Gündem

Genco Erkal: Ya o botun içinde siz olsaydınız?

"İnsana hakikaten mide bulantısı geliyor bunları düşündükçe"

27 Kasım 2017 12:44

Usta tiyatrocu Genco Erkal dünyanın en güncel ve en önemli meselelerinden ‘göçmenlik’ konusunu sahneye taşıdı. Erkal oyunuyla ilgili, "Başlangıçta şunu yapmak istedik, 'Siz orda olsaydınız, o botun içinde olsaydınız, ne hissederdiniz?” diye sordu.

BirGün'den Derya Aydoğan'a konuşan Erkal'ın açıklamaları şöyle:

»Küreselleştiğini iddia eden bir dünya var ama hâlâ göçmen kelimesinin yanına hemen sorun kelimesi ekleniyor. Asıl problem burda başlamıyor mu?
Asıl problem, zengin ülkeler ve çok yoksul ülkeler var. Bir taraf giderek zenginleşirken öbürü giderek yoksullaşıyor. Zengin olanlar da kendi çıkarları doğrultusunda o ülkeleri istedikleri gibi kullanıyorlar. Açlık konusu korkunç bir şey. İnsanlar karınlarını doyuramadıklarında, her şeyi yapabilirler. Oyunumuzdaki görüntülerde de görünüyor, tellerin üstünden atlamaya çalışıyorlar, elektrik akımı verildiği halde pes etmiyorlar. Ölecekleri yüzde seksen hatta belki yüzde doksan belli, buna rağmen bunu göze aldıklarına göre, işin ne kadar ciddi bir boyutta olduğunu düşünmek lazım. Onlar da biliyor, görüyorlar o botlarda kaç kişi ölüyor... Bile bile gidiyorlar. Belki ben kurtarırım diyor. Ordan kurtulsa bile öbür sınırları geçemiyor. Tamamen bir insanlık faciası. Büyük bir trajedi. Nasıl bir çözüm bulanacak bu duruma inanın bilmiyorum. Geçtikleri yolda biz varız ve o yüzden de bu durum bizi daha çok ilgilendiriyor. Pek çok Suriye’li göçmen ülkesinden kaçıp ülkemize sığındığı için aç bir şekilde yollardalar, dilenmek zorundalar.

»Hükümetin göçmenlerler politikasını nasıl buluyorsunuz? Nasıl bir yol izliyor?
Bir şeyler yapıyor ve yaptıklarını bence oy için yapıyor. Onları oy deposu olarak görüyorlar. Bir de Batı’ya karşı bir koz kullanmak için şimdi burda muhafaza ediyor. Çok ikiyüzlü bir politika. Zaten baştan her şey yanlış. Bizim ne işimiz var Suriye’de? Bütün Ortadoğu politikamız yanlış. Durup dururken birdenbire sonradan istifa ettirilen başbakanın çizdiği bir yolla, hiç ilgimiz yokken Ortadoğu denen o batak çukuruna saplandık. Oraya giren hiç kimse kurtulamaz zaten. Amerika da kurtulamadı. Saddam’ı, Libya’yı, Afganistan’ı devirdi, ne oldu? Daha kötü oldu. Bizimkiler de böyle girdiler. Başka bir ülkenin iç işlerinden sana ne? Maalesef hem bizim ülkemiz hem de Batı ülkeleri bunları pazarlık konusu olarak kullanıyorlar. En son referandumda bunu gördük. Suriye’li göçmenlere ayrıcalıklı hakların tanınması ve yurttaşlık haklarının verilmesi referandumda daha çok oy almak içindi. Aynı şekilde Batı ile bir pazarlık konusu olarak kullanılmaları, kumar oynanıyor sanki. Bende bu var, sende o var diye. Sen kapıyı kapalı tutarsan, ben de sana şu kadar para veririm deniyor.

Biri diyor ki, “Ben onları salarsam sen seçimi kazanamazsın” diyor. İnsan canı üzerinden oynanan bu pazarlık, bu kirli politika korkunç bir şey. Müthiş bir ikiyüzlülük var. Herkes çok hümanist olduğunu göstermeye çalışıyor özellikle de batılılar, çok insan sever, insan haklarına ve değerlerine sahip çıktıklarını söyledikleri halde tam tersi yani.

»Devlet çıkarı olmasa girer miydi böyle bir şeyin içine ?
Evet ama öyle, o kadar kolay olmadığını gördü. Şimdi tam tersini söylüyor. Gitti Putin ile masaya oturdu, Esat’ken Eset olmuştu şimdi yine Esat olacak. Çünkü onu destekliyor dolaylı olarak. Biz sıradan vatandaşlar olarak bir şey yapamıyoruz, sadece böyle ah ah deyip seyredip, dövünüyoruz. Onun sonucunda işte göçmenler buraya geldiler. İhtiyacı olan geldi, olmayan geldi. Bayramda oraya ziyarete gidebiliyorsan rahatlıkla oraya gidebiliyorsun demek bu. O zaman niye buraya gelip yerleşiyorsun gibi bir durum oluştu.

»Burda daha mutlu yaşayacaklarını düşündükleri için de gelmiş olabilirler. Bayramda sevdiklerini görmeye gitmek başka, yaşamak istediğin yeri değiştirmek istemek başka şeyler değil mi? Oyunda da benzer bir şey vardı.
Tabii kesinlikle. Suriye’den konuşuyorsak çok varlıklı insanlar geliyor. İran’dan da çok varlıklı insanlar kaçtılar, geldiler. Mutlaka belirleyici olan bir sürü faktör var. Oyunda söylenmek istenen de şu “Sakın buraya açlıktan geldik demeyin çünkü uluslararası yasalara göre açlıktan iltica etmek, geçerli bir sebep kabul edilmiyor Avrupa’da. Sadece savaştan kaçtığınızı söylerseniz, yırtabilirsiniz” diyorlar. Çünkü o zaman size sığınma hakkı vermek zorunda. Öyle bir ikilem var.

»Oyunda geçen, siyasetçi kendi düşüncelerini söylemek istese bile hemen çevresindekiler, düşüncesi doğru ya da yanlış, oy kaybetme, koltuk kaybetme durumunu hatırlatıyor. Bu yüzden de bizler siyasetçilerin gerçekten ne düşündüğünden asla emin olamıyoruz.
Tabii ki. Çünkü devlet politikası o. Artık kimseye inanılmıyor. Politikacıların bugün söyledikleriyle yarın söyleyip, yapacakları asla birbirini tutmuyor. Zaten siyaset bu demek. Halkı oyalamak, bir şeyleri varmış ya da yokmuş gibi gösterme. Sadece çıkarlarını düşünmek...

»Dünya için göçmenlik konusu aslında yeni başlıyor. Oyun başlarken de devamında da, zamanla belki de hepimiz bu yollardan geçeceğiz diyerek, tüm seyirciye kendini göçmen gibi hissettirmeyi mi amaçladınız?
Başlangıçta şunu yapmak istedik, “Siz orda olsaydınız, o botun içinde olsaydınız, ne hissederdiniz?” Birdenbire bir bakıyorsun ki, “Sakın yerinden kıpırdama! Kimliğini yırttın mı? Can yeleğini giydin mi?” diyorlar. Müthiş bir terör var. İnsan kaçakçısı dediklerimiz de öyle. İnsanları bir mal gibi görüyorlar. Gidebilirlerse ne âlâ ama yüzde seksen zaten o bot batacak ya da bot batmasa bile öbür taraf kabul etmeyecek. İnsanlara bu oyunda, birazcık bunu hissettirmek istedik. Siz bu durumda olsaydınız iyi mi olurdu? Oyunun sonuna doğru da, “Hepiniz birer göçmen olacaksınız” deniliyor. Nitekim yol oraya doğru gidiyor. 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerinden kaçan, siyasi iltica talep eden, sonra ‘Alamancılar’ dediğimiz bir kesim var. Tarihimizde bu göçmenlik hep var. Onun dışında daha geri giderseniz, mübadeleler var, o kadar benzeri durumlar yaşanmış ki, şimdi son yıllarda da başka bir göçmenlik başladı. Ülkedeki yönetimden haklı olarak memnun olmayan ve gelecek için endişeli olan insanlar, çocuğunu düşünerek, yurtdışında ev almaya, yatırım yapmaya başladılar. Bu da başka türlü bir göçmenlik.

»Çok az sayıdaki şanslı kişiler belki güvenli şekilde gidebiliyorlar, yeni bir hayata başlayabiliyorlar.
Evet ama o da göçmenlik. Çok mutlu bir hayat değil. Başka yerlere yerleşen tanıdıklarım var. Çoğu pişman. İnsanın ülkesini bırakıp, başka bir yere gitmesi, ana dilinin konuşulduğu, eşinin dostunun olduğu yerden ayrılması kolay mı? En iyi şartları olanlar için bile kolay değil. Memleket özlemi sonuçta... Buranın kokusu, tadı, yemekleri başka. Hepimiz bir gün göçmen olacağız cümlesi fazla fantastik bir şey değil. Hakikaten çok yakın bu. Herkes bir yerden bir yere gitmek zorunda hissedecek. Zaten biliyorsunuz en çok sermaye göçmen olan. Yurtdışındaki ‘off-shore’ hesapları düşünün vergi kaçırmak için. İnsanlar bir yerlere gidiyorlar işte. Belki sonunda ülkeler mi kalmayacak? Sınırlar tamamen kalkacak mı?

»Oyunda dilini, söylediklerini anlamadığımız bir kadının acısına ortak olup, hissedebiliyoruz. Mezarcı rolündeki adam çevirmene gerek duymuyor.
Hatta bir ara o anlıyor diye, çevirmeni kenara itip kadına anlatıyor. Çünkü o anlar diyor ben onu anladığıma göre...”Sen merak etme ölüler, toprağın altında yerleşirler, yollarını bulurlar. Kimi kıbleye döner” diyor. Evet çok güzel bir sahne o sahne.

»Duygularımız bu kadar ortakken, neden bu kadar farklı ve ayrı olduğumuzun direncini göstermeye çalışıyoruz sizce?
Siyasi olaylar çok önemli. Bu yaşa kadar çok şey yaşadım. Bir sürü askeri darbe, sivil darbe. Bir sürü iktidar gördüm. Çok sıkıntılı dönemler yaşadık ama hiç bu kadar bu toplumun bölündüğünü ve birbirine düşman hale geldiğini görmedim. Twitter’da bir şey yazıyorsunuz, birdenbire bir ordu üstünüze geliyor. Sizin ne dediğinizi anlamak zahmetine katlanmıyorlar. Onların amacı küfür etmek, seni susturmak, korkutmak, sindirmek. Yazamayasın diye yapıyorlar. O laflar duyulmasın diye. Nasıl basının nerdeyse tamamını satın aldılarsa, susturdularsa, sosyal medyada da bir şey söyleyenleri ürkütmek, korkutmak, sinir bozmak istiyorlar. Ben bilhassa yapıyorum. Biliyorum ne yazacaklarını, şimdi bunu yazınca hemen benim üstüme nasıl gelecekler diyorum. Gelsinler hadi bakalım diyorum. Müthiş bir sinir harbi aslında. Dayanması zor.

»Yaptıklarının karşılığında bir ceza olmadığını bildikleri için mi kolayca saldırganlaşıyorlar?
Biliyorlar tabii bunu. Çünkü iktidarın adamları olduğu için biliyorlar. O yüzden bugüne kadar böyle bir bölünmüşlük yaşamadığımızdan, ben çok endişeliyim. Ve giderek daha da ciddileşiyor. Şimdi bu elli artı bir meselesi girince işin içine, ne pahasına olursa olsun her şeyi yapıyorlar. Çünkü iktidardakilerin kaybedeceği çok şey var. Yani öyle şeylere bulaştılar ki, zaten Sarraf davasında da bunların hepsi ortaya dökülecek mutlaka. Öyle yerlerden öyle işler yaptılar ki, artık orda ayakları bir kayarsa çok fena gideceklerini biliyorlar ve gitmemek için de her yola başvuracaklar. Biz bunu biliyoruz. Ama söyleyeyim bu böyle devam etmez, mümkün değil. Mümkün değil böyle bir medyayla, mümkün değil böyle bir hileyle. En aşağılık işleri çevirerek, pislikle, kirli işlerle... Rüşvet, yolsuzluk... Bu pislik böyle devam edemez. Mutlaka bir yerden çözülecek. Bir yerde kopacak ama oraya gidene kadar da ülke batıyor. Ülkenin ekonomisi batıyor. Dolar fiyatlarını görüyoruz. Yandım Allah diye korktukları halde işverenler, birer birer kapatıyorlar işyerlerini. İflasa koşuyorlar. Birileri de hâlâ sarayı ayakta tutmaya çalışıyor. Kolay mı bu? Mümkün değil.

»Bu yüzden elli artı bir için mi Atatürk’e yakınlaşmaları?
Evet, düşünün olacak şey mi bu? Ama işte demek ki iktidarda kalmak için her yol mübah derler ya. Machiavelli’nin sözü. Oraya ulaş da ne yaparsan yap. Ne yoldan ulaşırsan ulaş. Korkunç bir şey bu siyaset. Mesela Devlet Bahçeli’nin o dönüşü. Yolsuzluklar karşısında söylediklerini, şimdiki cumhurbaşkanı konusunda daha önce söylediklerini düşünün, altı ay sonra ne söylediğini düşünün ve şimdi nerde olduğunu düşünün. İnsan inanamıyor. Biz eskiden unutuyorduk, bizim toplumumuzda müthiş bir hafıza kaybı vardır zaten. Hiçbir şey kalmaz, üç gün sonra unutulur. Zaten insanlar da buna güvenir, nasıl olsa unutulur diye her türlü pisliği yapar. Bugün, bir iki laf söyleseler de arkası gelmez bunun derler. Öyle de olurdu ama şimdi sosyal medyada hatırlatıyorlar eskiden söylenenleri, yapılanları. Youtube var. Bütün o konuşmalar çıkıyor ortaya. Utanmıyor mu bu insanlar ? Sen ne diyordun şimdi ne diyorsun? Aynada kendi suratına nasıl bakabiliyorsun? Herkes unutur zannediyorsun, herkesi aptal mı zannediyorsun? Ama işte öyle bir hâkimiyet var ki medyada, hem yazılı hem görsel medyasında. İnsanları hipnotizmayla, birtakım şeylerle uyutma hali var. Onlar da galiba memnunlar hayatlarından. Bazı kesimler karnımız doysun da ne olursa olsun diyorlar. Şükür vaziyetindeler. Ama bu böyle gitmeyecek.

»İktidar söylediklerini sürekli değiştiriyor. İktidarın bu değiştirdiği söylemleri savunmak zorunda kalanların durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
O insanları, medyadaki o gazetecilerin önemli bir bölümünü tanıyorum. Eski hallerini biliyorum. Bazısı çok saygı duyduğum insanlardı. Nasıl böyle döndüklerini anlamadığım gibi yarın da gene aynı süratle bulundukları yerin tam tersine döneceklerini biliyorum. İnsana hakikaten mide bulantısı geliyor bunları düşündükçe.