Gündem

'Erkeklik yeniden tanımlanmalı'

Dünyanın en ünlü anayasa hukuku uzmanlarından Prof. Ruth Rubio-Marin: Kadına 'eşitsin ama görevin annelik' demek, çelişkili ve sorunlu

01 Aralık 2014 12:09

Dünyanın en ünlü anayasa hukuku uzmanlarından  Prof. Ruth Rubio-Marin, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin düzenlediği “Toplumsal cinsiyet ve anayasacılık” konferansında konuşmak üzere İstanbul’daydı. "Kadına 'eşitsin ama görevin annelik' demek, çelişkili ve sorunlu" diye konuşan Rubio-Marin, "erkeklik ve erkek olma kavramlarının da yeniden tanımlanması lazım" dedi.

Milliyet'ten Mehveş Evin'in sorularını yanıtlayan Prof. Ruth Rubio-Marin'in açıklamalarının bir bölümü şöyle:

Hangi ülkede olursa olsun ataerkilliğin, anayasaların bir parçası olduğunu söylüyorsunuz... Neden?

Anayasacılık ataerkilliği yaratmadı, ancak bu düzeni miras edinip yansıttı. Erkeklere kamusal, kadınlara özel alanı tanımlayan ideolojiyi sorgulamadı, kabullendi... Bugün dünyadaki pek çok anayasada eşitliğin temini, eşitlik vizyonunun “müstakil ve fiilen” onayı anlamına geliyor. Yani, devletin sadece kadınlara karşı yapılan ayrımcılığı kaldırmakla yükümlü olmasını değil... Aynı zamanda, gerçek eşitlik fırsatlarını yaratmakla da sorumlu olması anlamına geliyor. Ancak bana göre bu, anayasada cinsiyetçiliğin ayakizlerini kaldırmakta yetersiz.

Nasıl?

Bir yurttaş olarak kadınla erkekten beklenti birbirinden farklı. Mesela erkekten askerlik, kadından annelik görevini yapması beklenir. Öte yandan, kadınların için koruyucu hükümlere rastlarsınız... Ayrıca anayasalardaki geniş ve belirsiz hükümler, mahkemeler tarafından yoruma açıktır. Çoğunlukla erkeklerin oluşturduğu mahkemeler, hükümleri kendi önyargılarına göre yorumlar.

Çok uzun bir süre mahkemeler, kadınların hem biyolojik hem de “fonksiyonel” farklılıklarının korunmaya muhtaç olduğunu teyit etti. Ailedeki çocuk, yaşlı, özürlülere bakım görevlerini kadının daha fazla üstlenmesinin kabulünü kastediyorum. Pek çok anayasada “aile”nin toplumun temeli olduğuna dair yapılan atıflar da buna katkıda bulunuyor.

 

Kutsanan aile modeli

 

Bu anlayış Türkiye’ye has değil sanırım...

Doğru. “Ekmek parası kazananın erkek” olduğu aile modeli tekrardan kutsanıyor. Dünya çapında böyle bir akım var, bazı Batı ülkeleri dahil. Misal; milliyetçiliğin yeniden canlandığı post komünist ülkelerde, bazen kuvvetli bir dini altyazı eşliğinde, kadınlara “uygun” rolü ve toplumdaki yeri hatırlatılıyor.

Neden? Sizce bu trendde gay evliliklerin, boşanmaların artışı mı etkili?

Kesinlikle. Sadece kadın düşmanlığı ve homofobinin ifadeleri değil bunlar.  Daha ziyade “doğal” varsayılan kurumsal hücrenin - yani evlilikle birleşen heteronormatif ailenin- üzerine kurulu sosyal düzenin bozulacağına dair endişeler. Öne çıkan soru şu: Sosyal ve siyasi yapımızı neden cinsiyetlere göre düzenliyoruz? Neden kimlik kartımızda cinsiyetimiz yazıyor? Göz rengimizi yazıyor mu ki cinsiyetimiz belirtilsin?

Evet, kimliğe ten rengini yazacak olsanız ırkçılık sayılır...

Aynen öyle. Peki cinsiyetin etrafında kurulan sosyal yapı, seksist midir? Bu elbette pek çok insan için zorlayıcı, özellikle de bu yapının çerçevesinde, belirli bir statüye sahip olanlar için... Erkekleri düşünün. Birdenbire erkek kategorisi geçersiz kalsa, otomatik olarak o statüyü kaybeder. Statü bize güvenlik, otorite, değerlilik duygusunu verir. Bunu kaybeden için tehdittir. Belki erkeklik ve erkek olma kavramlarının yeniden tanımlanması lazım.

 

Seksizm ve şiddet bağlantısı

 

Anayasaya göre eşitiz. Ancak siyasi iktidar, kadın ve erkeğin eşit olmadığını ve kadının rolünü annelik olduğunu sık sık telaffuz ediyor. Ne yapacağız şimdi?

Cumhurbaşkanı’nın son açıklamaları, Türkiye’deki pek çok kadın gibi beni de şoke etti. Türkiye’nin başkanı kadınlara diyor ki “anne olmak göreviniz, şerefiniz; çünkü bir kadın olarak iyi yurttaş olmanın aslı budur.” Merak ediyorum, böyle diyerek ifade özgürlüğünün yasal sınırları dışına çıkmış olmuyor mu? İfade özgürlüğü anayasal bir değerdir, ama cinsiyet eşitliği de öyle! Şiddeti körükleme vakalarında ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirilebileceğini kabul ettiğimiz gibi, seksizm için de benzerini söyleyemez miyiz? Hele ki seksizmle kadınlara yönelik şiddet birbiriyle bağlantılıyken? İfade özgürlüğünü yasal çerçevede kullanmış olsa bile bence bu, herhangi bir nedenden ötürü çocuk sahibi olmayan veya olamayan pek çok kadına hakarettir.

Anneliğin her türü de kutsal sayılmıyor...

Mesele de bu. Saygı gören annelik biçimi, ailenin kısıtlı bir tanımlamasının içinde yer alıyor. Yani evlilikle biraraya gelmiş, heteroseksüel aileler! Mesaj sadece annelik üzerine değil, ailenin belirli bir kültürel anlayışına ve kadının ideal yaşamına dair     bir vizyona dayanıyor. “Evlen, üç ila beş çocuk yap ve kendini  aslen kocanın tamamlayıcısı olarak gör”...

 

Söyleşinin tamamı için tıklatın