Gündem

Eski İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal: Kılıçdaroğlu'na onursal başkanlık teklif etmek siyasi rüşvettir

"Güven vermeyen ve inandırıcı olamayan muhalefet kaybetti"

19 Temmuz 2018 10:58

Şubat 2018'de CHP Genel Başkanlığı'na adaylığını açıklayan eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal, Muharrem İnce'nin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na onursal başkanlık teklif etmesine ilişkin olarak, "Bu bir siyasi rüşvet teklifidir. Kim, kime hangi hak ve yetkiyle veriyor bu payeyi? Hangi üstün başarılar için? CHP'nin tek bir ezeli ve ebedi onursal başkanı vardır, o da Mustafa Kemal Atatürk'tür" dedi.

Sözcü'den Nil Soysal'a konuşan Kocasakal'ın söyleşisi şöyle: 

– Uzun bir zamandır sessizsiniz…

Sürekli veya çok konuşmak her zaman bir şey söylemek olmadığı gibi, bazen sessizlikler de çok şey söyler. Testi kırılmadan önce söylediklerim, tespitlerim, uyarılarım ortada. Ülkemin geleceği adına hayallerimden, mücadeleden vazgeçmiş değilim. Bu benim ülkeme ve Cumhuriyete borcum. Ancak bazen soluklanmak,  düşünerek izlemek, izleyerek düşünmek ve bunu bir yol haritasına dökmek daha doğrudur. Ayrıca üzerinde çalıştığım kitaplar var.

– Türkiye Cumhuriyeti fiili başkanlıktan resmi başkanlık sistemine geçti. İlk değerlendirmelerinizi alabilir miyim?

Aslında küresel bir planlama dahilinde yürüyen ve 2010 referandumu ile girizgahı yapılan bir sürecin sonuna geldik. Rejim değiştirildi, devlet çökertildi ve tek bir kişiye indirgendi. Asıl şimdi ülkenin ve devletin tepesinde bulunan, her şeye muktedir bir “vasi” ile gerçek vesayet rejimine geçildi! Başkanlık sistemi; kuvvetler ayrılığına dayalı, kendi içinde bir mantığı, kurumları, kuralları ve denetim mekanizması olan, başkanın her istediğini yapamadığı bir sistem. Bu bir hükümet sistemi de değil! Bu; gerçekte herhangi bir etkin, hukuki ve siyasi bir denetimin, hukuk güvenliğinin bulunmadığı nama yazılı bir “hükmetme” sistemi. Nitekim tahta çıkma ve taç giyme töreni de gerçekleşti! Zaten yayımlanan KHK'lar ve kararnamelerle devletin temel yapısı, kurumları çökertildi, devlet Cumhurbaşkanı'na bağlandı!  Şimdi Cumhurbaşkanına bağlı ofisler oluşturuluyormuş. Gerçekte ise idare, yargı, yüksek mahkemeler, üniversite vs. hepsi zaten Cumhurbaşkanına bağlı birer “ofis” haline geliyor. Ülke 150 yıl geriye götürüldü.

– Ama yine de 600 vekilli bir Meclis var…

Ne Meclisi? Hangi vekil? Hangi yetkilerle? Meclis'in artık bu hükmetme sistemini görünürde meşrulaştırmak, sözüm ona demokratik göstermek dışında bir işlevi, etkisi yok. Aslında Meclis de bu anlamda Cumhurbaşkanına bağlı bir ofisten ibaret olacak.

– Kabine için ne düşünüyorsunuz?

Her şeye karar veren, istediği anda görevden alan bir kişi var. Nasıl inisiyatif kullanacaklar? Ekonominin, hazinenin damada teslim edilebildiği bir yapı olsa olsa hanedanlık olur. Genelkurmay Başkanı'nın bakan yapılması; TSK'nın siyasetin içine çekilmesi ve yıpratılması değil midir? Toplumsal kutuplaşmaları körükleyen İçişleri Bakanı'nın yerini koruması kaygı verici değil mi?

– Bu sistem “Türk tipi” diye tanıtıldı.   

Buna “Türk tipi” demek Türklüğe, Türk Milleti'ne ve tarihine hakarettir. Bir rejimin demokratik olup olmadığını belirleyecek olan sadece şeklen seçim yapılması değil,  etkin bir hukuki ve siyasi denetimin, bağımsız yargı ve hukuk güvenliğinin olup olmadığıdır. Yargının bağımsız olamayacağı, hukuk güvenliğinin bulunmadığı bu sistem deyim yerindeyse insanların, meraların, tarlaların, doğanın, toplumsal yaşamın, hayatın üzerinden buldozer gibi geçecek. Nitekim buldozerin sesi duyulmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki OHAL görünürde kaldırılırken Türkiye'de artık sürekli bir OHAL ortamı olacak. İçişleri Bakanlığı'na verilen yetkiyle ülkenin eyaletlere bölünme tehlikesi var. Ama aksak ve eksik de olsa demokratik hayatı tatmış bu büyük ülke bu şekilde, liyakatten ziyade tarikat ve aile kontenjanlarıyla, kararname görünümlü buyruklarla yönetilemez. Hayatın gerçekleri ve ortak milli vicdan mutlaka  devreye girecektir. Hep söylediğim bir şey var: Bazen kazanırken kaybedersiniz, kaybederken kazanırsınız.

– CHP lideri seçimler  sonrası yaptığı ilk açıklamada “Bu seçimin kaybedeni AKP'dir!” diyor. Kim kazandı o zaman?

Başarısızlığın ve beceriksizliğin üzerini örtmek adına insanların aklıyla alay etmektir bu. Halka masal anlatmayı bıraksın(lar). En azından biraz ciddiyet! Alim olmaya gerek yok. Sonuç da ortada, fizik de ortada, kimya da ortada. Ancak şu doğru: Aslında kaybetmeye hazır olan iktidar kazanmadı, güven vermeyen ve inandırıcı olamayan muhalefet kaybetti. İnce taktiklerle düzeltilemeyecek kadar büyük stratejik hatalar yapıldı. Yüzde 30 oydan söz ediliyor. İktidarın bunca yıldır yaptığı hatalar, yıpranmışlık, tepki, yaratılan umut ortadayken bu bir başarı mıdır? Bu oy oranı, tıpkı 16 Nisan referandumunda olduğu gibi yanlış değerlendirilirse, kişilere mal edilirse korkarım yeni düş kırıklıklarına götürür.

– Eğer HDP barajı aşamasaydı, AKP'nin Cumhur İttifakı'na bile ihtiyacı kalmayacaktı…

Kalmazsa kalmazdı… “HDP oyları AKP'ye gider” dendi. Şimdi o oylar AKP'ye gitmedi de ne oldu? HDP'ye gitti de ne oldu? Sözde açılım rezilliğindeki birliktelik ne çabuk unutuldu. Etnikçi, bölgeci, feodal HDP ne zaman Türkiye'nin partisi olmayı, gerçek-organik sol olmayı başarabildi veya böyle bir derdi oldu? Yani Türkiye'ye büyük acılar yaşatmış, Amerikan emperyalizminin “kara” gücü olmuş bir bölücü başının heykelini dikmekten bahseden bir yapıyı siz nasıl sırtınızda taşırsınız? İşte insanlar oy vermedi. Bu kadar basit. Bir de son derece yanlış bir yaklaşım ortaya konuldu: Türkiye'ye güvence şu kişi, bu kişi. Hani tek adam rejimine karşı mücadele ediliyordu? Bu çok ben-merkezci bir yaklaşım değil mi?

– CHP'de başlayan kurultay olacak mı, olmayacak mı tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başarı diye yutturulan büyük hezimetin daha 7'si çıkmadan kavga başladı! Kaldı ki her zamanki gibi hiçbir fikirsel, bilimsel ve ilkesel içerik taşımayan, kişiler üzerinden yürüyen sen-ben, koltuk kavgası, “taht” oyunları!  Program konuşan yok, ilke konuşan yok, fikir konuşan yok, kurucu değerler ya da altı oktan söz eden yok. Bir hezimetten sanal bir zafer ve şahsi rant devşirme çabası var. Üstelik daha 24 Haziran gecesinin, “kuzuların sessizliği”nin faturası ödenmeden. CHP adım adım kurucu değerlerinden, özünden, Atatürk'ten, altı oktan uzaklaştırılırken, gerçek partililer tasfiye edilip yerlerine partinin dokusu ve siyasi DNA'sı ile uyuşmayan kişiler doldurulurken, bu süreçte partide önemli yerlerde (milletvekili, PM üyesi vs.) olup da ses çıkarmayanlar, örtülü ya da açık destek verenler şimdi ne oldu da (özellikle koltuklarını kaybedince), hangi yüzle birden hesap soran “akil adam” rolüne soyundular? Hesap vermesi gerekenler, hesap soramazlar!.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Onursal Başkan” olması fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Bu bir siyasi rüşvet teklifidir. Kim, kime hangi hak ve yetkiyle veriyor bu payeyi? Hangi üstün başarılar için? CHP'nin tek bir ezeli ve ebedi onursal başkanı vardır, o da Mustafa Kemal Atatürk'tür. CHP, fikirsel ve ilkesel bir tartışma, hesaplaşma yapılmaksızın, kişiler üzerinden, maç ve rövanş  havasındaki kurultaylarla bir yere varamaz. Olsa olsa yeni seçilecek genel başkan da, tıpkı şimdiki gibi 8-9 kez “yenilme hakkını” kullanır, parti de, ülke de bir 10-15 yıl daha kaybeder! CHP kendi olamadığı için kaybetti ve kaybediyor. Davası olmayan neyi kazanacak? Mavi boncuk dağıtıp, her şey olmaya çalışırsanız hiçbir şey olamazsınız. Özüne dönmediği sürece CHP'nin kazanma şansı yok. İktidar hedefi ve şansı olmayan “atalet” yürüyüşüne, kandırmaya ve kandırılmaya devam ne yazık ki. Şu gerçeği bıkmadan söylemeyi sürdüreceğim: Kurtuluş, kuruluştadır, Atatürk'tedir.