Gündem

Erdoğan'ın Başdanışmanı: Solcuyum, seküler yaşam tarzım Cumhurbaşkanı'yla ilişkimi etkilemiyor

''Muhafazakâr sol demokratım''

01 Şubat 2016 13:52

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeni başdanışmanı Mehmet Uçum, "solcu olduğunu ancak bu durumun AKP’liler ve Erdoğan’la bir sorun teşkil etmediği söyledi. "Hayatımda değişen bir şey yok. Üzerimde mahalle baskısı hissetmiyorum" diyen Uçum, "Seküler hayat tarzımı sürdürüyorum, bu Cumhurbaşkanımızla ilişkimizi etkilemiyor" ifadesini kullandı.

"Muhafazakâr sol demokrat olduğunu" söyleyen Uçum, "Modern Batı solculuğu dindarları gerici olarak görür. Latin Amerika solcuları ise meseleyi dindarlarla birlikte toplumu değiştirme üzerine kurar" diye konuştu.

HaberTürk’ten Kübra Par’ın sorularını yanıtlayan (1 Şubat 2015) Mehmet Uçum Uçum’un açıklamalarından bazı bölümler şöyle: 

Sol hareketin içinden geldiğinizi duydum, doğru mu?

Evet. Karslıyım. 1980 öncesine Kars’ta solun hâkimiyeti vardı. Ağabeylerim, amcalarım sol hareketin içindeydi. 12-13 yaşında politik faaliyetlere katıldım. Eski Türkiye Komünist Partisi’nin gençlik kolundaydım. Darbeden birkaç gün önce çok sevdiğim arkadaşım Hamza Can çatışmalarda öldürüldü. Hem onun ölümünü protesto etmek hem de kendimizi ifade etmek için duvarlara yazılar yazdık, pankartlar astık. “Faşizme geçit yok” “Hamza Can ölümsüzdür”... Ertesi gün polis beni gözaltına aldı. Yazıları duvarlara yağlı boyayla yazıyorduk. Ayakkabılarıma boya damlamış. Suyla silmiştim ama ayakkabım kuruyunca boyalar ortaya çıktı. Duvarlara yazanlardan biri olduğum anlaşıldı. Tek başıma yaptığımı söyledim ama inanmadılar. Kafamda hayali bir karakter oluşturdum. O zamanlar Şener Şen’in tıraş bıçağı reklamında Seyfi diye bir karakter vardı. “Her şeyi Seyfi’yle yaptım” dedim. İnandılar.

Sonra?

O zamanın koşullarında gözaltına alınmak işkence görmek demekti. Elektrik verdiler. Kafamda Rus rulet oynadılar. Soğuk su döktüler. Askıya astılar. Nehrin kenarına götürüp “Seni vurup, buraya atacağız” dediler. Çocuk yaştaydım ama kedimi militan, onları ise düşman olarak görüyordum. Düşmanlara karşı direniyormuşum gibi hissediyordum. Günlerce Seyfi’yi aradık. Haliyle bulamadık!

Kurtuldunuz mu sonra?

11 Eylül 1980 sabahı “Gözün aydın öğleden sonra çıkacaksın” dediler. Ama beni savcılığa götürecek polis arabasının benzininin bitmiş. Yani iş yarına kalmıştı. Ertesi gün 12 Eylül oldu. Hücrelerin kapısı tekmeyle açıldı. “Kalkın lan darbe oldu” dediler. Gözaltı sürem 55 güne çıktı. Sonra Erzurum sıkıyönetim cezaevine gittim. Diyarbakır Cezaevi’nin mikro bir pratiğini orada yaşadım. Mahkûmları her sabah yerlerde süründürürlerdi. Coplatırlardı. Marşlar ezberletip, söyletirlerdi. Hakaretleri saymıyorum bile. En nihayetinde tahliye oldum.

Kendinizi hala solda görüyor musunuz?

Tabii. Geleneksel değerlere bağlı sol politikalardan yanayım. Doğru tanımlama buysa muhafazakâr sol demokratım.

AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’la yolunuz nasıl kesişti?

Uzun yıllar AK Parti’ni demokratikleşme sürecine destek verdim. ‘Yetmez ama evet’ platformu içindeydim. 2010’da TMK mağduru çocuklar ile ilgili bir toplantıda Tayyip Erdoğan ile bir araya geldik. Bunun bir çocuk sorunu olduğunu anlattım. “Bu sorunu çözeceğiz” dedi. Sonraki süreçte yeni Anayasa konusunda Osman Can ile çalışmalar yaptık. Sonra Akil İnsanlar Heyeti’ne davet edildim. 7 Haziran’da Kars’tan milletvekili seçildim. 1 Kasım’da anayasa konusunda daha fazla katkıda bulunacağımı düşündüğüm için milletvekilliği yerine bu görevi tercih ettim.

Solcu olarak AK Parti ve Erdoğan’a mesafeli bakmıyor muydunuz?

Hayır. Latin Amerika solculuğuna yatkındım. Modern Batı solculuğu dindarları gerici olarak görür. Latin Amerika solcuları ise meseleyi dindarlarla birlikte toplumu değiştirme üzerine kurar. İnanç olgusu ve dindarlık kaçınılmaz bir gerçektir. Bu değerleri dışlayarak sol politikalar üretemeyiz.

Solcu olmanız Erdoğan ve ekibiyle aranızda sorun yaratıyor mu?

Hiçbir sıkıntı yaşamadım. Hayatımda değişen bir şey yok. Üzerimde mahalle baskısı hissetmiyorum. Seküler hayat tarzımı sürdürüyorum, bu Cumhurbaşkanımızla ilişkimizi etkilemiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olduğunuz için başkanlık sistemiyle ilgili kafasında ne olduğunu en iyi bilen isimlerden birisiniz. Erdoğan ne tip bir başkanlık sistemi istiyor?

Türkiye’nin ihtiyacı başkanlık sisteminden önce yeni anayasadır. Cumhurbaşkanı bunu dile getirdiğinde cumhurbaşkanlığının gündemi bu zannediliyor. Bu doğru değil. Cumhurbaşkanının yeni anayasayı kendi adına değil millet adına gündeme getiriyor. Yeni anayasa gündeme taşındığı için hükümet biçimi konusunda da yaklaşım ortaya koyuyor. Türkiye için en etkili hükümet biçiminin başkanlık sistemi olacağını söylüyor. Bunu tarif ederken de Türk tipi ya da Türkiye biçimi diyor.

Peki, bu Türk tipi başkanlık sisteminden kasıt nedir?

Türkiye modeli ifadesi esas itibariyle küreselden düşünüp, yerel davranmayı içeriyor. Dünyanın hiçbir ülkesinin anayasal sistemi kendi tarihini, kültürünü, yerel özelliklerini dışlamaz. Evrensel değerler ve ilkeler var. Türkiye biçimi dediğimiz model de, evrensel ilkelerden, pratiklerden, kurallardan esinlenip, evrensel standartların altına düşmeden kendi tarihimizle, kültürümüzle, yerelliğimizle sentez yaptığımız bir modeldir. Kendi yerelliğimizi göz ardı edersek Cumhuriyet’in kuruluşunda düştüğümüz hataya tekrar düşeriz. Cumhuriyetin kuruluşunu Batı tipi bir medeniyet hedefiyle gerçekleştirdik. Batı tipi devlet o günün anlayışıyla ulus devletin üzerine oturuyordu. Ulus devlet ise etnisite gerektiriyordu. Bu etnisiteye dayanmak dışlayıcılığı ortaya çıkarıyordu. Aydınlanmacı ulus devlet anlayışı inanç değerlerini önemsizleştirdi. 1921’den sonraki anayasalar sadece etnik anlamda değil, inanç ve kültür değerleri anlamında da dışlayıcı anayasalardı.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın