Gündem

Gezi Direnişi’nin küresel arka planı: Tükenen liberalizm

Yerel dinamikler farklı ülkelerin isyan trenine binmesinde elbette etkili olmuştur; ancak birdenbire benzer ayaklanmaların bütün dünyayı neden sardığını sadece yerel olgular açıklayamaz

27 Haziran 2013 03:12

 

Cihan Tuğal

 

Neden bütün dünya son birkaç yıldır isyanlarla çalkalanıyor? Gezi direnişi Yunanistan’da, Tunus’ta, Mısır’da, İspanya’da, Amerika’da, şimdi de Brezilya’da olup bitenden ayrı düşünülebilir mi?

Yerel dinamikler farklı ülkelerin isyan trenine binmesinde elbette etkili olmuştur; ancak birdenbire benzer ayaklanmaların bütün dünyayı neden sardığını sadece yerel olgular açıklayamaz. Ortak arkaplan, her şeye fiyat biçen, her şeyi piyasadaki değerine indirgeyen (yani "metalaştıran") liberal projenin sınırlarına ulaşmış olmasıdır. 2008’de barınma hakkını spekülasyonla gaspeden emlak-finans piyasası Batı’da çökmüş; bunun üzerine yüz milyonlarca insan bir gecede yoksullaşmıştı. Türkiye’de ise talan çılgınlığı iki tane ağaca toslayıp rayından çıktı; ağaçlar devletin baskı aygıtlarına dahi rotasını şaşırttı.

Bu anlamda – sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada – "iki  ağaç," metalaşmanın sınırlarının simgesi olma potansiyeline sahip. Toplum ve doğa, her parkın, her ağacın alınır satılır olmasını kaldıramaz hale gelmistir. Ağacın hayatımızdan parayla, iknayla, hileyle, dozerle, olmazsa polis zoruyla çıkartılmasının kenti yaşanılmaz kıldığını kim inkar edebilir? "Mesele iki ağaç meselesi değil" diyerek eli yükselttiğini düşünenler, aslında liberalizmin küresel iflasını Türkiye’nin rejim krizine indirgeyerek, Gezi Direnişi’ni dar  bir çerçeveye mahkum ediyorlar.

2008 mali çöküşüyle birlikte teşhir olan serbest piyasacı proje, ilk başta İzlanda ve Yunanistan’da patlamalara yol açtı. 2010’un sonlarında, Tunus rejimine karşı siyasi bir başkaldırıya dönüştü öfke. Mısır, 2011’in başında kervana katıldı. Ama eski rejimin kalkınma siyasetine karşı işçi direnişi ve örgütlenmesi, zaten yıllardır hız kazanmaktaydı Mısır’da. Arap ülkelerinde (2013’e geldiğimizde bile bir devrimle sonuçlanamamış olan) devrimci süreçler, kısa zamanda İspanya ve Amerika’daki ayaklanmaların da fitilini yaktı.

Bu küresel devrimci zincirin en şaşırtıcı halkası Gezi ayaklanması oldu şüphesiz. Diğer ülkelerde patlama açık olarak eşitsizliği, yoksullaşmayı hedef almıştı. Türkiye ise (zincire daha sonradan eklenecek Brezilya gibi) mutlak yoksulluğun azaldığı bir ülkeydi. Eşitsizliğin, işsizliğin, görece yoksulluğun rakamsal olarak şiddetli şekilde yaşanmasına rağmen, bu konular dar anti-kapitalist çevrelerin dışında politize edilemiyordu. Gezi Direnişi, tam da böyle bir ülkede, liberalizmin başarılı olduğunda bile nasıl yıkıcı nitelikler taşıdığını açığa vurdu. Bankalardan, plazalardan, fildişi kulelerden meydanlara inen orta sınıf gençlik, kenti ve hayatı dayanılmaz hale getiren serbest piyasacılığa (ve arkasında duran demokratik polis devletine) isyan bayrağını çekti. (Diğer toplumsal kesimlerin isyana desteği, şimdilik gelgitli bir yapı arzediyor). Gençlik, insafsızca satılan, el konulan, yağmalanan ortak alanlarına sahip çıktı, çıkıyor.

Bugünden sonra, Gezi’nin ilham verdiği Brezilya’ya başka bir "başarılı" ülke daha eklenirse şaşmayalım. 2008 sonrasında bu ülkelerde mali çöküş yaşanmamış olabilir, ancak doğal ve toplumsal doku (her ağacın ve barınağın üzerine bir fiyat etiketi yapıştırıldığı için) harap halde. Brezilyalı çapulcuların da vurguladığı gibi: (piyasanın yarattığı sahte cennetle yaşanan) aşk bitti; artık her yer Türkiye.

 

Alternatifleri kurma vakti

 

Küresel ayaklanma, serbest piyasanın yıkımına ve katılımcı demokrasinin yokluğuna karşı; ama neye taraf, bu belli mi? Her şeye fiyat biçen liberal projenin somut olarak aşılabilmesi için, devlet denetiminin de ötesinde yeni kuvvetlerin ortaya çıkması gerekiyor. Tüm bu direnişlerin geliştirdiği alternatif taktik ve mekanizmaların, alternatif bir ekonomiye evrilmesi bir çıkış yolu olabilir.

Yine de, varolan direnişlerden, yapısal dönüşümler beklemek fazla safdillik olur. Zira elimizde ne geniş kitlelerce bilinen ve gönül verilen bir alternatif var, ne de böyle bir alternatifi uygulamaya koyabilecek toplumsal örgütlülük. Dolayısıyla, serbest piyasacı saldırganlığın, doğa kıyımının, polis şiddetinin, otoriter arzuların, vb. frenlenmesi gibi zaferler elde edilebilir, ancak (devrimci dalganın en coşkulu yaşandığı ülkelerde dahi) ufukta makro iktisadi ve siyasi değişimler görünmüyor.

2011-2013 dalgasının ana sonucu kültürel değişimler olacaktır. (Polis korkusunun aşılması, kapitalizme olan inancın yıpranması, direnişin – hatta barikatların – popüler kültürün parçası haline gelmesi, vb). Fakat, bizi bekleyen kaçınılmaz (iktisadi ve siyasi) yenilginin ileride olası zaferlere dönüştürülmesi için, bugünün direnişlerinden doğru derslerin (ve örgütlenmenin) çıkarılması elzem. Yani, bugünün küçük kazanımları, yarının kökten değişimlerinin yolunu açabilir.

 

Sol liberalizmin de sonu

 

Şunu gözden kaçırmamak gerekiyor: Sınırlarına ulaşan sadece kuru iktisadi liberalizm degil, aynı zamanda serbest piyasacılığın orasını burasını törpüleyen sosyal liberalizmdir. Brezilya’daki "aşk"ın krizi bize bunu gösteriyor. Sosyal liberalizm aslında, liberalizmin kepceyle aldığını kaşıkla geri iade etmenin kibarca ifadesi. Brezilya ayaklanması, yanıltıcı reçetelere sarılmamızın kapılarını da kapatıyor.

Gezi ayaklanması, son umutlarını sosyal liberalizmlere bağlayanlarda ciddi bir paniğe ve kafa karışıklığına yol açmıştı zaten. Panik: liberaller, can havliyle Gezi direnişinin niye Arap Baharı’na değil de Amerika ve İspanya’daki hareketlere benzediğini ıspatlama yarışına girdiler. Kafa karışıklığı:  bu karşılaştırmaları temellendirmek için Gezi ayaklanmasını "haysiyet" kavramıyla anlamlandırmaya çalıştılar. Bu tam da yaş tahtaya bastıkları nokta oldu, çünkü Arap Baharı’nın üç temel sloganından biri “karaama,” yani haysiyet! Üstelik, insan haysiyetini tehdit eden sadece (liberallerin bağlamından kopararak vurguladığı) tek adam otoriterliği değil, metalaşma ve polis şiddetidir de. Gezi direnişi, Tunus ve Mısır ayaklanmalarının kopyası olmadığı gibi, onların yarattığı iklimden bağımsız da düşünülemez.

Haysiyet ayaklanması, kimlik ayaklanması gibi kavramlar (Gezi’yi Arap Baharı’ndan koparmak için kullanıldığı sürece), liberal projenin iflasını kurtarma çabalarıdır. Ancak mızrak artık çuvala sığmıyor. İsyan, ne demokratik bir despotun, ne de yaşam biçimlerine karşı devlet dayatmalarının olmadığı ülkelerde başlamıştı; ve hala (Tunus, Mısır, bugün de Türkiye üzerinden) despotsuz ülkelere yayılıyor. Her ülkenin özgül koşulları var elbette. Ama bu küresel isyanın ortak bir arkaplanı da var. Liberalizmin sonu başladı; örgütlü bir alternatiften bahsetmek içinse daha erken. Tünel bitiyor. Fakat henüz ucunda ışık yok. Şimdi o ışığı yakmanın zamanı.