Ekonomi

Euro, dolar ve sterlin rekor kırdı: İşte Türk Lirası'ndaki düşüşün 5 nedeni

Dolar, bu sabah 3.98 lira ile tüm zamanların en yüksek düzeyini gördü

22 Kasım 2017 21:17

Dolar, bu sabah 3.98 lira ile tüm zamanların en yüksek düzeyini gördü.

Böylece TL'nin yıl başından bu yana dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 12'yi aşarken, yılın en düşük düzeyini gördüğü Eylül ayından bu yana ise yüzde 16,85 geriledi.

Doların yanı sıra euro 4.68, sterlin de 5.28 TL ile rekor kırdı. Yıl başından bu yana liranın euro karşısındaki değer kaybı yüzde 25,43; sterlin karşısındaki ise yüzde 21,38 oldu.

Liradaki değer kaybı Merkez Bankası'nın da devreye girmesine yol açtı. Merkez Bankası, bankalararası piyasada bankaların borç alabilme limitlerini gecelik işlemlerde sıfıra düşürdü ve tüm fonlama işlemlerini yüzde 12,25 ile en yüksek faiz oranına sahip geç likidite penceresinden yapacağını açıkladı.

Piyasa uzmanlarına göre, bu hamle ile ortalama gecelik fonlama faizi yüzde 11,99'dan yüzde 12,25'e çıkartılmış olacak ve bu da aslında 25 baz puanlık "örtülü bir faiz artışı" anlamına geliyor.

Bu adımın ardından lira hafif değer kazandı ve dolar, euro ve sterlin de gün içindeki rekor düzeylerinden geriledi.

Doların TL karşısında son bir yıllık performansı

Türk varlıklarına yönelik satış dalgası yalnızca döviz piyasasında değil. Tahvil ve hisse piyasalarında da satışlar görülüyor.

Türkiye'nin 10 yıllık gösterge tahviline gelen satışlarla faizi 13 baz puan artarak yüzde 13,03 ile en yüksek düzeyini gördü.

Borsa İstanbul da bankacılık hisselerinin liderliğinde dünden bu yana yüzde 2 geriledi ve son dört gün içerisindeki toplam değer kaybı, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden bu yana en yüksek düzeye çıktı.

Lirada görülen düşüşün arkasında yatan nedenler:

1) Reza Zarrab davası

ABD'de İran yaptırımlarını delmek suçlamasıyla yargılanan İran, Türkiye ve Makedonya vatandaşı Reza Zarrab ile ilgili yargı süreci piyasaları olumsuz etkiliyor.

Zarrab ile birlikte Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da yargılanıyor.

Son dönemde Zarrab'ın savcılıkla anlaşarak, davada sanıklıktan tanıklığa geçebileceği yönündeki spekülasyonlar da piyasalarda bu soruşturmanın Türk hükümetinde üst düzey isimlere ulaşabileceği kaygılarının artmasına yol açıyor.

Zarrab ve Atilla, geçtiğimiz aylarda çıktıkları ön duruşmalarda kendilerine yönetilen suçlamaları reddetmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk operasyonlarının "ülke tarihinin en büyük tuzaklarından biri olduğunu" ve bu başarısız olunca "aynı tezgahın Amerika'da kurulduğunu" söyledi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Zarrab davasını "kumpas" olarak nitelendirdi.

2) Bankacılık sektörüne yönelik kaygılar

Türkiye'de bankacılık sektörü, özellikle 2001 krizinden sonra yapılan reformlarla ekonominin en sağlam halkalarından biri olarak görülüyor.

Ancak ABD'de görülen davada Atilla'nın yanı sıra Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan ve eski çalışanı Levent Balkan'ın da isimleri sanık olarak geçiyor.

Sanıklara "ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, kara para aklama ve kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltiliyor.

Halkbank yöneticilerinin hüküm giymesi ya da Türk bankacılık sektörüne yönelik bir yaptırıma gidilmesi kaygıları da sektöre yönelik endişeleri artırıyor.

Ayrıca geçen hafta içerisinde "Bankaların birleşme, devir, bölünme ve hisse değişimi hakkındaki yönetmelikte" değişiklik yapılmış ve Halkbank'ın başka bir bankayla birleştirilebileceği spekülasyonları doğmuştu.

Ancak bu spekülasyonlar hem Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) hem de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tarafından yalanlandı.

3) Merkez Bankası'na yönelik güvenin azalması

Merkez Bankası ile ilgili tartışmalar ve alınan önlemlerin yeterli olmaması da piyasaları kaygılandıran bir diğer etken.

Merkez Bankası, dün reel sektörün kur riskini azaltmak amacıyla Türk Lirası uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalesi yaptı. Yıl sonuna kadar bir, üç ve altı aylık toplam 3 milyar dolarlık ihale yapılması öngörülüyor. Ayrıca Merkez Bankası bugün de attığı adımlarla "üstü örtülü bir faiz artışına" gitti.

Ancak piyasa oyuncuları, Merkez Bankası'nın kur ve enflasyondaki artışın önüne geçmek için gerçekten gösterge faizi artırması gerektiğini ve bunu siyasi nedenlerle yapamamasının duyulan güveni azalttığı görüşünde.

Bloomberg'un haberine göre, Nomura Securities uzun vadede lira üzerindeki aşağı yönlü baskının devam edeceğini düşünüyor ve bunun nedenini de "iç talebin dış dengeler üzerinde yarattığı baskıyı ve süregelen siyasi riskleri dengelemek için merkez bankasının reel faizleri yeterli düzeyde artırma konusunda isteksizliği" olarak gösterdi.

Erdoğan'ın geçen hafta içerisinde "ekonomide ciddi bir operasyonla karşı karşıya olunduğunu" söylemesi ve Merkez Bankası'nı sert bir dille eleştirerek, "Merkez bankalarının bağımsızlığı var müdahale etmeyiniz. E tamam. Müdahale etmediğimiz için bu hale geliyor. 2018 için mali disiplini elden bırakmayacak ancak ekonomiyi de çok fazla sıkmadan, nefes aldıracak bir orta yolu bulmak zorundayız" demesi de bankanın bağımsızlığına dair kaygıları artırdı.

Euronun TL karşısında son bir yıl içindeki performansı

4) Geleneksel müttefiklerle yaşanan gerilimler

Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB), ABD ve NATO gibi geleneksel müttefikleriyle üst üste yaşadığı diplomatik krizler de piyasaları olumsuz etkileyen bir diğer gelişme.

AB, insan haklarına yönelik kaygılardan dolayı Türkiye'ye yaptığı mali yardımlarda 105 milyon euroluk sembolik bir kesintiye giderken, ABD de ilk kez bir NATO müttefiki için vize başvurularını dondurma kararı aldı.

NATO'nun bir simülasyon sırasında Mustafa Kemal Atatürk ve Erdoğan'ın isimlerini karşı tarafta göstermesi ve bunun üzerine özür dilemesi de son dönemde dış ilişkilerin en önemli gündem maddeleri arasına girdi.

Piyasalarda, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağının ve finansman kaynağının Batılı ülkeler olması nedeniyle yaşanan diplomatik krizlerin mali etkilerinin olmasından endişe ediliyor.

Türkiye, makroekonomik dengelerinin kırılgan olarak nitelendirildiği bir dönemde Batı ile yaşanabilecek mali bir sıkıntının başka ülkelerden alternatif kaynak bulunamaması halinde ekonomiyi daha da sıkıntıya sokabileceği belirtiliyor.

5) Ekonomide "aşırı ısınma" endişesi

Türkiye ekonomisi yeniden büyüme sürecine girmiş görünüyor. Son açıklanan verilere göre, ekonomi, yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,1 arttı. Geçen yıl ise büyüme oranı yüzde 2,9'da kalmıştı.

Bunun üzerine başta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve bazı kredi derecelendirme kuruluşları bu yıl için büyüme beklentilerini yukarı yönlü revize etti.

Ekonominin yeniden canlanma eğilimi göstermesine karşın piyasada bu büyümenin "sağlıksız" olduğu yorumları yapılıyor. Bunun temel nedeni olarak da bu büyümenin yatırımlardan değil, hem özel hem de kamunun iç talebinden kaynaklanması gösteriliyor.

Bu durum ise cari açığın artmasına neden oluyor. Geçen yıl 32 milyar dolar olan cari açığın bu yıl 39 milyar doları aşması bekleniyor.

Diğer yandan enflasyon da yükseliyor. Ekim ayında enflasyon son dokuz yılın en yüksek düzeyine ulaşırken, yıllık bazda tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 11,9, üretici fiyatlarında ise yüzde 17,28 oldu.

BlueBay Capital Varlık Yönetimi Stratejisti Timothy Ash, "İç talepten kaynaklanan büyüme, artan cari açık, yüksek enflasyon ve dış finansman açığı aşırı ısınmaya işaret ediyor. Ancak Türkiye'de politika yapıcılar bu durumu kabul etmiyor. Normal koşullar altında, dış finansman açığını kapatmak ve kırılganlıkları azaltmak için iç talebi yavaşlatmak, enflasyon baskısını hafifletmek ve ithalat talebini zayıflatmak amacıyla politika faizlerinin artırılması gerekir" dedi.