Gündem

Fethullah Gülen neden BBC'ye konuştu?

Fethullah Gülen'in BBC'ye televizyon röportajı vermesinin perde arkasında yolsuzluk operasyonu sonrası bazı kesimlerce Gülen cemaatine olan olumsuz tavrın değiştirilmesi olduğu savunuldu

28 Ocak 2014 10:46

Fethullah Gülen’in 16 yıl aradan sonra ilk defa bir televizyona çıkarak BBC’ye röportaj vermesi AKP’ye yakın bazı medya kuruluşları ve taraftarlarınca uluslarası işbirliğinin bir parçası olarak lanse edildi. Gülen’e yakın kişilerden olan Zaman gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, Gülen’in BBC’yi tercih etmesinde yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası belirli kesimlerce cemaat hakkında oluşan olumsuz düşünce ve algının açıklığa kavuşması amacının etkili olduğunu savundu.

“Saygın bir kuruluş olması, yayın ağının genişliği, röportajın başka dillere çevrilerek o yayın ağı içinde bulunan ülkelerde yayınlanması Gülen’in BBC tercihinde etkin bir rol oynadı” diyen Kurucan, “Dershane kapatma tartışmalarının alevlendiği günlerde Amerika ve Avrupa başta olmak üzere onlarca yabancı basın kuruluşundan röportaj teklifleri geldi Gülen'e, ancak yolsuzluk operasyonu sonrası problemin hem farklı alanlara taşınması hem de global hale getirilmesinden dolayı röportaj vermeyi kabul etti” ifadesini kullandı.

Gülen 22 Ocak 2014'te Wall Street Journal'a e-mail yoluyla mülakat vermiş, yine AKP'ye yakın bazı medya kuruluşlarınca "Yahudi cemaati gazetesi" olarak nitelendirilen gazeteye konuşması büyük tepkiye yol açmıştı.

Ahmet Kurucan’ın Zaman gazetesinde “Neden BBC’ye konuştu?” başlığıyla yayımlanan (28 Ocak 2014) yazısı şöyle:

En son söyleyeceğim cümleyi ilk başta söyleyeyim; Wall Street Journal Gazetesi ile BBC Televizyonu'na verilen röportaj teklifleri Hocaefendi'den değil, adı geçen basın kuruluşlarından geldi.
 

Bu röportajlara ilk elden şahit olduğum için hem tarihî sorumluluğumu yerine getirmek hem de röportaj verilen kuruluşların sahipleri, yayın politikaları, dağılım alanları gibi hususlardan hareketle su-i zannlara giren insanlara hadisenin perde arkasını anlatmak için kaleme alıyorum bu yazıyı.

Dershane kapatma tartışmalarının alevlendiği günlerde Amerika ve Avrupa başta olmak üzere onlarca yabancı basın kuruluşundan röportaj teklifleri geldi Hocaefendi'ye. Hâlâ daha gelmeye devam eden bu tekliflerin hiçbirine sıcak bakmadı. Kendine has üslubu içinde mezkûr tekliflerin hepsini geri çevirdi. Yakın çevresindeki insanların aksi istikametteki görüşleri ve kanaatleri, Hocaefendi'nin kararını değiştirmesinde etkili olmadı.

İhtimal şöyle düşünüyordu Hocaefendi: “Bu, Türkiye'yi alakadar eden bir iç sorun. Kamuoyunda böyle bir algı meydana getirilmiş olsa da biz camia olarak yaşanan hadiselerin tarafı değiliz. Bununla beraber eğer kendi duygu ve düşüncelerimizi ifade edeceksek iletişim kanalları açık. Herkül.org sitesi vasıtasıyla düşüncelerimizi rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Türkiye'deki medya ile de görüşülebilir. Onun için dış dünyayı bu işe karıştırmanın bir manası yok.”

Kasım ayı sonlarına hatta aralık ayının ilk günlerine kadar geçerli olan bu düşünce Sayın Başbakan'ın Hizmet'i hedef alan ve hakaret dozajı her geçen gün artan gönül yaralayıcı konuşmaları ile ayrı bir mahiyet kazanmaya başladı. Hiçbir somut delile dayanmadan gazete manşetlerinden yapılan suçlamalar, adliye ve emniyet teşkilatında yapılan ve kıyım halini alan tayin ve tasfiyelerin bir kısım medya tarafından Cemaat karşıtlığı şeklinde sunulması, sözünü ettiğim mahiyet değişikliğinin ayrı bir boyutunu teşkil etti. Ama bunların içinde birisi var ki, tam bir kırılma noktasını oluşturdu; o da büyükelçiler toplantısında Sayın Başbakan'ın yaptığı o talihsiz konuşma. Zira bu konuşma, problemi Hizmet'e bakan veçhesiyle uluslararası boyuta taşıdı.

İnsanlığa hizmeti Hakk'a hizmet olarak gören, Türkiye'de Türk-Kürt, Alevi Sünnî, dünyada ise bütün insanların kardeşlik atmosferi içinde yaşaması için nice fedakârlıklara katlanarak dünyanın 160 ülkesine dağılmış insanların dünya genelinde “çete, örgüt, ihanet şebekesi” gibi karalamalara hem maaşlarını bizim vergilerimizle alan büyükelçiler vasıtasıyla başlanacak olmasına hangi müstakim akıl, hangi vicdan evet diyebilirdi ki ve diyebilir ki? Türkiye'nin yerli tek markası olarak kabul edilen ve ses bayrağımız Türkçenin bir bayrak gibi dalgalanmasını sağlayan bunca masum insanın emeklerinin farklı oyunlara kurban edilmesine hangi gönül razı olabilir ki? Hocaefendi gibi hayatını Hizmet'e vakfetmiş bir insanın Türkiye'nin itibarına dokunacak hale getirilen bu sorun karşısında susması düşünülebilir mi? Elbette hayır.

Tam bu aşamada yakın çevre, sürekli artan röportaj tekliflerini Hocaefendi'nin önüne bir daha koydu. Hocaefendi de problemin hem farklı alanlara taşınması hem de global hale getirilmesinden dolayı röportaj vermeyi kabul etti. Ben şahsen bu tabloyu şöyle okuyorum; Hocaefendi kendi düşünce, istek ve arzusuna değil çevresinde yer alan kişilerin ortak kanaatine, kolektif şuurun verdiği karara göre hareket etmiştir ve kendisine rağmen davranmıştır.

Niçin BBC?.. Cevabı basit bu sorunun; saygın bir kuruluş olması, yayın ağının genişliği, röportajın başka dillere çevrilerek o yayın ağı içinde bulunan ülkelerde yayınlanması BBC tercihinde etkin bir rol oynadı. Ve 16 yıllık bir aradan sonra Hocaefendi, ilk defa görüntülü röportaj verdi. Bunun ilk uluslararası yayın kuruluşuna verilen görüntülü röportaj olması, Hocaefendi röportajları açısından ayrı bir ilki oluşturuyor.

Hissiyatını ifade edeyim; can-u gönülden istekli değildi röportaj vermeye. Ses tonundan zaten hastalığını hissedeceksiniz. Hatta BBC röportajının yapıldığı günün bir önceki akşamında rahatsızlığı artınca röportaj zamanı için BBC'ye “doktorların kontrolü ve müsaadesi nisbetinde” denildi. Onlar da kabul ettiler.

Başa döneyim ve bitireyim; Hocaefendi'nin Türkiye'ye hitap etmesi için iletişim kanalları açık. Amaç Türkiye'de gündemi etkilemek olsa sırada bekleyen onlarca Türk gazetesine veya televizyonuna röportaj vermekle kâfi. Ama maalesef sorun Türkiye sınırlarını çok aştı, sorumsuz politikalarla global hale getirildi. Brüksel seyahatinden de gördüğümüz üzere yurtdışındaki algı, yolsuzlukla başlayan sürecin bütün Türkiye'yi ilgilendiren demokrasi, hukuk ve özgürlükler sorunu olduğu yönünde. Dünya, yaşanan gerçekleri çoğulcu, şeffaf, hesap veren devletten otoriter bir devlete savrulmanın izleri ve emareleri görüyor. Nitekim BBC'nin soruları da bunu gösteriyor. İşte Hizmet'in taraf olarak gösterildiği bu noktada susma, çare olmaktan çıktı ve global bir kanalda konuşma zarureti hasıl oldu.

İnancımız tam. Allah her şeyi görüyor ve biliyor. Ama ne çare ki sebepler dünyasında yaşıyoruz. Devletin tüm imkânları kullanılarak yargısız infazlara maruz bırakılan insanların ve dünyanın dört bir yanına dağılmış fedakârlar kadrosunun hak ve hukukunu müdafaa etmek için Hocaefendi'nin kendisine uzatılan mikrofona konuşmasından daha tabii bir şey olamazdı ve olamaz.

Belki bazıları inanmayacak burada yazdığım perde arkası malumata. Önyargılarının, şartlanmışlıkların esiri olarak niyet okumalarla yorumlar yapmaya, tezviratlarda bulunmaya devam edecekler. Varsın olsun. Kendileri bilirler. Ben elhamdülillah Müslüman'ım ve Müslüman, yalan söylemez.

İlgili Haberler