Yaşam

Fazıl Say: 10 ay hapis cezası alınca çok sevindim

Fazıl Say: Türkiye böyle devam ederse bizim istediğimiz tarzda yaşayabileceğimiz bir yer olmayacak. Devam etmemesi lazım bunun. Birey olarak elimizden pek de bir şey gelmiyor

17 Kasım 2013 16:59

10 ay hapis cezasıyla almasıyla ilgili konuşan Fazıl Say, “Çok sevindim. Mahkeme ilk açıldığında çok kızgın ve üzgündüm. ‘Fazıl Say’ı hapse atın’ diyen medyanın o yoğun baskısı beni çok üzdü. Ben kimseye bir kötülük yapmadım. Ve bana bir kötülük yapıldı. Çünkü bu davanın elle tutulur yanı yok” dedi.
Sosyal paylaşım sitesi Twitter’da Ömer Hayyam’a ait olduğu iddia edilen dizeleri paylaşması üzerine açılan davada “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak” suçlamasıyla 10 ay hapis cezasına çarptırılan dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Hürriyet gazetesinden İhsan Yılmaz’a konuştu.

İhsan Yılmaz’ın Fazıl Say ile yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:

20 yıl önce bestelediğiniz şiirlerden oluşuyor albüm. İlk besteleriniz miydi bunlar?

- Beste değil de ilk şarkılar. Bestelerim vardı daha önce yaptığım. 1994’te bunları besteledim. Şiiri çok severim ve o yıllarda da çok okurdum. Şiirlerini bestelediğim şairleri de bizzat tanırdım zaten. Cemal Süreya, Metin Altıok babamın en yakın arkadaşlarıydı. 1970’lerde babam Ankara’da Türkiye Yazıları dergisini çıkartırdı. 7-8 yaşlarındaydım. Onlarla beraber akşamları tavukçuya giderdik. Hemen her akşam buluşurlardı. Bazen İstanbul’dan Yaşar Kemal, Aziz Nesin falan da gelirdi. Turgut Uyar, Edip Cansever olurdu. Ama Metin Altıok ve Cemal Süreya değişmezdi, babam onlara çok yakındı. Ben o akşamlarda gece geç saate kaldıkları için sandalyeleri birleştirip yaptıkları yatakta uyurdum. 18-19 yaşından sonra şiirlerini de keşfedince değerlerini daha iyi anladım.

Ne etkiledi o şiirlerde sizi, beste yapma isteğini verecek kadar?

- Bu şairlerin şiirleri aynı zamanda bizim yaşam tarzımız. Şiirle insanın ilişkisi böyledir aslında. Bizi temsil eder o dizeler. O yüzden edebiyat müzik buluşması gibi soğuk bir laf değil, su içmek kadar doğal bir yaklaşımdır bu. Albümde 10 şarkı var ama toplam 30’a yakın şiir bestelemişim. Nâzım Hikmet’in iki üç şarkısını Nâzım Orotoryosu’nda kulandım. Metin Altıok’un şiirlerini de Metin Altıok Ağıtı’nda kullanmıştım. Muhyiddin Abdal’ın ‘İnsan İnsan’ şiirini film müziği olarak bestelemiştim ve kayıt da yapmıştık ama film iptal oldu. Gezi Parkı olayları sırasında internette en çok paylaşılan bestelerden biriydi. Benim için önemli olan bu şairlerin hepsine yakın olmak.

Bunları bir albümde toplama fikri Serenad Bağcan’ı tanıyınca mı oluştu?

- Fikir hep vardı. Aradan 20 yıl geçince şimdi bir arşiv hazinesini çıkartıyoruz gibi bir durum oldu. Birincisi, bu şarkıları söyleyen kişinin olağanüstü bir yorumcu olması lazım. Çok zor parçalar çünkü. Aynı zamanda şiiri performe edebilmesi gerekiyordu. İki, güzel bir kadın sesi lazımdı. Erkekler de söyleyebilir bu besteleri ama benim kafamdaki hep bir kadın sesiydi. Üç, bunu yapan insanın klasik müzik eğitiminden geçmiş olması ama türkü ve popüler müzik geleneğinden de geliyor olması lazımdı. Operacıların söylediği tarzda türküler hep bir handikaptır. Popçuların söylediği klasik aryalar da. Hepsini içselleştirmiş bir yorumcuya ihtiyaç vardı. Onu bulmak da kolay değil.

Serenad Bağcan’ı nasıl keşfettiniz?

- Bir Nâzım Oratoryosu temsilinde Sertab Erener rahatsızlanıp gelemeyince koroda yer alan Serenad, “Ben parçayı söylerim” dedi. ‘Memleketim’i çıkıp Sertab’ın yerine söyledi. İki üç dakika bir sesizlik oldu parça bitince, sonra uzun bir alkış geldi. Çok beğenildi ve “Bundan sonra bu işi Serenad yapacak” dediler ve ben de öyle düşünüyordum. Sonra Serenad’la diğer parçaları denedik, hepsine yakışıyordu. Kayda geçildi ve ‘İlk Şarkılar’ı böylece çıkardık.

Albümdeki 10 şiir neye göre bir araya getirildi?

- Benim üç senfonim, iki orotoryom, 12 konçertom, 50’ye yakın da oda müziği eserim var. Dünyanın herhangi bir yerinde bu akşam bile mesela benim bir eserim çalınıyor olabilir. Bir klasik müzik bestecisinin portföyünde bunlar da olmalı. Bu benim Türk kültürüne karşı görevlerimden biri. 20 tane daha bestem var albüm dışında kalan. Bestelemek istediklerim var daha. Attilâ İlhan’ın ‘Başka Yerde Olmak’, Haydar Ergülen’den ‘Kedili Gazel’... Sonra başka Can Yücel ve Cemal Süreya şiirleri var. Mesela Turgut Uyar’ın ‘Göğe Bakma Durağı’nı besteledim.

Albümde bir Ömer Hayyam şiiri de var. Ve bir Hayyam şiirini Twitter’da paylaştığınız için hapis cezası aldınız. Ne hissettiniz o karar çıktığında?

- Çok sevindim. Mahkeme ilk açıldığında çok kızgın ve üzgündüm. ‘Fazıl Say’ı hapse atın’ diyen medyanın o yoğun baskısı beni çok üzdü. Ben kimseye bir kötülük yapmadım. Ve bana bir kötülük yapıldı. Çünkü bu davanın elle tutulur yanı yok. Birincisi demediğim şeyler yüzünden yargılandım, ikincisi gerçek anlamda kimseyi incitecek bir şey yok. Kimsenin benim sayfamı takip etme zorunluluğu yok. Mahkeme kararı tamamen asılsız. Bu kararın çıkması için dediklerim yüzünden olay çıkması lazımdı. 216’ncı madde, halkı kin ve düşmanlığa sürüklüyor. Bir hukuksuzluk yaşandı. Bütün dünya arkamda bu konuda. Böyle bir şeyi delilik olarak görüyorlar. Ve bu Türkiye’ye büyük puan kaybettirdi. O hırsım geçtikten sonra çıkan 10 ay hapis cezasını güle oynaya kabul ettim.

Tehdit aldınız mı o süreçte?

- Aklın hayalin almayacağı kadar. Ama tehdidi ne kadar ciddiye alacaksın? Günde bin 500 tehdit alırsın da bunun hangisini ciddiye alacaksın? Twitter’dan gelen tehdit ne kadar tehdittir, bilemiyorum. Olabilir de ama... Sinir bozucu bir-iki yıl geçirdim. Diğer yandan da müziğe çok konsantre oldum. 12-17 saat çalıştığım günler oldu.

Üretken bir dönem oldu o zaman?

- Dev gibi eserler besteledim. ‘Mezopotamya’yı, ‘Universe’i, ‘Su’yu ve oda müziği eserleri besteledim. Gezi Parkı bestesi yaptım.

Gezi Parkı bestesi bitti mi?

- Gezi Parkı üç bölümden oluşuyor. İlk bölümü iki piyano ve orkestra için. Onu Almanya’da Ferhan ve Ferzan Önder Kardeşler çaldı. Üç bölümlü bir eser olacak. Birinci parça 30 ve 31 Mayıs günlerini anlatıyor. Yani olaylar patlak vermeden hemen öncesini. Bölümün sonunda da o sabah erkenden yapılan polis baskını var. İkinci parça bir piyano solosu. Onu kendim çalacağım. O da 1 ve 2 Haziran direniş günlerini, o TOMA’ları, biber gazlarını, sıkılan kurşunları anlatıyor. Üçüncü bölüm de Gezi Parkı’nı felsefi olarak değerlendiren bir şarkı olacak. Şarkının sözleri de dünyanın her yanından atılan tweet’ler olacak. Her dilden Gezi ile ilgili atılan tweet’lerden bir şiir oluşturulacak. Bir tweet Almanca, öbürü Japonca, diğeri Türkçe olabilir.

Bir eser yazacak kadar ne etkiledi Gezi’de sizi?

- Hayatımda bunu yaşamak çok güzel oldu diye düşündüm. Hem genel atmosfer hem de kendi başıma gelenlerden, tüm ümitlerim tükenmişti. Sanki küllerimden doğmuş gibi bir şey hissettim. O kadar sevindim ki, direnen var, yaşamak isteyen var diye. Bu zulme, bu baskıya karşı. Umut kazandık. Bir sonuç vermesi gerekmiyor Gezi Parkı’nın. Siyasete dönüşmesi de gerekmiyor. İnsanların böyle hislerinin olduğunun dünya tarafından bilinmesi önemliydi. Dünyanın bize bakışı değişti. Ve hükümetin prestiji tüm dünyada sıfıra indi ve orada kaldı. Kendileri bilirler, aynı şeyi devam ettiriyorlar çünkü. Bizim umutlarımızın artması çok güzel bir his ama.

 

Tartışma yok linç var

 

Türkiye’yi terk etme isteğini dile getirmiştiniz. Gezi onu sildi mi?

- Gitmek istiyorum cümlesini insan sinir harbi içinde söyleyebiliyor. Bu kadar insanın eleştirisi, küfür, tehdit, aşağılama, itibarsızlaştırma... Bütün bunlar kime yapılsa, “Eeh çekip giderim” der. Bu psikolojik bir şey. Ciddiye alınır bir yanı tabii ki var. Ayrıca çekip gitmekle gitmemek arasında çok da fark yok. Küçük bir gezegende yaşıyoruz, Facebook’un, Twitter’ın olduğu sürece aynı şeyleri yaşamaya devam edersin. Karşı taraf bunu ‘ne zaman gideceksin’e dönüştürdü ki bu çok çirkin ve ilkeldi.

Çekip gitme isteğini biraz da kızınız Kumru’nun geleceğini düşünerek söylemiştiniz. Kumru büyüdü, genç kızlığa adım attığı bir döneme geldi. Bu kez de ‘kızlı-erkekli’ tartışmaları yaşanıyor...

- Türkiye böyle devam ederse bizim istediğimiz tarzda yaşayabileceğimiz bir yer olmayacak. Devam etmemesi lazım bunun. Birey olarak elimizden pek de bir şey gelmiyor. Ne yapabilir bir piyanist, gazeteci ne yapabilir ki? Toplanıp bir milyon kişi olsan da ne olacak, karşına polisi dikiyorlar. Devreye akıl ve ruhun girmesi lazım. Türk toplumunun 2014 seçimlerinde kararını vermesi, böyle gitmek istiyorsa devam etmesi, istemiyorsa da ona göre karar vermesi gerek. Ama toplumun çağdaş yolda gitme isteğine dair ümitlerim arttı.