Gündem

Eski MİT'çi Cevat Öneş: Reina saldırganının içeriden yardım aldığı kesin

"MİT'te 2005 yılına kadar tek bir Fetullahçı yoktu"

09 Ocak 2017 11:58

Eski Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, 39 kişinin hayatını kaybettiği İstanbul Reina'daki terör saldırısına ilişkin olarak "Reina saldırganının içeriden yardım aldığı kesin" dedi. Öneş, 2005 yılında görevi bıraktığını belirterek " MİT'te 2005 yılına kadar tek Fetullahçı yoktu" dedi.

Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e söyleşi veren Öneş'in yanıtlaları şöyle:

Herkes şu soruyu soruyor; bu kadar yoğun güvenlik tedbirlerinin alındığı bir ortamda nasıl oluyor da bir kişi taksiyle Reina’ya geliyor, 6 dakikada 39 kişiyi öldürüp kayıplara karışıyor. Bir güvenlikçi gözüyle bu olayı yorumlar mısınız?

Eylemi yapan şahsın Kırgızistan’dan İstanbul’a gelişi, Konya’ya gidişi, Konya’da bazı ailelerle irtibatı sonra İstanbul’daki irtibatları... Bunlara bakınca bu şahıs yalnız kurt değil. Uyuyan hücre değil ancak diğer irtibatta olduğu şahıslar ve ailelerin uyuyan hücre olduğunu söyleyebiliriz. Hâlâ yakalanamadığına göre demek ki planlı bir işbirliğinin, yardımlaşmanın sonucu ortaya çıkan bir eylem. İstanbul’da bu kadar yoğun güvenlik tedbirleri ve istihbarat çalışmalarına rağmen geniş bir yardımlaşma ağı var ve yardımlaşma ağı içinde kendisinin planlı seçtiği hedefe başarılı bir eylemi var. Profesyonel bir yapıyla karşı karşıyayız. Şimdilik bu şahsın IŞİD militanı olduğuna dair kuvvetli şüpheler var. Zaten IŞİD üstlendi ve verdikleri mesajlar var. Fakat IŞİD dışında bir yabancı servis eylemcisi midir şeklinde siyasi şahısların da beyanları ve şüpheleri var.

Sizde de yabancı servis dahli şüphesi var mı?

Bir IŞİD eylemi olduğu kuvvetle muhtemel. Yalnız IŞİD’in Ortadoğu’da ortaya çıkışına bakınca muhtemel servis bağlantıları olduğu tereddütsüz ortada. Onun için o bağlantıların tespiti üzerinde önemle durulması lazım. Ancak bunu somut bir şekilde tespit etmeden ‘Şu ülke servisi yapmıştır’ demek doğru olmaz. Ama IŞİD’in bölgesel gelişmeler içindeki yeri, Türkiye ile IŞİD arasındaki sorunlar ve Fırat Kalkanı operasyonunun El Bab’da IŞİD’e yönelik etkisinin artmakta oluşu karşısında bu örgütün Türkiye’yi bir harp alanı ilan eden ve doğrudan devleti hedef alan bir eylemiyle karşı karşıyayız.

IŞİD’in kendi hedefleri olan bir terör örgütü olmakla beraber Ortadoğu’da çeşitli istihbarat servislerinin kendi çıkarları için taşeron olarak kullandığı bir örgüt olduğunu söylemek mümkün mü? 

IŞİD, Irak’ın işgaliyle başlayan bir örgütlenme ve bunun gelişmesidir. ABD’nin Ortadoğu siyasetinin yarattığı bir tepki örgütüdür. Irak ve Suriye’yi de içine alan, kontrol ettiği toprakları olan bir yarı devlet. Böylesine bir yapı Ortadoğu’daki politikalar içinde araçsallaştırılır. IŞİD içindeki grupların çeşitli servisler tarafından kullanılma ihtimali çok yüksektir.


IŞİD’in kendi hedefleri olan bir terör örgütü olmakla beraber Ortadoğu’da çeşitli istihbarat servislerinin kendi çıkarları için taşeron olarak kullandığı bir örgüt olduğunu söylemek mümkün mü?

IŞİD, Irak’ın işgaliyle başlayan bir örgütlenme ve bunun gelişmesidir. Amerika’nın Ortadoğu siyasetinin yarattığı bir tepki örgütüdür. Irak ve Suriye’yi de içine alan, kontrol ettiği toprakları olan bir yarı devlet. Böylesine bir yapı Ortadoğu’daki politikalar içinde araçsallaştırılır. IŞİD içindeki grupların çeşitli servisler tarafından kullanılma ihtimali çok yüksektir.

ABD’nin Ortadoğu politikasına karşı bir tepki örgütüyse Amerikan istihbaratı yine de IŞİD’i kullanır mı mesela?

Hükümete yakın medyaya bakarsak Reina saldırısının arkasında CIA var, hatta İslamcı bir gazete Reina saldırganının fotoğrafını montajlayarak  Obama’ymış gibi bastı.
Tabii burada ABD’nin önderliğindeki koalisyon güçlerinin Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtını desteklememesi meselesi var. Bu konuda Amerikan sözcülerinin açık beyanları da var. Yine Suriye’de ABD’nin PYD/YPG ile ilişkileri var.

PYD/YPG’nin bizim tarafımızdan PKK’nın kendisi olduğunun ifade edilmesi ve bunu bir ulusal tehdit olarak görmemiz var. Hal böyleyken bizim medyamızda ve siyaset platformumuzda Ortadoğu’daki bu bölünme ön plana çıkartılarak ‘Türkiye’yi de bölmek istiyorlar’ şeklindeki bir algı var. Bu, iç politikada ciddi şekilde kullanılıyor.

Böyle bir bakış iç politikada prim yapabilir ancak somut verilere sahip olmadan herhangi bir ülkenin ‘doğrudan parmağı vardır’ şeklindeki bir yaklaşım Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde köşeye sıkıştırıp zora sokan bir durumdur. Oysa mesenin çözümü siyasidir. Bu tür bir iç politika propagandası çözüm siyasetinin elini kolunu bağlar.

Karşı karşıya olduğumuz terör dalgasının çözümü siyasi derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Evet bütün bu olaylar terör faaliyetleridir ve buna göre tedbirler de alınmalı ama çözüm nitelikli siyaset üretimindedir. Böylesine küresel bağlantıları olan meseleleri Türkiye tek başına çözemeyeceğine göre dostlara ihtiyacı vardır. Gerek Batı blokunda (özellikle ABD ile), gerekse Rusya, Çin, İran’la iyi ilişkilerin geliştirilmesiyle mümkündür çözüm.

Siyaset, gücü maksimize etme meselesidir. Yardım alacağın ülkelerin sayısını arttırma meselesidir. Hele hele sınırlarımızdaki ülkelerle dostluk ilişkilerini geliştirme meselesidir. O bakımdan siyaset üretirken bugün iktidar yanlısı bazı basın organlarının, sosyal medyanın ve sivil toplum hareketlerinin daha akılcı hareket etmesi, Türkiye’nin çıkarlarını düşünerek meselelere bakması gerekir.

Mesele dediğiniz gibi yeni siyasi yaklaşım ihtiyacıyla ilgili olsa bile istihbarat zafiyeti üzerinde durulması gereken bir konu değil midir devlet için?

Böylesine sonuçlar varsa doğrudur istihbarat da eksiktir, emniyet de eksiktir. Reina olayına bakın Kırgızistan-İstanbul-Konya ekseninde irtibatlara bakın. Sırtında dikkati çeken bir çantayla sokaklarda yürüyor ve Reina’ya kadar kontrol noktalarını aşarak gelebiliyor. Evet polisin, istihbaratın fedakâr çalışmaları çok önemli ama demek ki boşluklar ve yetersizlikler var. O militan o boşluğu görerek o eylemi yapabilmiş.

‘İçerden yardım almış olabilir mi’ sorusu da var kafalarda.

İçerden yardım aldığı kesin.

İçerden yardım derken neyi kastediyorsunuz? Mesela Rus Büyükelçi Karlov’u katleden polis memuru gibi Türkiye’deki kurumların içinde Reina olayına karışmış kimseler olabilir mi? Böyle sorular geliyor mu sizin aklınıza?

Bu soruların aklımıza gelmesi lazım. Hele Rus Büyükelçisi’ni öldürenin bir polis oluşu ve öldürme esnasında kullandığı El Nusra’yı çağrıştıran sloganlar dikkat çekici. Tabii ki Reina olayında da güvenlik kapılarının atlatılarak gelmesi, sokaklarda dikkat çeken bir çantayla gezebilmesi, hareketlerindeki rahatlık bize sorduğunuz sorunun üzerinde durulması gerektiğini söylüyor. Ama bu ancak uzmanların yapacağı detaylı tetkikle ortaya çıkabilecek bir mesele.

Bugüne kadarki bilgiler eylemi tek kişi olarak yaptığını gösteriyor. Ancak 2014’te şahsın Türkiye’ye gelişi, Suriye’ye geçişi, Suriye’den tekrar dönüşü, en son İstanbul-Konya arasındaki irtibatlar dikkate alındığında yardım edenler olduğu ortada. Ciddi bir sistem işliyor.

Bu bize IŞİD’in Türkiye içinde önemli boyutta uyuyan hücrelerinin olduğunu gösteriyor. Öncelikle bu konu üzerinde çok önemle durulmalı. Sınırlarımızın çok açık olduğu, başlangıçtaki evrelerde IŞİD militanlarının ya da diğerlerinin Türkiye’yi geçiş güzergâhı olarak kullandıkları dönemlerde burada örgütsel bir yapı kurduklarını biliyoruz. Bunu Adıyaman’da gördük, Gaziantep’te gördük. Yakalanan IŞİD’lilerin ifadeleri de ortada.

IŞİD’in sınırlarımızı rahatça güzergah olarak kullanmasının yaygın olduğu dönemde MİT’e yönelik çok eleştiriler oldu. MİT TIR’ları olayı malum. Bazı çevrelerde ‘Türkiye, bir dönem Esad rejiminin düşürülmesi için ne kadar tehlikeli olduğuna bakmaksızın radikal grupların güçlenmesine göz yumdu’ şeklinde bir kanaat var.

Siz bu eleştirilerde haklılık payı görüyor musunuz?

Haklılık payı var da meseleyi MİT açısından değerlendirmemek gerekiyor. Başbakan Yardımcısı Sayın Kurtulmuş’un geçen haftaki beyanlarına bakın.

Suriye politikasının tamamen yanlış olduğunu açık ve somut biçimde ifade ediyor. MİT tırları meselesi, Suriyeli muhaliflere yapılan lojistik yardımlar, silah yardımları o tarihte uygulanan siyasetle bağlantılı. MİT’in bir sorumluluğu varsa kendisine verilen siyasi direktifin sonucudur. Devlet kararıyla devlet kuruluşları hareket ederler. Kendi başına kimse inisiyatif kullanamaz.

Ne yönde bir politika değişikliği gerekiyor sizce?

Biz orta büyüklükte bir devletiz. Ortadoğu’da cereyan etmekte olan vekalet savaşları küresel güçlerle bağlantılı. Türkiye bugünkü imkan ve kabiliyetleri içinde bu hareketleri kendi başına önleme ya da yönlendirme imkanına sahip değil.

‘Boyumuzdan büyük işlere kalkıştık’ mı diyorsunuz?

Başlangıçta kalkıştığımız ortada, bunu kabul etmek lazım. Başlangıçta bir mezhepsel bakış algısı yarattık. Gerçek olmasa bile öyle bir algı Türkiye’de de, Batı’da da, Rusya’da da bu oldu. Siyasal İslam’a karşı bakışın gittikçe sertleştiği Batı’da bu algı çok daha fazla etki yaptı. Türkiye-ABD ilişkilerinde bir zedelenme olduğunu da söyleyebiliriz. ABD’nin muhaliflere desteğinin çekilmesiyle birlikte Türkiye’nin muhalifleri desteklemeye devam edişi de iki ülke arasındaki diplomatik sorunlardan birisi olarak karşımıza çıktı.

Rus Büyükelçisinin öldürülmesinin ve Halep’in boşaltılmasının ardından Moskova ile yapılan garantörlük anlaşmasıyla birlikte bir değişim ortaya çıktı. Türkiye’nin Rusya ve İran’la yeni bir insiyatif alma durumu doğru bir adımdır. Bunun gelişiminde kaçınılmaz olarak Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi durumuyla karşılaşacağız.

Esad’ı Esed yaparak tamamen hiçleştirdiğimiz noktadan bugün Esad’la işbirliği yapmak gibi bir sürece girdik. Esad’ın halkına yaptığı mezalimleri tabii ki kınayacağız ancak bölgesel gerçeklik içinde Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması öncelikli olarak Türkiye’nin karşısına çıktı. Sayın Kurtulmuş’un da ifade ettiği gibi bu adımların atılması doğrudur. Öte yandan Türkiye’nin NATO içindeki konumu ve Batı ile ilişkileri de vazgeçilmez bir öneme sahip.

‘Ne kadar iyi istihbarat yapılsa da önlem alınsa da Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu terör ancak siyasi yöntemlerle çözülebilir’ diyorsunuz. Bu söylediğiniz PKK terörü için de geçerli mi?

Bu kadar kan döküldükten sonra bu iklimde barış masasına dönüşü konuşmak gerçekçi mi? Günümüzde barış sözcüğünü kullanmak dahi riskli oldu ya da en azından hassasiyet yaratıyor. Bu tip meseleler küresel güçlerle, bölgesel gelişmelerle ve Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle bağlantılı. Terör bir sonuç. IŞİD ve PKK eylemlerinde ölenlerin sayısıyla meseleye baktığımız zaman duygusal boyutta tepki veriyoruz ve o zaman sadece hamasi sözler yazılı kalıyor ama terör devam ediyor.

PKK 1984’te ilk eylemini yaptı. 33 senedir PKK terörü devamlılığını koruyor. Çözemediğimiz için, meseleye sadece güvenlik eksenli baktığımız için Ortadoğu’daki gelişmeler giderek PKK’nın Suriye’de ve Irak’ta statü kazanma arayışını ortaya çıkardı.

Bununla belirli süper güçlerin bağlantıları var. O halde çözüm çok güçleşti. Buna karşı devlet evet emniyetiyle askeriyle mücadele edecek tedbirlerini alacak ancak silahı ve terörü ortadan kaldırabilecek sonucu ancak siyaset alabilir. O hareketleri önleyecek siyasetin üretilmesi gerekiyor. Gelişmelere göre siyaset üretmek ve Türkiye’nin bünyesel dinamiğini güçlendirme rolü düşüyor siyasetçiye.

PKK’nın Suriye içinde statü yaratma arayışlarına değindiniz. PYD’nin kantonlar üzerinden de facto bir statü yarattığı ortada. Şu ana kadar kazanmış oldukları statü bundan sonra Suriye’nin geleceği tartışılırken artık masada mıdır?

Artık masadadır. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin hukuki yapısı, Suriye’de PKK yapısıyla farklılık arz ediyor ama küresel güçlerin bölgeye bakışı açısında bir bütünlük içindeki gelişimi ve izleyeceği hatlar konusunda bugün dış desteğe de sahip bir statü kazanıyor.

Irak’taki model bir şekilde Suriye’de de uygulanıyor diyorsunuz, doğru mu?

Evet. Suriye’de uygulanan modelin PKK ile bağlantısı var ama aynı zamanda Irak Kürtlerini de içine alan bir bütünlüklü bakış var. Bu bakış gerek Kürtlerde gerekse de küresel güçlerde var.

Irak Kürdistan Yönetimi’nin halihazırda Ankara ile ilişkileri çok iyi. Hatta daha geçenlerde Başbakan Neçirvan Barzani PKK’ya ‘Şengal’i boşaltın’ çağrısı yaptı. Bir yandan da Suriye Kürtleriyle gelecek planlaması yapma noktasındalar mı?

Orta ve uzun vadede evet. Bu süre gelişmelere bağlı. Aynı zamanda küresel ve bölgesel güçlerin politikalarıyla doğrudan bağlantılı. Tabii ki Türkiye’nin bakışı ve kendi içindeki Kürt meselesini çözüp çözemeyişi çok önemli.

Siz uzun yıllardır demokratik çözümden yanasınız. Bugün sizin tanımınızla PKK Suriye’deki statü arayışlarında açılım sağlamışken, Kürtlerin tarihsel birleşik Kürdistan hayali açısından durum nedir. Bunu Türkiye 20 sene önce sadece bir olasılık olarak konuşuyordu. 2017’de artık Kürdistan reel bir tehdit midir Türkiye için?

2003’te Irak’ın işgali ve daha önce açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi bize bugüne gelineceğini gösteriyordu. Zaten buna paralel süreçte PKK Türkiye’de güçlenmeye başladı, Irak ve Suriye’de de örgütsel yapısını güçlendirdi.

Bu ihtimal değil, bunun görülmesi gerekiyordu. Ben eski bir teşkilat mensubu olarak konuşmayı sevmeyen bir insanım aslında. Ancak bu gelişmeler nedeniyle ben 2005 yılında emekli olduktan sonra PKK’nın silahsızlandırılması meselesinde görüşlerimi açıklamaya başladım.

Çözüm süreci konusunda yazılar yazmaya başladım. Çözüm süreci Türkiye için hayati bir meseledir. ‘Türkiye’nin demokratikleşmesine paralel PKK’nın silahsızlandırılması için ihtiyaç duyulan şartları hazırlayıcı siyasi hazırlığa ve proje üretimine ihtiyaç var’ dedim.

Onun için çözüm süreci önemliydi, Oslo süreci dahi – eksikliklerine, hatalarına rağmen- çok önemliydi çünkü PKK’nın silahsızlandırılmasını hedef almıştı. Barış kelimesinin içinde olduğu her şey çok önemlidir.

Bugün gelişmeler bize şunu gösteriyor; siyasi iradenin Ortadoğu’daki gelişmeleri de dikkate alarak ifade ettiğim kapsamlı demokratik çözüm projesi konusunda yeterli hazırlığı yokmuş. Gelişebilecek riskler karşısında yeterli spotları ortaya çıkartamamış.

Meseleyi iktidarın tekelinde ve kapalı kapılar ardında çözmeye çalışırken parlamentoya, topluma yansıtmakta başarılı olunmamış. Ortak demokratik çözüm şartları ortaya çıkartılamamış. Yine de bugünkü şartlarda dahi tek çözümün Türkiye’nin nitelikli demokratikleştirilmesi çerçevesinde ciddi bir proje üreterek demokratik muhalefetle birlikte meseleyi parlamentoya taşıyarak ve HDP’nin tüm eksikliklerine rağmen desteğini alarak çözüm adımlarının vakit geçirilmeden atılması olduğunu düşünüyorum.

Ortadoğu’da devam etmekte olan gelişmeler Türkiye’deki Kürt kimlikli kesimin bağımsızlıkçı görüşler çerçevesinde yeni siyasetler arayışını ortaya çıkartır. Oysa Türkiye’nin nitelikli demokratikleşmesi Ortadoğu’daki çözümün de anahtarı. Ortadoğu’da etnik ya da mezhep yapısına dayanan bağımsızlıkçı yapıları Türkiye’nin demokratik hamleler ve Rusya ile işbirliği üzerinden durdurması mümkün.

Oslo ve İmralı süreçlerinde MİT müsteşarı ve yardımcıları temel aktördü. Şu anda siyasi alanda yeni bir sürecin hiçbir emaresi olmasa da MİT’in gerekirse diye hazırladığı alternatif çalışmalar/senaryolar var mıdır?

Esasında olması lazım. Devletin ilgili kurumsal yapılarının ülkenin gelişmeleriyle ilgili çözümleyici siyaset planlanabilmesi için siyasi iktidara görüşlerini açık ve şeffaf biçimde, hiçbir çekince altında olmadan rapor etmesi gerekir. Ben bunun Türkiye’de eksik olduğunu düşünüyorum. Devletin genelinde yetersizlik olduğunda kurumlarında da yetersizlik ortaya çıkar. Yeterli diyemeyiz, ülkenin içinde bulunduğu durum ortada.

Hükümetin anayasa değişiklik paketini referanduma götürdükten sonra siyasetin normalleşeceğine ve terör meselesinin de ondan sonra hallolacağına dair bir yaklaşımı olduğunu anlıyoruz. Referandumdan sonra düzlüğe çıkar mı Türkiye?

Esasında tüm halkımız da bu cevabı bekliyor. Biz orta boy bir devlet olarak küresel güçleri politikalarından vazgeçiremeyeceğimize göre, etkimizin sınırlı olduğunu bildiğimize göre önce kendi bünyemizde bu tip tehditlere karşı savunma hatlarını güçlendirmemiz gerekiyor. Önce milli birlik ve bütünlüğü sağlayabilmeliyiz.

Nasıl sağlanacak?

Son 10-15 senede bunu sağlayamamışız çünkü kimlik siyaseti, etnik ve mezhep siyasetleri yapılmış, laik anti-laik tartışması içinde meselelere bakılmış, Cumhuriyet değerleri sorgulanmaya başlanmış, yeni bir tarih ortaya çıkarma arayışları olmuş. Bunlara paralel de terör eylemlerinin artışı var.

Bugün çözümün anahtarı farklı kimlikleri, inançları, renkleri bütünleştirecek bir anlayıştır. Bu da nitelikli demokrasidir. Anayasada bu önemli değişiklik ana muhalefet tarafından bir rejim değişikliği olarak görülüyor. Çok hassas bir tespittir. Halkımızın yüzde 25’inin kabullendiği bir tespittir.

Kürt sorununu ilgilendiren kitlelerin taleplerini de PKK etkiliyor. O halde PKK’yı o kitleden tecrit edecek pratik nasıl olabilir?

Kürt kimlikli vatandaşı da bu anayasanın içine çekmenin anahtarı da nitelikli demokratikleşme ve eşitliktir. Hayır diyen yüzde 40 olsa da önemi yok. Toplumsal birleşmeyi yaratacak bir zemin yok. Bilakis toplumsal ayrışmayı daha da sertleştirecek bir adım. Böylesine bir referandumun yapılmamasının daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Beka sorunu varsa, milli birlik arayışı varsa önce parlamentoda demokratik ittifakın sağlanması gerekiyor. Hatta ben bugün içinde bulunduğumuz şartlarda çıkışın anahtarının AKP-CHP koalisyonu olduğunu düşünüyorum. HDP’nin de destekleyeceği şekilde bir demokratikleşme çerçevesinde PKK’nın silahlarını bıraktırılabileceğini ve bu adımların Suriye’deki gelişmeleri de etkileyebileceğine inanıyorum.

Erken seçim ihtimali gördüğünüz için mi bunu söylediniz?

Şartlar onu zorluyor. Siyasetin omuzlarında çok ağır yük var. Siyasetin Türkiye’nin bu gerçeklerini görebilmesi ve mutlak ‘ben çoğunluk iktidarı olmalıyım’ arayışından uzaklaşması lazım. Haziran 2015 seçimini her zaman kaçırılan bir fırsat olarak gördüm.

O fırsatın kaçırılmasıyla Türkiye’nin içine girdiği süreci gördük, yaşadık. Bu riskler devam ediyor. Nitelikli demokratik hedeflerin ve Cumhuriyet değerlerinin benimsenmesi gerekli.

Sizin görev yaptığınız dönemde MİT içinde Fetullahçı olarak bilinen kimse var mıydı?

Ben bir tek kişi bile bilmiyorum, olmazdı. Belki kendisini saklayan 1-2 kişi olabilir ama ben 2005 yılında emekli oldum o tarihe kadar MİT içinde Fetullahçı bir zihniyet ve yapının yaşaması mümkün değildi.

Bugün durum nedir?

Medyada 100’ün üzerinde insanın ihraç edildiği, 300 kadar insanın teşkilat içinde tecrit edildiği şeklinde açık kaynak haberleri var. Yükselen grafik son 10 senenin meselesi.

 

Cevat Öneş kimdir?

Cevat  Öneş, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra MİT’e girdi. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok önemli görevde bulundu, 1989 - 1991 yılları arasında Diyarbakır Bölge Başkanlığı yaptı. Sönmez Köksal’ın MİT Müsteşarlığı’na gelmesinin ardından Psikolojik İstihbarat Başkanlığı görevine getirildi. Köksal’ın yönetiminde MİT’in sivilleşmesi sürecinin aktörlerinden biri oldu. En kıdemli ‘Başkan’ olarak bazı dönemler Köksal’a vekâlet etti. 2000’de İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı’na terfi etti. O dönemde Operasyondan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı ise Emre Taner’di. 2005’te 64 yaşında emekli oldu.