Gündem

Ertuğrul Özkök'ten "Yeni devlet kuruyoruz" diyen AKP'liye: Yayına çıkmadan önce ne aldın?

"16’ncı Türk devletini yıkıp yenisini kuruyormuş..."

06 Ağustos 2017 13:54

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, AKP'nin en üst karar organı Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan'ın, "Biz yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu da Erdoğan" sözlerine, "Yani Ayhan arkadaş, hafriyatçılığa soyunup eskisini yıkıp yeni devleti kurmaya kalktı ya, merak ettim acaba o canlı yayına çıkmadan önce ne aldı da, 'Heyyyttt yeni devlet kuruyoruz' diye birden babalandı böyle" şeklinde tepki gösterdi.

Özkök, tartışma yaratan sözlerinin ardından açıklama yapan Oğan'a, "Üst perdeden sallayan arkadaş dün gazeteye baktım alt perdeden durumu düzeltmeye çalışıyor. Neymiş ilk devleti Atatürk kurmuş... Yok ya...Ne o... Kendi lafının şehvetiyle kendinden geçtiğin canlı yayında hiç böyle bir laf yoktu" dedi.

Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'ün "Ayhan Bey’e ikinci yazı: Yeni devlet kurmak için ne aldın da çıktın oraya" başlığıyla (6 Ağustos 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Arkadaş dedi ya...

16’ncı Türk devletini yıkıp yenisini kuruyormuş...

Bakın aklıma ne geldi...

***

Amerika Birleşik Devletleri’nin “Kurucu babası” olarak sayılan 55 delege, 1787 yılında yeni devletin anayasasını yazmak üzere toplandıklarında bir akşam dinlenmek için tavernaya gitmişler.

Tavernanın kayıtlarına göre, o akşam 54 şişe Madeira şarabı, 60 şişe Bordeaux, 8 şişe viski, 22 şişe Port, 7 bowl (kase) rom punch içmişler.

***

Rom punch’ların konulduğu kaseler o kadar büyükmüş ki, görgü şahitlerinden birine göre, içinde ördek yüzebilirmiş.

***

Tavernada içtikten sonra işlerinin başına dönmüşler ve 2 gün sonra ABD Anayasası’nı bitirip yeni devleti kurmuşlar.

Ha, bu arada bir de tavla atıyorlarmış.

***

O gece yeni devlet kurmak için kafayı çekenler arasında George Washington, Thomas Jefferson, Benjamin Franklin gibi bugün dolar banknotlarının üzerinde resimleri olan büyük babalar var.

***

Yani Ayhan arkadaş, hafriyatçılığa soyunup eskisini yıkıp yeni devleti kurmaya kalktı ya...

Merak ettim...

Acaba o canlı yayına çıkmadan önce ne aldı da...

“Heyyyttt yeni devlet kuruyoruz” diye birden babalandı böyle...

NOT: Yazıdaki bilgileri Teoman Hünal’ın Gazete Vatan’da çıkan yazısından aldım.

Muhafazakâr kesimden hoşuma giden çıkışlar

- Muhafazakâr yazar Hayrettin Karaman’ın, bir başörtülü kadına edilebilecek en ağır ve fütursuz hakaretinin cevabını başörtülü muhafazakâr kadınların vermesi...

- Aileden sorumlu bakan Fatma Betül Sayan Kaya’nın nikâh kıyma yetkisinin müftülere verilmesinin doğru, ama bu yetkinin imamlara kadar indirilmesinin yanlış olacağını söylemesi.

Bunu söylerken kadının resmi nikâhının önemini vurgulaması ve çokeşliliğin önüne geçilmesi gerektiğini söylemesi.

Yorum

Bizim harfiyatçı, Devlet Bey'in tepkisinden tırsmış

Türk devletini yıkmaya hazırlanan hafriyatçı Ayhan Bey, kendisini eleştirenlere “Aciz yaratıklar”demiş...

***

Dün baktım eleştiren herkese sallıyor.

Hâlâ babalanıyor görünüyor ama belli ki bir yerlerden uyarı gelmiş.

“Aman Devlet Bey’i kızdırırsın, bütün planlarımız bozulur” denmiş...

***

Üst perdeden sallayan arkadaş dün gazeteye baktım alt perdeden durumu düzeltmeye çalışıyor.

***

Neymiş ilk devleti Atatürk kurmuş...

Yok ya...

***

Ne o... Kendi lafının şehvetiyle kendinden geçtiğin canlı yayında hiç böyle bir laf yoktu...

Atatürk’ün kurduğu 17’nci Türk devletini yerden yere vurup sallıyordun...

***

Ne oldu hocam... Nasıl oldu da, hafıza yerine geldi de 24 saatte Atatürk’ü hatırlayabildin birden...

Sen üst perdeden sallarken, daha üst perdeden bir fırça mı geldi yoksa...

***

Bir daha hiç unutma diye bu devletin tek ve gerçek kurucusunun fotoğrafını dikkatine sunuyorum.

Yaralı bir belek böyle kurtarıldı

Geçen hafta bir sabah...

Yer Göcek’te Domuz Adası’nın batısında denizciler arasında Panco denilen koy...

Şimdi anlatacağım insanlık olayı işte burada geçiyor...

***

Anlatan kişi Verda Zincirkıran...

Dedesi bir denizci...

Hürriyet gazetesinin ilk yöneticilerinden Necati Zincirkıran.

Türk basınında, gazetesine 1 milyon tirajı geçirten ilk genel yayın müdürü...

***

Şimdi ben aradan çekiliyorum.

Bütün olayı Verda Zincirkıran anlatıyor.

Koyda yaralı bir kaplumbağa var

“Sabah dedemin Sultan adlı yelkenli teknesinde kahvaltı ederken, denizden birisi dedeme seslendi.

Yan teknenin kaptanı Habil Bey hatır sormak için gelmiş.

Dedemle sohbetleri arasında, koyda yaralı bir kaplumbağa olduğunu, ara sıra suyun üstüne çıkıp sonra kendini bıraktığını söyledi.

Arkadan çocuklarının sesini duydum.

Yaralı kaplumbağanın kabuğunun çatlak olduğunu, hareket edemediğini, kendini denizin sularına bıraktığını söylüyorlardı.

Habil Bey’e ‘Onu ölüme terk etmekten başka bir çaremiz olup olmadığını’ sordum.

Kurtarılabilirmiş...

DEKAMER'in ilk sorusu: Kabuğu kanıyor mu?

Hemen DEKAMER’i aradım.

Burası ‘Deniz Kaplumbağaları Araştırma ve Rehabilitasyon Merkezi...’

Oradaki yetkili hemen şu soruyu sordu:

‘Kaplumbağanın kabuğundaki yara kanıyor mu, yoksa kanamıyor mu?’

Eğer yarası kanamıyorsa çatlak eskiden kalmış olabilirmiş.

Benden yaranın fotoğrafını çekip hemen DEKAMER’e göndermemi istedi.

Ancak ne bizim teknede ne Habil Bey’in teknesinde su altında fotoğraf çekebilen bir kamera vardı.

Yine de suya atlayıp Habil Bey’in çocuklarının gösterdiği istikamete yüzmeye başladım.

Kaplumbağayı görüp kanayıp kanamadığını öğrenmek istiyordum.

Poseidon çayırında gördüğüm manzara

Orada demirli Angel isimli bir motor yatın hemen arkasında, denizcilerin Poseidon Çayırı dedikleri yosunların içinde yatıyordu.

Teknenin sahibi Ali Galip Savaşır ve kaptanı Erdinç Bey, üç gündür Panco koyunda olduklarını ve kendilerinin de yaralı kaplumbağayı gördüklerini söylediler.

Onlarda da su altı kamerası yokmuş. Ali Galip Savaşır, D Marin Göcek Müdürü Onur Bey’in dostuymuş.

Onu aradı...

Tam o sırada kaplumbağa su yüzüne çıktı ve Ali Galip Bey onun fotoğraflarını ve videosunu çekti.

Bu görüntüleri D Marin’in müdürüne gönderdi. O da bir botla koya dalgıç ekibi göndereceğini söyledi.

Yaralı kaplumbağaya bakıp şunları söyledim

Onlara teşekkür edip, kaplumbağa güvende oluncaya kadar yanında kalacağımı söyledim.

Yarım saat boyunca yaralı kaplumbağa ile göz göze bir yosunlara doğru bir su yüzüne doğru yüzdük.

Suyun içinde ona dedim ki, ‘Ne olursa olsun seni bırakmayacağım, yardım gelecek ve acıların dinecek...’

Biraz sonra Erdinç Kaptan, “Dalgıç ekibi geliyor” diye seslendi.

Kaplumbağanın yerini onlara gösterdim.

Ona yanaşınca botun hızını kestiler.

Dalgıçlardan biri eldivenlerle dalıp kaplumbağayı yakalamak istedi.

Ancak hiç hareket etmeyen yaralı kaplumbağa birden koyun ağzına ve derinlere doğru kaçmaya başladı.

İzini sürdük. Ali Galip Bey ve Erdinç Kaptan da bir diğer botla bizi takip ediyordu.

Dalgıç bir ağ alıp üzerine ağırlık bağladı ve kaplumbağanın üzerine saldı.

DEKAMER ambulans kamyonu geliyor

Yarım saatlik bir çabadan sonra kaplumbağayı yakalayıp bota aldılar.

Üzerine ıslak bir havlu örttüler. Ben de iki saatlik bir mücadeleden sonra dedemin teknesine döndüm.

Biraz sonra Erdinç Kaptan gelip haberi verdi.

Dalyan’daki DEKAMER’den uzman bir ekip ambulans kamyonu ile gelip kaplumbağayı almış.”

Verda’nın hikâyesi burada bitiyor.

Yaralı kaplumbağa şimdi Dalyan’da içi hayvan sevgisiyle dolu uzman bir ekibin sıcak ellerinde.

Yaralı kaplumbağaya birlikte adını koyduk

Verda Zincirkıran’ın bana gönderdiği mektup şu cümlelerle bitiyor:

“Meleklerin varlığına inanıyorsak eğer, bu gezegende umutla yaşayabiliriz demektir.

Unutmamak gerekir ki, dünya üzerindeki diğer varlıklar gibi melekler de yoktan var olmazlar.

Onların yaşaması için sevmemiz ve direnmemiz gerekir.

Tıpkı Erdinç Kaptan’ın bir insan sesine...

Ali Galip Savaşır gibi bir hayvanseverin yardımına...

Onur Bey gibi acı çeken bir canlının yardımına koşan insanlara...

DEKAMER gibi içleri hayvan sevgisiyle dolu bir kuruluşun isimsiz kahramanlarına...

Evet bunlara ihtiyacımız var...”

Tabii bir de yaralı kaplumbağaya, “Seni asla bırakmayacağım” diyerek konuşan Verda’ların şefkatli sesine... Hep birlikte yaralı kaplumbağaya “Melek” ismini koymuşlar...

Melek nasıl mı...

İyi...

İnşallah bir-iki yıllık tedaviden sonra onu yine Poseidon Çayırı’nın yeşil yosunları arasında görebileceğiz...