Söyleşi

Evliya Çelebi'nin izini sürerken koyun hırsızı damgası yediler

Caroline Finkelve ekibi, Evliya Çelebi'nin hac yolculuğunun rotasından 'at sırtında' uzun bir yolculuğa başladı.

13 Kasım 2009 02:00





SELİN ONGUN / T24

[email protected]


“Şu yana bakın. Kovboylar gelmiş...”

“Çingene mi bunlar?”

“Yok yahu, Kurban Bayramı'na hazırlık yapan koyun hırsızları...”

“Değil değil, yabancı gezgin bunlar. Baksana Türkçe konuşmuyorlar.”

 

Yukaridaki ifadeler, 20 yıldır Türkiye'de yaşayan İngiliz tarihçi Dr. Caroline Finkel'in öncülüğündeki araştırmacı grubun, Osmanlı gezgini Evliya Çelebi'nin 1671 yılındaki hac yolculuğunun rotasını izleyerek at sırtında tamamladıkları seyahat sırasında karşılaştığı sözlerden birkaçı.

 

 “Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı” kitabının yazarı Caroline Finkel, Evliya Çelebi'nin “Seyahatnamesi” üzerine yaptığı araştırma sırasında tanıştığı akademisyenlerle birlikte 22 Eylül'de Yalova'nın Hersek köyünden “at sırtında” uzun bir yolculuğa başladı. Gezinin amacı Çelebi’nin rotasını takip ederek bölgede yaşanan değişimleri kaleme almak ve Evliya Çelebi'nin 400'üncü doğum yıldönümü olan 2011 için Seyahatname'ye ışık tutacak bir eser ortaya çıkarmak.

 

Tarihçi Finkel, 40 gün 40 gece süren “Evliya Çelebi Yolculuğu”nu www.t24.com.tr için anlattı. 

 

Anadolu'yu ilk defa 18 yaşında otostop yaparak gezmişsiniz. Şimdi de yolları at sırtında arşınladınız. Hangisi daha güçtü?

 

Otostop maceram şöyle: 1971 yılı, üniversite birinci sınıfı bitirdiğim yazdı. Üniversiteden arkadaşlar Tahran'a gidecekti, iki kişilik boş koltukları vardı. Üniversiteden bir kız arkadaşımla bu yolculuğun İstanbul'a kadar olan kısmına talip olduk.

İstanbul'da gruptan ayrıldık. İki kız, altı hafta boyunca kamyonlarda, tırlarda seyahat ederek otostopla Gaziantep'e kadar gittik. Problem yaşamadan bitirdik. Evliya Çelebi'nin rotasını izlediğimiz bu yolculuk ise olağanüstü önemli bir tecrübeydi. Kitap çalışmaları sırasında kütüphaneye kapanıp, arşiv çalışmaları yaparken kurduğum bir hayaldi bu. Bir seyyahın izini sürerek Anadolu'yu gezmek ve izlenimlerimi kitaplaştırmak istiyordum uzun süredir. Güzel bir tesadüfle 10 yıl önce kütüphanede araştırma yaparken bu gezide yer alan, İngiliz-Osmanlı kültür ilişkileri üzerine çalışmalar yapan iki profesör ile tanıştım. Zaman içinde arkadaş olduk. “Neden takip edeceğimiz büyük seyyah Evliya Çelebi olmasın?” dedik ve bu mucizeyi gerçekleştirdik.

 

'At üzerinde günde 30-40 kilometre'

 

Evliya Çelebi'nin onca seyahati içinden neden bu rotasını seçtiniz?

 

Anadolu içinde olmak istedik.  Batı Anadolu'yu derinlemesine görmek ve aynı zamanda binicilik, at kültürü hakkında izlenim edinmek istedik. Yolculuğa Hersek'ten başladık,  İnegöl, Tavşanlı, Afyon, Sandıklı, Banaz, Ovacık, Uşak, Gediz, Simav, Kütahya yolunu tamamladık. Günde ortalama 30-40 kilometreyi tamamlayacak şekilde at bindik. Neredeyse hiç asfalt yol kullanmadık; dağlar, nehirler, ormanlar arasında seyahat ettik. Hava kararmadan önce konaklayacağımız kırsalda kamp kurduk. Sabah uyandıktan sonra yine atlarımıza atladık! Bu şekilde 40 gün 40 gece geçirdik.

 

'Evliya Çelebi gibi Mekke'ye gidecek kadar vaktimiz, paramız yok'

 

Evliya Çelebi bu yolculuğa 60 yaşında 8 uşak, 3 yol arkadaşı ve 15 atla katılmış ve Mekke'ye dek gitmişti. Sizin durumunuz nedir?

 

Keşke Mekke'ye gidebilecek kadar vaktimiz ve paramız olsaydı. Biz yaklaşık 1200 kilometre yaptık. Belki 2011 yılında Evliya Çelebi'nin 400'üncü doğum yıldönümü anısına Fırat Nehri kıyısında bir seyahat daha yapacağız. Elbette o da at sırtında olacak.

 

At binmeyi ne zaman öğrendiniz?

 

Ben çiflik çocuğuyum; 17 yaşına kadar at bindim. Ardından  40 sene hiç binmedim. Şimdi 57 yaşında bu yolculuğu zorlanmadan tamamlayabildim. Bisiklete binmek gibi, unutmuyorsunuz. Ekipteki herkes sahiden iyi at biniyordu.

 

'71 yaşındaki büyükelçi eşi de ekibimizdeydi'

 

Ekip kimlerden oluşuyordu?

 

Bu yolculuktaki esas grubu dört kişi oluşturuyordu.  Ben, Ercihan Dilari (Kapadokya Avanos Akhal-Teke Biniş Merkezi'nin kurucusu), Profesör Donna Ladry ( Edebiyat ve Kültürel Çalışmalar uzmanı, Kent Üniversitesi), Profesör Gerald Maclane (Edebiyat ve Kültürel Çalışmalar uzmanı, Exeter Üniversitesi). Şimdi sayacağım kişiler ise tüm güzergâhta yer almadı. Profesör Susan Wirth (Kent Üniversitesi),  Trehese Tardif (New York Der Spiegel dergisinin fotoğrafçısı) , Andrew Byfield (Bitkibilimci Türkiye'nin 122 Önemli Bitki Alanı'nın yazarlarından) ve uzun yıllar Ankara'da İngiltere Büyükelçilği görevinde bulanan Timothy Daunt'ın 71 yaşındaki eşi Patricia Daunt. Bu arada Bayan Daunt müthiş bir biniciydi. Onun için ilk kez 1960'lı yıllarda geldiği Anadolu'da böyle bir gezi yapmak çok ilginç oldu. 

 

'Hayvan hırsızı sanılıp jandarmaya şikâyet edildik'

 

Katılımcımlar yolculuğunuz esnasında nasıl öyküler ile karşılaştı?

 

Ne mutlu ki atla ilgili hiçbir kaza olmadı. Yalnız bir iki kez atlarımız kaçtı. Hatta bir defa yedi  sekiz kilometre uzaklaştılar. Dağda, ormanda karanlıkta at aradık! Ne yazık ki bir gece de uyku tulumunundan jandarmalara yapılan şikâyet üzerine uyandırıldık.

 

 

Neden?

 

Aslında genel olarak gittiğimiz yerlerde yaşayanlar bizi çok sevdi. Yaptığımız gezi ile gurur duyduklarını söylediler. Ama tabii arada bir bizden şüphelenenler de oldu. Koyun hırsızları! Kurban Bayramı için hayvan çalmaya gelmiş olabilirler” diyerek şikâyetçi oldular. Defineci ya da Çingene olduğumuzu sananlar da çıktı.

 

'Sizi köyümüzde istemiyoruz' diyen muhtar

 

Nerede oldu bunlar?

 

Biri Bursa yakınlarındaki Çentikçi köyünde, diğeri Ovacık köyünde. Ovacık köyü Evliya Çelebi'nin rotasında olmayan bir yerdi. Bu köyün at binicileri için inanılmaz uygun ve güzel bir yapıya sahip olduğunu öğrenince güzergâhımıza ekledik. Ama köyün yeni muhtarı bizden memnun olmadı. Ve ne yazık ki “Sizi köyümüzde istemiyoruz” gibi bir terslik oldu. Jandarmalar ise bu durumdan çok mahcup olup üzüldüler. Gece vakti muhtarla yaşadığımız bu olayın ardından sabah erkenden oradan ayrıldık.

 

'Ne yazık ki Anadolu'da at kültürü unutulmuş'

 

Sonra?..

 

Böyle birkaç durumun dışında hep iyi karşılandık. Köylüler bizimle ekinlerini, yetiştirdikleri sebze meyveleri paylaştılar. Geceleri kamp ateşimizde oturup bizimle sohbet ettiler. Ama belirtmeliyim ki, Anadolu'da neredeyse at kültürü, at hayatı unutulmuş. Köylerde bile tek tük at var. Çocuklar at görmemiş. Bizim atları görünce çok ilgi gösterdiler.  İhtiyarlar ise  “Bir zamanlar biz de at binerdik” diyerek duygulandı. At neredeyse nostalji olmuş. Tabii özellikle Kütahya yakınlarındaki rahvancıları, ciritçileri saymazsak. 2009 senesinde Kütahya'da, Afyon'da, Uşak'ta şehir içinde trafikte at görmek mümkün. Ama  mesela İnegöl'de hiç atlı yok. “Çingeneler rögar kapaklarını çaldığı için şehirde atlı istemediklerini”  söyleyenler oldu. Bir başka gözlemim şu: Türkiye'nin gündemindeki “muhafazakârlaşma” meselesi köylülerin gündeminde yer almıyor.

 

'Köylerde muhafazakârlaşma meselesi yok'

 

Kırsal alandaki muhafazakârlaşma tartışması genellikle alkol tüketimi ve kadın-erkek ilişkileri üzerinden sürüyor. Siz mesela istediğiniz yerlerde rahatlıkla içki içtiniz mi?

 

Mesela geceleri konakladığımız yerlerde kamp ateşi yakıyorduk. Civarda yaşayan köylüler de zaman zaman bize katılıyordu. Kimi bizimle içki içiyordu, kimi içmiyordu. Bu gruplar kadınlı erkekli herkesin rahatlıkla sohbet ettiği oluşumlardı. Bence köylerde bu anlamda  bir muhafazakârlaşma meselesi yok. Herkes çok rahat. Ama tabii bazı şehirlerde alkol bulmak zor. Örneğin Konya'da, Kütahya'da belirli dükkânlarda içki satılıyor.

 

Gittiğiniz yerlerde en çok hangi soru ile karşılaştınız?

 

Ne güzel Evliya Çelebi'nin hatırası için bu kadar yol gelmişsiniz, ama aranızda neden Türk yok?

 

Nasıl cevaplıyorsunuz bu soruyu?

 

Her gece çadırda kalacaksınız, iyi at binmeniz gerek... Sanırım bu gibi nedenlerle pek gönüllü olmadılar.

 

'Elit biniciler ve at sahipleri projeye değer vermedi'

 

Peki bu proje için Turizm Bakanlığı'ndan bir destek aldınız mı?

 

Manevi destek verdiler. UNESCO da aynı şekilde.

 

Turizm Bakanlığı'nın manevi destek vermesi ne anlama geliyor?

 

Moral anlamında projeyi desteklediler. Bu destek manevi olsa da bizim için çok önemli önemli. Örneğin UNESCO'dan da para gelmedi. Ama sponsorlara bu şekilde manevi destek verildiğini söylerek gitmek faydalı oluyor. Şöyle şeyler de yaşadık; biz bu projede Anadolu halkının at kültürü ile olan tarihi ilişkisine de dikkat çekmeyi hedefliyorduk. Bu nedenle kentlerdeki elit at sahiplerine ve binicilerine destek vermeleri için yazılar yazdım. Ama ilgi dahi göstermediler.

 

'Evliya Çelebi'ye yazık oluyor, Seyahatname'nin İngilizce çevirisi bile yok!'

 

Kim bunlar?

 

Desteği bırakın ilgi bile duymadıkları için kim olduklarını açıklamam doğru olmaz. Ayrıca birçok bankaya, kuruma ve şirkete sponsor olmaları için başvuruda bulundum. Fakat değer vermediler.  Ama ne mutlu ki Kütahya Belediye Başkanı ve Valisi bizi gerçekten destekledi. Evliya Çelebi Türkiye için çok önemli bir sembol. Bir dünya adamı, Osmanlı-Avrupa ilişikilerini değerlendirebilmemiz için bize çok önemli kaynaklar sunan bir seyyah. Üstelik politik bir figür değil. Marko Polo'yu tüm dünya bilirken onun 10 katı önemli çalışmalar sunan Çelebi neden bilinmesin? Henüz Seyahatname'nin İngilizce bir çevirisi yok. Bence Kültür Bakanlığı 2011 yılına dek bu çeviriyi uzmanlara yaptırmalı.  Böylesi dev bir eserin gizli kalmasına, Evliya Çelebi'nin tanınmamasına çok yazık oluyor.

 

'Seyyah İstanbul'da doğmuş, ama Kütahyalıları ikna edemedik'

 

Tam burada bir soru var: Evliya Çelebi'nin Kütahyalı olduğunu sanan kişilerle karşılaştınız mı?

 

O çok büyük bir tartışma... Mesela Kütahya'daki Evliya Çelebi Müzesi'nde “Bu evde doğmuştur” diye yazıyor. Oysa Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden öğreniyoruz ki ailesi Kütahyalı, ama kendisi İstanbul'da Unkapanı'nda doğmuş. Müzenin müdürleri ile bu konuda bir konuşmamız oldu. Bir türlü onları ikna edemedik. Çelebi'nin illa ki Kütahya'da doğmuş olmalarını istiyorlar. Bize “Siz tasavvuffu bilmediğiniz için yanlış anlamışsınız. Orada doğdum, demek istemiyor aslında” dediler. Kütahya'da doğduğunu düşünmek istiyorlarsa öyle yapsınlar, benim için problem değil. Ama yine söylüyorum; böylesi büyük bir figürün ve onun eserinin halen yabancı dile çevrilmemesi çok yazık.