nasıl yapılandığını ve siyasilerle nasıl ilişkiye geçtiklerini anlatan yazı dizisinin ikinci bölümü bugün yayımlandı. Kemal Göktaş imzasıyla yayımlanan yazı dizisinin ikinci bölümünde, Gülen'in 12 Eylül 1980 darbesinde nasıl bir tavır takındığı, cemaat okullarının parlama süreci ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'la olan yakın ilişkisi konu alınıyor. 

"70’li yıllar devlete Sızıntı" başlığıyla yayımlanan (7 Ağustos 2016) yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:

1970’li yıllar Gülen’in etrafında biriken insanların arttığı ve cemaatin giderek büyüdüğü yıllar oldu. Bunda, devletin güçlenen sol karşısında siyasal İslamcılarla organik ilişki kurması ve onu kendi stratejik yedeğine almaya çalışmasının da büyük etkisi olmuştu. Bu politikanın ürünü olan Gülen hareketinin politikası ise devlete yakın olmak ama asla gizli örgütlenmeyi elden bırakmamaktı. Doğu Ergil, “Fethullah Gülen ve Hareketi” kitabında, bu yıllarda İzmir ve İstanbul’da faaliyetlerini artıran Gülen’in varlıklı Müslümanların desteğini almaya başladığını ve maddi olarak da büyümeye başladığını yazar. Ergil’e göre cemaat, Gülen’i sadece ruhani bir lider değil, ‘entelektüel bir yaşam koçu’ olarak da görüyordu. Gülen hareketi “sızarak kadrolaşma” dönemi olarak adlandırılan 70’li yıllarda Işık Evleri ve dershaneler üzerinden içe kapanık vaziyette kamu kurumlarında kadrolarını artırmak, kamu kurumlarına yeni yeni sızmak ve tabanda kadro oluşturmakla meşguldü. Ekonomik kaynak bakımından geleneksel yöntemlerle zengin, hali vakti yerinde kimselerden alınan paralar kullanılmaktaydı. Bu yıllarda şehir şehir gezerek anti-komünist ve anti-Darwinist vaazlar veren Gülen, aynı içerikteki “Sızıntı” dergisini yayımlamaya başladı.

Cemaatin “Altın Nesil” hedefi 70’lerden itibaren eğitim alanındaki parlak örgütlenmeler ve başarılarla büyük bir sabırla gerçekleşti. Önce dershaneler ve ardından özel okullarla eğitimde adından söz ettiren cemaat, “başarılı, dini değerlere, ailesine ve büyüklerine saygılı, kötü alışkanlığı olmayan, vatanını milletini seven örnek öğrenciler” yetiştirildiği algısını topluma büyük ölçüde kabul ettirdi.

Cemaatin ‘eğitim mucizesi’

Cemaatin bu başarısında kuşkusuz eğitim sistemindeki aksaklıkların ve yetersizliklerin de büyük payı vardı. Cemaat okulları özellikle yoksul öğrenciler için adeta bir kurtuluş ümidi haline gelmişti. Eğitimdeki kalite nedeniyle çok çeşitli toplum kesimleri çocuklarını cemaat okullarına göndermeye başlamıştı. Dershaneler ve okulların yanında “ışık evleri” oluşturuluyor ve buralardan da cemaate kadro devşiriliyordu. Işık evlerine giden öğrencilere, belirli bir hiyerarşi içerisinde evden sorumlu abi ya da ablanın direktifleri ile cemaat disiplini veriliyor, bir tür “mehdi” olarak görülen Gülen’e sonsuz bir bağlılık içerisinde hizmet etme gayesi aşılanıyordu. Yurtdışına 1991’den sonra açılmaya başlayan cemaat, zaman içerisinde dünya genelinde 160 ülkede okullar aracılığıyla örgütlendi.

Her yıl düzenli olarak yapılan “Türkçe Olimpiyatları”nda, dünyanın değişik bölgelerinden gelen öğrencilerin Türkçe konuşup Türkçe şarkı söylemeleri de cemaatle ilgili olumlu algıyı pekiştiriyordu.

Cemaat okullarına her dönem devletin örtülü- açık desteği vardı. Gülen, bir söyleşisinde bu desteği “Demirel, dışarıdaki okullar için, bazı devlet adamlarına verilmek üzere kâğıtlar imzaladı ve ‘Alın, üzerine siz ne yazarsanız yazın’ dedi. Özal da, ‘Okul meselesine kefilim’ dedi. Hatta Kuzey Irak ve Afganistan’da açılan okullardan askerler haberdardılar ve takdir ediyorlardı” sözleriyle anlatıyordu.

'Bin Ladin Hacda Ağırladı’

Fethullah Gülen’in ağzından anılarını aktaran Latif Erdoğan, Gülen’in 1986 yılında 3. kez gittiği hacda Bin Ladin ailesi tarafından ağırlandığını iddia etti. Erdoğan’ın aktardığına göre Gülen “Mekke’de Bin Ladin’in evinde kaldık. Bin Ladin Arafat’ta da bizim için çadır hazırlattı; ayrıca benim için de özel bir çadır hazırlatmıştı. Mina’da da yine onun bizim için hazırlattığı çadırlarda kaldık, çok da rahat ettik.”

12 Eylül’le büyüdü

Gülen’in, 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce 5 Eylül 1980’de doktor raporu alarak görevinden ayrılması oldukça dikkat çekiciydi. Gülen’in anılarında belirttiğine göre, darbenin olacağını bir gün önce üst düzey askerlere yakın olan kişiler kendisine haber verdi.

Dönemin Başbakanı’nın dahi darbeyi haber alamadığı koşullarda Gülen’in bu şekilde haberdar edilmesi oldukça dikkat çekiciydi. 12 Eylül darbesinden önce hazırlanan gözaltına alınacak şahıslar listesinde ismi bulunan ve darbe sonrasında hakkında arama kaydı çıkartılan Gülen, sağlık raporları alarak görevine devam etmedi ve 20 Mart 1981’de istifa etti. Ankara Başsavcılığı’na göre, Gülen, istihbarat örgütleriyle irtibatlıydı ve gerekli bilgileri alıyordu. Cemaat hakkında istihbari kurumlar 12 Eylül’e kadar takip yapmıştı ama Gülen ve örgütü, darbeden sonra hiçbir adli takibata uğramadı, cemaat hakkındaki arşivleme çalışması durduruldu, Gülen hakkındaki yakalama kararı 6 yıl boyunca uygulanmadı. Gülen bu dönemde askeri mekânlar da dahil serbestçe dolaşıyor ve yakalanmamasını “bir keramet” olarak anlatıyordu. Gülen’in anılarında anlattığına göre, firari olduğu günlerde Bursa’da yakalandı ancak timin komutanı ‘Bu kadar komünistle uğraşıyoruz, bir de masum Müslümanlarla uğraşmanın anlamı yok’ diyerek kendisini serbest bıraktı. Gülen, 1986’da ANAP’lı Mehmet Keçeciler ve dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın yönlendirmesiyle Burdur’da teslim oldu ve bir gün sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nca serbest bırakıldı.

Son karakol

Gülen, 12 Eylül’ü heyecanla karşılamıştı ve tıpkı 12 Mart’ta olduğu gibi askeri müdahalenin asıl amacının sol olduğunu ve bunun da kendi hareketinin önünü açacağını görmüştü: “Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” (Sızıntı Dergisi, Ekim 1980, “Son Karakol”) Gülen’in Kenan Evren sevgisi de büyüktü: “Evren, 12 Eylül sonrası seçmeli din derslerini zorunlu hale getirmekle çok yararlı bir iş yaptı. Bu iş, öyle büyüktür ki doğrusunu Allah bilir - hiç sevabı olmasa da bu icraatı ona yeter, Evren cennete gidebilir.” (Milliyet - Mehmet Gündem, 31 Ocak 2005) 12 Eylül’le birlikte Türkiye’de karma ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçilmesi ile cemaat de önemli bir dönüşüm geçirdi. Devletçi bir rota izleyen cemaat, bu dönemde “okullaşma” ve “kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini” tamamladı ve 80’lerin ikinci yarısından itibaren yurtdışına açılmaya başladı. Cemaatin ekonomik yapısı da şirketleri bağlayan holdinglere dönüştü ve eğitimin yanı sıra sağlık, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlara açıldı.

Özal, Gülen’i nasıl kurtardı?

Mehmet Keçeciler, gazeteci Hale Gönültaş ile yaptığı nehir söyleşinin yer aldığı “Merkez Siyasetin Perde Arkası” isimli kitapta Gülen’in nasıl kurtarıldığını şöyle anlattı: “Darbe öncesinde Fethullah Gülen kayıplara karıştı. ANAP Teşkilat Başkanı’yım o dönemde. Fethullah Hoca arananlar arasında. Burdur Valisi İsmail Günindi ANAP Genel Merkezi’ne geldi. Odamda Zaman gazetesinin imtiyaz sahibi Alaattin Kaya ile Fethullah Hoca’nın eğitim kurumlarının idarecisi Mevlüt Saygın var. Konuklarımı tanıştırdım.

İsmail ‘Ya Fethullah Gülen Hoca boşuna kaçıyor. Bizim adliye (Burdur) arıyor kendisini, aslında ifadesini alıp bırakacaklar’ dedi. Birkaç gün sonra tekrar Mevlüt Bey ve Alaattin Bey yanıma gelerek ‘Hoca Efendi’ye durumu anlattık. Kendileri ‘Turgut Özal garanti verirse teslim olurum, gider ifade veririm’ diyor dediler. Taleplerini Turgut Bey’e ilettim.

İsmail’i (Burdur Valisi) aradım ve ‘Sen git iyice savcıya sor. Hoca teslim olur ve içeri alınırsa hoş olmaz. Çünkü araya biz giriyoruz’ dedim. İsmail, Burdur Savcısı ile konuşup beni aradı. ‘Sorun yok, tutuklamayacaklar, sadece ifadesini alıp bırakacaklar’ dedi. Sonra Mevlüt Bey ve Alaattin Bey’le Turgut Özal’ın yanına gittik. Özal da onlara, ‘Mehmet’in söylediği benim söylediğimdir’ dedi. Birkaç gün sonra da Fethullah Hoca İzmir’de teslim oldu, ifadesini aldılar ve serbest kaldı.”

Gül’ün genelgesi

Cemaatin her alanda olduğu gibi eğitimde de en çok serpildiği dönem ise AKP’nin iktidar yılları oldu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 16 Nisan 2003’te gönderdiği genelge ile büyükelçilerden Gülen cemaati ile temas ve işbirliğinde bulunmalarını istedi. Gül’ün genelgesinde cemaat okullarının Türkiye kurumu olarak tanıtılması istendi, okulları ziyaret edecek resmi heyetlere refakat edilmesi talimatı verildi. Genelgelerin üzerinden 16 ay geçtikten sonra, Ağustos 2004’teki MGK toplantısında “cemaate karşı bir eylem planı hazırlanması” yönünde tavsiye kararı alındığı ise AKP-cemaat kavgasının başlamasının ardından, 11 yıl sonra ortaya çıktı. Dışişleri Bakanlığı da genelgeyi 2014’te kaldırdı.

Akın İpek: Bir tek Halley bisküvilerini bilirim

Bugün ve Kanaltürk’un eski sahibi Akın İpek, yazı dizimizin savcılık iddianamesinden alınan, Kanaltürk Bugün logolarının cemaatin simgelerinden olan Halley kuyrukluyıldızı olduğu iddiaları ile ilgili şu açıklamayı gönderdi: “Logomuzu benim grafik ekibim çizdi ve dayanağı Türk bayrağındaki ay yıldızdır. Halley yıldızı aklımın ucundan bile geçmedi. Zaten Halley kuyrukluyıldızının görsellerine bakarsanız neye benzediğini görebilirsiniz. Uzaktan yakından hiç bir ilgisi yok. Bu kadar saçma bir iddiayı da hiç duymadım. Bildiğim Halley bisküvileri var sadece.”